“Ecel” sözlükte “belirlenmiş zaman süresi, belli bir müddetin sonu” şeklinde açıklanmıştır. İnsanların olduğu gibi toplumların da (el-A’râf 7/34; Yûnus 10/49; el-Hicr 15/5) kâinatın da eceli vardır (el-En’âm 6/2, 128; İbrâhîm 14/10; el-Ankebût 29/5, 53). Allah Teâlâ insanlara uzun ya da kısa bir hayatın sonunda bir ölüm vakti/ecel tayin etmiştir (el-En’âm 6/2, 60; Fâtır 35/11). Hatta bu ilkesel durum “Ne bir vakit öne alınacak ne de ertelenecektir” (el-A’râf 7/34; en-Nahl 16/61). Bu değişmeyen ölüm vaktine mukabil Mü’min suresi 67. ayette kimilerinin kimilerinden daha genç öleceğinden söz edilmekte; Fâtır suresi 11. ayet ise kimilerinin ömrünün uzatılacağı, kimilerinin de kısaltılacağı ifade edilmektedir. Hz. Peygamber’in kendisine hizmet edenlere uzun ömürlü olmaları için dua ettiği; komşulara güzel davranmanın, sadaka vermenin ve akraba ziyaretinin ömrü uzattığını söylediği bilinmektedir (Buhârî, “Da’avât”, 26; “Edeb”, 12; Müslim, “Birr”, 20; İbn Mâce, “Mukaddime”, 10).İslâm bilginleri ecelin insanın kaderiyle ilişkili bir konu olduğunu kabul ederek bu konuda bazı fikirler ileri sürmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri Allah’ın ilminin değişmeyeceğini, ilgili ayetlerin de desteğiyle savunmuş; doğal bir ölümle ölenin de kazayla veya öldürülerek ölenin de aslında kendi ecelleriyle öldürüldüğüne hükmetmişlerdir. Buna göre dışarıdan görünen sebep değil, asıl insanın kendi eceli sebebiyle öldüğünü savunmuşlardır. Ömrün uzatılması ya da kısaltılmasını ifade eden ayetlerden kastın süre cinsinden değil; bereket cinsinden uzaması veya hayırlı evlat, hayırlı iş bırakanların hayırla anılmaya devam etmesi gibi yorumlar yapmışlardır. Bu grubun çekincesi Allah’ın ezelde sahip olduğu ilminde ve hükmünde bir değişiklik olamayacağıdır. Meseleye daha rasyonel bakan Mu‘tezile mezhebi ise kaza geçiren veya öldürülen kişinin şayet bunları yaşamasaydı hakiki eceline ulaşabileceği ihtimalini gündeme getirmiştir. Bu grubun yaklaşımlarında öne çıkan iki gerekçe vardır. Birincisi katile verilecek cezayı katilin hak etmesi, ölen kişinin yaşama hakkını elinden alması sebebiyledir (en-Nisâ 4/93). Aksi hâlde zaten eceli gelmiş kimsenin ölümüne sebep olmak ağır bir suç sayılmamalı ve ceza gerektirmemelidir. İkincisi ise Kur’ân’da iki ecelden bahseden ayetin bu durumun açıklaması olarak görülmesidir. En’âm suresi 2. ayette “ecel-i kazâ” ve “ecel-i müsemmâ” olarak iki ecelden bahsedilmiştir. Mu‘tezile’ye göre kişinin asıl eceli Allah katında belirlenmiş ecel-i müsemmâ/ecel-i tabiidir. Ecel-i kazâ/ecel-i ihtirâmî ise herhangi bir sebeple asıl eceline erişemeyenlerin ecelidir. Ehl-i sünnet ise ecel-i kazâyı mutlak manada insanın eceli olarak anlamış, ecel-i müsemmâya ise kâinatın eceli/kıyamet anlamı vermiştir. İnsanların savaş, kıtlık, salgın hastalık gibi sebeplerle erken sayılabilecek vakitlerde ölmesinin yanında sağlık alanındaki gelişmeler, koruyucu hekimlik çalışmaları, sağlıklı yaşam koşulları gibi tedbirlerin ortalama ömürleri uzattığından da söz edilmektedir. Meseleye ilahi yasalar çerçevesinde baktığımızda bütün bu gelişmelerin de bu yasalara dâhil olduğunu söylemeliyiz. Zira insanlar kendilerindeki şartları değiştirmedikçe Allah da onlar hakkındaki hükmünü değiştirmeyeceğini buyurmuştur (er-Ra’d 13/11). Asıl olan insanın bir yandan sağlığını korumak başta olmak üzere yaşam koşullarını iyileştirmeye gayret etmesi, diğer yandan da ebedî hayatını hesaba katarak ömrünü geçirmesidir. Allah en doğruyu bilendir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|