07.09.23, 18:17
|
|
Bilgili Üye
|
|
Üyelik tarihi: 18.01.20
Bulunduğu yer: her yer
Mesajlar: 16,545
Etiketlendiği Mesaj: 3531 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
|
|
Alıntı:
La Tahzen12 Nickli Üyeden Alıntı
HURUFİLİK “Hurufiliğin temeli, eski çağlardan gelen ve harflerle sayıların kutsallığını kabul edip bunlara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen anlayışa dayanır. Çok eskiden beri tabiatta varlığı kabul edilen gizli güçler şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmış, sonuçta tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle “hurûf” ilmi adı altında sözde ilimler ortaya çıkmıştır. Hurufiliğin ne zaman ve nasıl doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte gerçek anlamıyla milattan önce IV ve III. yüzyıllardan itibaren Ortadoğu’daki Helenistik-gnostik karakterli dinlerde ortaya çıktığı görülmektedir”. İslâm dünyasında harflerin bazı gizli özelliklere sahip olduğu düşüncesi hayli eskidir. Meselâ II. (VIII.) yüzyılda aşırı Şiîler’den Muğire b. Saîd el-İclî Allah’ı harflere benzetmişti. Daha sonra Hurûfî anlayış ve. yorumlar, başta bazı mutasavvıflar olmak üzere çeşitli İslâmî gruplar arasında ilgi görmüş, özellikle İbnü’l- Arabî’nin katkılarıyla bu ilgi daha da artmış, İbn Haldûn ve Kâtib Çelebi gibi âlimler bile bu anlayışın etkisine kapılmışlardır. Fakat İslâm dünyasında bâtınî düşüncelerin ışığında Hurûfîliği bir sistem şekline sokan ve bir fırka halinde yayan kişi Fazlullah-ı Hurûfî olmuştur. Timur’un saltanatı döneminde (1370-1405) İran, Hârizm, Azerbaycan ve Irak bölgeleri çeşitli tarikatlar ve şeyhlerin yaygın şekilde faaliyet gösterdiği muhitlerin başında gelmekte, ilim ve tarikat ehline değer veren Timur’un hoşgörüsü de bunların faaliyetini kolaylaştırmaktaydı. Böyle bir kültür atmosferinde Fazlullah-ı Hurufi, bâtıni şeyhlerinden olan ve Serbedârîler’le birlikte Horasan’da isyanlara karışan Şeyh Hasan-ı Cûrî (ö. 743/1342-43) ve onun halifelerinin tesiriyle sistemini kurmaya, akidesini yaymaya çalışmıştır (Meriç, s. 3). Hurufiliği kurarken Batıniler’in tevil usullerini başarılı bir şekilde kullanan Fazlullah rüya yoluyla gerçeği bulduğunu, bazı sırların kendisine bu yolla bildirildiğini ileri sürerek Arapçadaki yirmi sekiz harf ve bunlara ilâveten Farsçadaki dört harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler kurmak suretiyle Hurufilik sistemini yerleştirmiştir. ( 26) Kur’an-ı Kerîm’de geçen bütün “fazl” (fadl) kelimeleriyle Fazlullah’ın kastedildiğine inanan, onu Allah’ın zuhuru şeklinde gören Hurufiler, Fazlullah’ın baş eseri ve Hurufiliğin ana kaynağı olan Câvidânnâme’yi ilâhî kitap olarak tanırlar.. (27) Özellikle İbn Arabi'nin “İlm'ul cifir” adlı kitabı hurufiliğin en çarpıcı kitabıdır. Ayetlere ve isimlere Ebced hesabıyla yapılan işlemlerde ortaya çıkan rakamlarla insanlara dinde karşılığı olmayan ve hatta dinen küfür sayılan bazı bilgiler verilmektedir. Hurufiler ebced hesabıyla Kıyametin ne zaman kopacağı konusunda bilgi sahibi olduklarını iddia etmektedirler. Ayetlerin esrarı adı altında onlarca kitap telif etmişlerdir. Tamamı küfür içeren bu eserlerle umut tacirliği yapmaktadırlar. “Şu esma-i şu kadar okursanız şu işiniz hallolur” diye din adına birçok şey uydurmuşlardır. “444 kez şu zikri yap”, 144 kez şu duayı oku”, vb. Yüzlerce uygulama ebced hesabıyla ortaya konan saçmalıklardır. Bu uygulamalar dine eklenme sebebiyle bidat olduğu gibi sonuçları sebebiyle de şirktir. Bazı Tarikat ortamlarında yaygın olan bu Hurufilik uygulaması özellikle uydurma hadislerle desteklenmiştir. Muska denen ve bir kağıt üzerinde yazılan-çizilen şekiller de Hurufiliğin bir uygulamasıdır. Vefk denen ve içinde ayetlerin de yazıldığı şekillerde aslında ayetlerin içeriğini ebced hesabıyla çarpıtan küfür uygulamasından başka bir şey değildir. Bir çeşit falcılık olan “azime” bakma da aynı kaynağın tezahürüdür. Hurufiliğin diğer bir versiyonu sihirdir. Bu konunun daha fazla detayına girmek istemiyorum. Gerçekten de Hurufilik baştan sona kadar rezil bir küfür dinidir. “Zaman zaman saraylara ve sultanlara da nüfuz eden Hurufiler “dervîşân-ı helâl-hôr ve râst-gûy” (helâl yiyen ve doğru söyleyenin dervişleri) diye tanındılar; seyyid, hâce, derviş, emir ve Mevlana unvanlarını kullandılar..(a.g.e) Cahiliye döneminde bunlara “arraf ve Kahin” denirdi. Falcılık yapan ve kehanette bulunanlar hakkında Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Her kim bir arrafa gelir de ona bir şey sorarsa , kırk namazı ( kırk günlük ) gecelik ( kırk buyurmuştur . ( 28 ) kabul olunmaz
Ebu Hureyre (R.a)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu demiştir : Hayızlı kadınla cima eden veya kadının dübürü ile cima eden yahut bir kahine varıp onun dediğini tasdik eden kimse Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)'e indirileni inkar etmiş olur.” (29) “De ki: 'Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.’ (27/65)” Bunların birde tefsirleri var. Ayetlerin zahiri manalarını terk ederek batıni manalarla ayetleri tahrif etmişlerdir. Batıni tefsir bunların icadıdır. Rafızilerde yaygın olan bu tefsir şekli Mistik felsefecilerin de tefsir şeklidir. Tefsir bölümünde bu konuya değinmiştik. İmam Gazali İhya birinci cilt üçüncü bab 96. Sayfada batıni tefsiri red etmektedir. Nitekim bu konuda “Mustazhariyye” adında müstakil bir eser yazmış. İmam Rabbani Mektubat 234. Mektupta batıni tefsiri reddetmektedir. Ancak buna rağmen batıni tefsir metodu Mistik felsefeciler içinde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.
|
ayetin haricinde kopyala yapistiri hic okumam bunuda okumadim
ben hurufilikten bahsetmedim
sen simdi
ibni arabi hz. lerine hurufi mi diyorsun?
__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v)
_______________________________________________
Haramın en zoru başıdır,sonra kolaylaşır, sonra sıradanlaşır, sonra alişılir, sonra tatlanır, sonra kalbe yerleşir ve sonra da kalp başka bir haramı
İmamı Şafi ra.
|