Beddua kelimesi, Farsça “kötü” anlamına gelen bed ile Arapça “isteme, dileme” anlamına gelen dua sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında, “Allah kahretsin, Allah ona lânet etsin, belâsını versin!” gibi sözlerle kötü dilekte bulunmaktır. Böyle kötü bir temennide bulunmak hoş karşılanmasa da zulüm ve haksızlıkla karşılaşan kimsenin bundan bir sorumluğunun bulunmayacağını bildiren bazı âyet ve hadisler vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah -zulme maruz kalınmadıkça- çirkin sözün açık söylenmesini sevmez.” İbn Abbas yukarıdaki âyet için şöyle demiştir: “Allah, bir kimsenin başkası aleyhine beddua etmesini sevmez. Ancak zulme uğrayan müstesnadır. Çünkü ona, bu ayetle beddua etmesi konusunda ruhsat verilmiştir. Ancak bununla birlikte, sabretmesi kendisi için daha hayırlıdır.” Hz. Peygamber (s.a.v)’in Müslümanlara işkence etmek, İslâm dinine baskı ve şiddet uygulamak isteyen kimi müşriklere beddua ettiğine dair örnekler vardır. Nitekim müşriklerin önde gelenlerinden yedi kişi hakkında yaptığı beddua kabul edilmiş ve bu kişilerin hepsi Bedir Savaşı sırasında öldürülmüşlerdi Hicretin 4. yılında Necid bölgesine irşad için gönderilen 70 kadar sahâbenin şehid edildiğini Cebrail (a.s)’dan öğrenen Allah’ın elçisi, ertesi sabah namazının ikinci rekâtının rükûundan doğrulunca şöyle beddua etmişti: “Allah’ım! Mudar kabilelerini sana havale ediyorum. Onları perişan et! Onların yıllarını Yusuf Peygamber’in kıtlık yılları gibi yap, başlarına darlık getir.” Bu beddua okuma, beş vakit namazlarda bir ay süreyle devam etmişti. Ancak daha sonra Hz. Peygamber, Cebrail (a.s)’ın uyarısı üzerine bedduayı bırakmıştır Özellikle mazlumun bedduasından sakınmak gerekir. Nitekim Allah’ın elçisi, Muaz İbn Cebel (r.a)’ı Yemen’e vali olarak gönderirken, bazı görevlerini sıralamış, arkasından da “Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurarak, zulüm ve haksızlık konusunda onu uyarmıştır Ana-babanın çocukları ile ilgili yapacağı duanın kabul edileceği konusunda en yaygın hadis Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir. Bu hadiste şöyle buyurulur: “Üç duanın kabul edileceğinde şek ve şüphe yoktur: Bunlar; mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın çocuğu için yapacağı dua.” Burada “vâlid” anneyi de içine alır. Çünkü Tirmizî, bab başlığını, “Ana-babanın duası hakkında gelen rivayetler” şeklinde koymuştur. Sonuç olarak hadis, ana babanın çocukları lehine yapacağı duayı ifade ettiği gibi, yapacakları bedduayı da kapsayacak şekilde nakledilmiştir. Diğer yandan bedduanın tutması ve sonucunun ortaya çıkması için beddua edenin önemli bir haksızlığa uğraması da gerekir. Üstelik haksızlığa uğrama durumunda bile, sabredip haksızlık yapanı bağışlama İslâm’ın tavsiye ettiği bir ahlaktır. Ayette, “Kim sabreder ve bağışlarsa işte bu, büyüklere yaraşır üstün bir davranıştır.” buyurulur.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|