Zikir, beyin kapasitesini nasıl arttırır?
Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibariyle bioelektrik enerji üretip, bunu dalga enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan mânâları bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.
Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasite ile çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, klâsik bir yaşam türü geçirir. Bildiğimiz herkes gibi...
Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür!.
NOKTA 6 Mart 1994 tarih 11. Sayısında; ”Batı, zikri geç keşfetti” başlığı altında;
John Horgan’ın Bilim dergisinin (Scientific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan “Dağınık İşlevler” makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez sekiz yıl önce Ahmed Hulûsi tarafından yazıldığını biliyor muydunuz?
Bilimsel konularda aşağılık kompleksimizi yenmek, zaman alacak. İçimizden birinin yıllar önce savunduğu görüşleri dikkate almaktansa, o görüşlerin benzerlerinin dışarıda da kabul edilmeye başlanmasını bekleriz. Bazen de, aşağıda anlatacağımız Ahmed Hulûsi örneğinde olduğu gibi şaşırtıcı tesadüflerle karşılaşabiliriz. Bilim Dergisi’nde yayımlanan “Dağınık İşlevler” adlı yazıda John Horgan, “Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı var mı?” sorusuna yanıt arıyor ve 1993 yılında yapılan deneylerden yola çıkarak çeşitli tezler öne sürüyor. Ahmed Hulûsi ise, 1986 yılında yayımladığı “Din ve Bilim ışığında İnsan ve Sırları”, “Dua ve Zikir “ adlı kitaplarında bu soruların yanıtını çok daha önceden veriyor.
Sözü edilen makalede, John Horgan şu deneye yer veriyor:
Deneyde gönüllülere isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, “köpek” sözcüğü okununca “havlamak” gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor. Bu deneyde, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması, nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.
Ahmed Hulûsi, 1986‘da yayımlanan “İnsan ve Sırları” kitabının “Dünyadaki En Önemli Çalışma Zikir” adlı bölümünde bu konuyla ilgili şunları söylüyor:
Yaklaşık 14 milyar hücreden oluşan insan beyninin ancak cüzî bir kısmı doğum sırasında aldığı ışınlarla faaliyete girer; bundan sonra da yeni tesirlerle yeni açılımlara kavuşması imkânsızdır. Beyin, doğum anından sonra dışarıdan gelen ışın etkileri ile yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebed âtıl durmak için varedilmiş demek değildir bu.
“Allah” ismini dilinizle söylediğinizi kabul edelim...”Allah” kelimesinin beyinde hatırlanması demek, bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir bioelektriğin akışı demektir...Esasen beyindeki tüm fonksiyonlar beyin hücreleri arasındaki bioelektrik faaliyetten başka bir şey değildir! Her mânâya göre beyindeki değişik hücre grupları arasında bir bioelektrik akışı sözkonusudur. Bu akış neticesinde devreye giren hücre grubuna göre ortaya sayısız mânâlar çıkmaktadır.”
Belleğin işlevi, John Horgan ,”Dağınık işlevler” makalesinde aynı konuyu şöyle açıklıyor: “Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü, ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle bellek, yalnızca içeriğine göre değil, aynı zamanda işlevine göre de bölümlere ayrılıyor.”
Ahmed Hulûsi’nin, yine ”İnsan ve Sırları “ adlı kitabındaki yanıtı ise şöyle: “Zikir yaptığınız zaman, yâni Allah’a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğimiz zaman beyinde ilgili hücre grubunda bir bioelektrik akımı meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde manyetik bedene yükleniyor! Aynı zamanda siz bu mânâyı tekrara devam ederseniz; yâni, bu kelimeyi tekrara devam ederseniz, bu defa bu kelimenin tekrarından oluşan bioelektrik, daha da güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor.”
Sonuç olarak, zikrin bilimsel açıklamasının elimizdeki iki yorumu var: İlki, sekiz yıl önce Ahmed Hulûsi, diğeri ise dünyaca ünlü bir bilim dergisinin Türkçe sayısında John Horgan adlı bir Batı’lı tarafından yapılmış. Batılının dediklerine dört elle sarılmadan önce, Ahmed Hulûsi’yi bir kez daha okumakta yarar var.
BİLİM DERGİSİ Ocak 1994 sayısı, sayfa 12’de:
Dağınık İşlevler
Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı mı var?
Modern nöroloji bilimlerinde tanımlanan hâliyle beyin, hastaneye benzer. Örneğin beynin dil ile ilgili bölümünde, bazı nöronlar(sinir hücreleri), yalnızca özel isimleri, bazı nöronlar ise yalnızca düzensiz fiilleri kavramaya yönelik çalışırlar. Görme ile ilgili bölümünde, sinir hücrelerinin bir bölümü turuncu kırmızı renklere, bir bölümü güçlü kontrastlı diyagonal çizgileri, bir kısmı ise soldan sağa hızlı haraketlere yönelik çalışırlar.
Şimdi sorulması gereken soru, beynin değişik bölgelerinin sahip olduğu bu son derece özelleşmiş işlevlerin nasıl yeniden bir araya getirilerek, düşünce ve algılamanın bileşimi olan aklı oluşturduğudur.
Bağlantı problemi (Binding problem) olarak da bilinen bu bulmaca, yapılan deneylerin, beynin daha da özelleşmiş bölümlerini ortaya çıkarmasıyla daha da zorlaşmış bulunuyor.
Bazı kuramcılar algılamanın değişik öğelerinin “birleştirici bölgeler” (convergent zones) adı verilen yerlerde bir araya geldiği düşüncesini ortaya attılar. Bu bölgelerin en belirgin (short-term) ya da “çalışan“ (working) bellek alanlarıdır. Birinde elektrotlarla monitorize edilen maymunların, diğerinde ise PET (positron emission tomography) ile taranan insanların deneklik etmiş olduğu, 1993 yılında yapılan iki deneyde, ”çalışan bellek” te oldukça özelleşmiş bölgeler bulunduğu görülmüştür. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Fraser A.W.Wilson., Seamas P.Ö Scalaidhe ve Patricia S. Goldman-Rakic tarafından yapılan deneylerde görevliler, maymunları “çalışan belleğin” kullanılmasını gerektiren iki işi başarmaları için eğitiyorlar. Bu işlerden biri maymunların gözlerini bir ekranın başka bir yerinde yanıp sönen bir kare de, maymunun görüş alanı içinde yer alıyor. Karenin kaybolmasından birkaç saniye sonra maymun bakışlarını karenin bulunmuş olduğu noktaya yönlendiriyor.
Diğer iş, görüntünün konumundan çok niteliği ile ilgili bilginin akılda tutulmasını gerektiriyor. Araştırmacılar ekran merkezinde yanıp sönen bir görüntü oluşturuyorlar. Her maymun, görüntü kayboluncaya kadar beklemek ve gözlenen şekle bağlı olarak gözlerini sağa ya da sola çevirmek için eğitiliyor. Elektrotlarla, maymun beyninin pre-frortal konteks sinir hücreleri ekranda görülüyor. Pre-frontal korteks adlı bölgesindeki nöronların aktiviteleri, elektrotlarla ekrana yansıtılıyor.
Her testte sadece bir nöron grubu harekete geçiyor. Konumla ilgili “nerede” testi, prefrontal korteksin bir bölgesindeki nöronları aktive ederken, şeklin içeriği ile ilgili olan “ne” testi diğerine komşu ama ayrı bir bölgedeki nöronları harekete geçiriyor. Goldman-Rakic, pre-frontal korteksin şimdiye değin hep bilginin yönlendirildiği ve planlama, düşünme, anlama ve istem için sentez edildiği yer olarak düşünüldüğünü belirterek, bu alanın en azından duyusal ve motor bölgeler kadar bölümlenmiş olduğunu gösterdiklerini söylüyor.
Geçen yıl içinde Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından ortaya koyulan tamamlayıcı bulgular, insanlar üzerinde PET ile yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor. Deneyde gönüllülere, isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, “köpek” sözcüğü okununca “havlamak” gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.
Bu deneyde pre-frontal ve cingulate korteks de dahil olmak üzere, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise, nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.
Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek, yalnızca içeriğine göre değil; aynı zamanda işlevine göre bu bölümlere ayrılıyor. Washington Üniversitesi’nden Steven E.Petersen, bu sonuçları Goldman-Rakic’in düşünceleriyle uyum içerisinde olduğunu söylüyor.
Peki nasıl oluyor da beyindeki bu özelleşmiş alanlar birbirleriyle büyük bir uyum içerisinde çalışabiliyorlar? Aktiviteler tek bir merkezden mi, yoksa beyne yayılmış olan bir çeşit entegrasyon ağı tarafından mı koordine ediliyor? Petersen; algılama, bellek ve istemin entegre edildiği bir tek lokalize alan ya da lokalize olmuş birkaç alan bulunduğu düşüncesini savunuyor. Goldman-Rakic’in görüşleri ise, farklı fakat eşdeğer bölgelerin birbirleri ile bağlantı ve ilişki içerisinde bulunduğu, hiyerarşik olmayan bir modele daha yakın. San Diego’daki California Üniversitesi’nde bellekle ilgili araştırmalar yapan Larry R.Squire, ”bağlantı problemi”nin çözümünün uzun yıllar alabileceğini, bağlantı mekanizmasının ne olduğu konusunda gerçek bir ipucunun bulunmadığını düşünüyor. Ama öte yandan hızla gelişen teknolojinin son ürünlerinden biri olan mikroelektrotlar, vücuda zarar vermeyen görürtüleme teknikleri (örneğin PET ve Magnetik Rezonans ile Görüntüleme gibi) ve bilgisayarlar sayesinde bu sorunların yakın bir gelecekte yanıtlanacağından ve deneysel bilgilerle yeni modeller oluşturulabileceğinden umutlu Squire’ın da dediği gibi, “Bu teknolojik destek olmadan artık hiçbir şey yapılamaz.”
John Horgan
Kısa ömürlü radyoaktif maddelerin kan dolaşımına verilmesiyle nöron aktivitesinin dolaylı olarak ölçülmesi.
Yukarıdaki yazı, SCIENTIFIC AMERICAN Dergisi’nin Ocak 94 sayısının tercümesidir.
Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir halde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu, ZİKİR’den geçer.
ZİKİR ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grupları arasında üretilen bioelektrik enerji, zikrin devamı hâlinde bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilâve ederek devreye sokar.
ZİKİR, konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikamette de faaliyet gelişir.
Bu tekrara daha uzun bir süre devam ettiğimizde ise, devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla, beyninizde yeni mânâlar oluşmaya başlıyor. Tekrarladığınız kelimelerin işaret ettiği mânâ istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor ve siz:
“Ben zikre başladıktan sonra kafam değişmeye başladı, huylarım değişmeye başladı. Bir takım şeyleri daha iyi anlamaya başladım!” gibisinden şeyler söylemek durumunda kalıyorsunuz!.
Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mânâ, hem de enerji, dalga bedeninize yüklendiği için, fizik beden ötesi yaşamınız daha farklı bir düzeye erişiyor!.
“DÜNYADA A’MÂ OLAN ÂHİRETTE DE A’MÂDIR!.” (İsra: 7
Âyeti kerîmesinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize farkettirmeye çalışmaktadır
|