Ne çok derdimiz var !
O ﷺ henüz doğmadan babası vefat etti. Daha küçük bir çocukken 5-6 yaşlarında annesiz kaldı.
Ebvâ'daki ayrılığı hiç düşündük mü, ya da haberimiz var mı?
Kendisine sahip çıkan dedesi de vefat edince amcasının yanında hayatını sürdürdü. Koruyup kollayan amcası da, uğruna bütün servetini harcayan ilk gözağrısı eşi Hatîce de vefat etti.
Oğlu Kâsım iki yaşında, oğlu İbrahim 17-18 aylıkken, hicretin 8. senesinde kızı Zeynep, Bedir savaşının hemen ardından kızı Rukiyye, hicretin 9. senesinde kızı Ümmü Gülsüm vefat ettiler. Oğlu Abdullah ise sadece 3 ay yaşadı.
Bütün bunlar çok mu kolay?
Hak uğrunda mücadele etti herşeye rağmen, açlıktan karnına taşlar bağladı, bizzat elinde kılıçla savaşlara katıldı yaralandı, taşlandı, yoluna dikenler serildi, sırtına deve işkembesi koyuldu, en sevdiklerini kaybetti.
Maddi beklentiler ve hedefler uğrunda değil, emredildiği gibi dosdoğru olmak uğrunda her zorluğa katlandı.
Bütün bunlar hikaye değil!
Ya ben?
Dert ettiğim, küstüğüm, yorulduğum, beklediğim, hayal ettiğim, biriktirdiğim, üzüldüğüm, kapris yaptığım, beğenmediğim, inat ettiğim, kırıp döktüğüm ne varsa, sanki şeytanın verdiği ümitlerle yoğurulmuş gibi...
Efendim'in başına gelenlerin kaçı başımıza geldi de bu kadar bezgin bir ruh halinin esiriyiz. "E kardeşim O peygamberdi, biz nasıl Onun gibi olalım?" cümlelerini duyar gibiyim.
Vallahi o da etten kemikten bir insandı, teninden akan kan gerçekti, gözünden akan yaşlar da, çocuk sahibi olması da, onları kaybetmesi de, evlenmesi de hepsi sen-ben kadar gerçekti.
O'nun her adımını düşlemeye çok muhtacız. Kendi çıkıntılarımızı törpülemeye çok muhtacız. Bu dünyada sönüp gidecek emellere hayallere bir ömür harcamaktan vazgeçmeye daha çok muhtacız...
Peki ya kızı Fâtıma, Babasıﷺ göçünce bu alemden, 6 ay dayanabildi ayrılığına. Sadece 6 ay!
Of!
Ne çok derdimiz var değil mi!
|