Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Ya nur zikrinde gelen neydi.?
Tekil Mesaj gösterimi
  #14  
Alt 13.02.23, 09:10
imas - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
🔶️imas imas isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Bilgili Üye
 
Üyelik tarihi: 18.01.20
Bulunduğu yer: her yer
Mesajlar: 16,709
Etiketlendiği Mesaj: 3577 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
ata103 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Öncelikle ben Allaha ve dinine iftira atıyorsam Rabbim bana hidayet versin, hakkı göstersin.
Allah'ın iradesinin,kudretinin,işitmesinin,görmesinin her yeri kapsadığına inanıyorum ama zatının Arşta, yarattıklarının üzerinde olduğuna inanıyorum

Getireceğim Deliller:

"Firavun dedi: Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap ki o sebeblere (yollara) erişeyim, (yani göklerin yollarına erişeyim de Mûsâ'nın ilahına çıkıp bakayım)" (Mu'min, 36-37).

"(ALLAH, yaratma) işi (ni) gökten yere düzenler" (Secde, 5).

"Hayır ALLAH onu (İsâ'yı) kendisine yükseltti" (Nisâ, 158);

"Güzel söz O'na çıkar" (Fâtır, 105)

"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" (Mulk, 16).
Göklerin yukarısında Arş vardır. Arş, göklerin yukarısında olunca "Gökte olandan emin misiniz?" buyurmuştur. Çünkü ALLAH, göklerin üzerindeki Arş'a istivâ etmiştir. Her yukarıda olan, göktür. Arş, göklerin en yukarısıdır"
(İmam el-Eş'ârî, el-İbâne an Usûlu'd-Diyâne, Medine 1975, s. 30-31).


Bir adam Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve:

- Benim üzerime mûmin bir köle azat etmek vacib oldu. Bu kâfi midir? diye sordu.
Peygamber (s.a.v) o cariyeye sordu: "Sen mûmin misin?"
Cariye: "Evet" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Peki, ALLAH nerededir?" diye sordu.
Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "Onu azad et, o mûmindir" dedi.
(Muslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167, Eyman, 16; Nesâî, Sehv ; Muvatta, Itk.8-9; Ahmed îbn Hanbel, 11/291. 1;
İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988, s. 288; İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arabca kısmı).

İmam Mâlik'e ALLAH'ın Arş'a nasıl istivâ ettiği sorulduğunda; "O Rahman, kendini vasıfladığı şekilde Arş'a istivâ etmiştir, O'nun hakkında nasıl sorusu sorulmaz" demiştir. Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:

"İstivâ (Arab dilinde anlamı)meçhul değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinmez. Buna iman etmek vacibdir ve bu konuda soru sormak bid'attir" (Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât; Mısır 1358, s. 408)


Câbir ibnu Abdullah (r.anh)’dan, şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) Veda haccında Arefe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu:
Ben vazifem olan tebliği yaptımmı ne diyorsunuz?
Sahabelerde; Evet Ya RasulAllah hakkı ile yaptın diye cevab verdiler.
Rasulullah (s.a.v.) de şehâdet parmağını SEMAYA DOĞRU KALDIRIP İNSANLARA KARŞI İNDİREREK ALLAH'IM ŞAHİD OL DİYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi.
(Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (121 Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmişlerdir.)

sizden de Allahın zatının heryerde olduğuna dair delil getirmenizi istiyorum
"""""bu sana kisa olan bir delil"""""

O, فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ "Hem gökte hem de yerde ilâhtır." (Zuhruf, 43/84) âyetinin de gösterdiği gibi yerin ve göğün yaratıcısıdır. Ayrıca O, وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُم "Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) âyetine göre de, nerede olursak olalım bizimle
beraberdir.

""""buda sana uzun bir delil"""'

"Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor. Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!" (Mülk, 67/16 ve 17)

. أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء "Gökte olandan emin mi oldunuz?" مَّن فِي السَّمَاء "Semadaki zat (gökte olan)" demektir. Bu ünvan bizden üstün olarak gökte bulunan akıl sahibi varlıkların hepsini içine almaktadır. Onun için bazı müfessirler "göktekiler"den maksadın melekler olduğunu söylemişlerdir. Lâkin sözün gelişi, bunun melekler değil de, Allah Teâlâ olduğunu göstermektedir ki selef âlimlerinden nakledilen görüş de çoğunlukla budur. Ancak وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ "O'nun kürsüsü (tahtı) gökleri ve yeri içine alır..." (Bakara, 2/255) âyetinde ifade edildiği gibi Arş'tan da üstün olan veلَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şûrâ, 42/11) âyetine göre de benzeri bulunmayan Allah Teâlâ göktedir demek nasıl olur? ? zarfiyyet mânâsına geldiği ve zarf, mazrûfundan (zarflanandan) büyük olduğu cihetle göğün Allah Teâlâ'dan daha büyük olması, yahut O'nun da yarattığı cisimler gibi mekana muhtaç olması ve mekanın O'na ihtiyaç duymaması lazım gelmez mi? Ve o halde O, her şeyi kuşatıcı olur mu? diye birçok soru sorulabilir. Zaten bu yüzdendir ki sözkonusu âyetle ilgili oldukça fazla münakaşa yapılmıştır. Bu konuda mânâsı en muhkem (açık ve kesin) olan لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ âyetini, Allah Teâlâ'nın mekandan ve cihetten berî olduğuna dair zikredilen naklî ve aklî delilleri iyi kavrayamamış olan Müşebbihe Mezhebi taraftarları, birçok mânâya ihtimali olması itibariyle az çok müteşabih olan مَّن فِي السَّمَاء "gökte olan" dan maksadın Allah Teâla olduğunda ve bundan dolayı da "Allah göktedir." demekte ısrar etmişler ve gökten de cismânî mânâ anlamak istemişlerdir. Bazıları da الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَ "Rahmân Arş'a istivâ etti." (Tâhâ, 20/5) âyeti ile uyumlu hale getirmek için buradaki عَلَى yı فِىى mânâsına alarak göğün üzerinde, yani fevkında Arş üzerinde demek olduğunu söylemişlerdir. Ancak bundan kimisi sabit kalmak, kimisi de cihet (yön) mânâsını çıkarmışlardır. Bunlar ise, muhkem olan لَيْسَ كَمِثْلِهِ ِشَيْءٌâyetine ve daha başka âyet ve delillere de ters düşmektedir.

Ebu Müslim el-İsfahâni gibi bazıları da bunun, "Allah göktedir." diye zanneden müşriklerin zanlarına göre bir hitab olduğunu benimsemişlerse de, burada da hitabın önceki âyette olduğu gibi umumi bir anlam taşımasının sözgelimine daha uygun olmasından dolayı bu görüşün de makbul olduğunu ileri sürmek oldukça zordur. Bir kısım âlimler de bunun, وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ "Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O'dur." (Zuhruf, 43/84), وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا "Ve her göğe görevini vahyetti." (Fussilet, 41/12) âyetleri doğrultusunda yani "Hükmü, emri gökte cereyan etmektedir." demek olduğunu söylemişlerdir. Selef âlimleri ise bunu da اَلرَّ حْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى âyeti gibi müteşabih kabul ederekلاَيَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللهُ "Müteşabihin te'vilini Allah'tan başka kimse bilmez..." (Âl-i İmrân, 3/7) deyip te'vile girişmemişler, yani bundan şu kasdedilmektedir, diye mânâyı tayin etmeye kalkışmamışlar; mahiyetini Allah'a havale ederek bir cariye hadisinde olduğu gibi فِى السَّمَآءِ "gökte" demekle yetinmeyi daha ihtiyatlı görmüşler ve لَيْسَ كَمِثْلِهِ ِشَيْءٌ "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." demekten de geri durmamışlardır.

Allah Teâlâ'nın yüce zatına ters düştüğü aklen ve naklen bilinen cisimlendirmek, benzetmek ve hulûl (bir cisme girme) fikirleri gibi batıl inançlara düşülmemesi için bizim ulaştığımız kanaat şudur: Buradaki sema, gök dediğimiz cismânî semadan ibaret değil, mutlak yükseklik ve üstünlük işaretidir. Maddî, manevî, cismânî ve ruhani bütün yaratıkların, mekanın ve zamanın üstü demek olan mutlak yükseklik mânâsınadır. İşte bu anlama göre مَنْ فِى السَّمَآءِ ancak Allah Teâlâ'dır. Zira her şeyin üzerinde, her şeyden üstün olan ancak O'dur. Arşın üzerinde demenin mânâsı da budur. Bunlar, gerek الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى "Rahmân Arş'a istivâ etti." (Tâhâ, 20/5) gerek مَّن فِي السَّمَاء "semada olan." (Mülk, 67/16) vasıfları, tıpkı تَبَارَكَ وَتَعَالَى "yüce ve yüksek olmak" وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيم "O, yücedir, büyüktür." (Bakara, 2/255), وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير "O, her şeye gücü yetendir." (Hadid, 57/2), إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيط "O, her şeyi kuşatıcıdır." (Fussilet, 41/54), لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْء "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şûrâ, 42/11) âyetlerinde olduğu gibi mutlak tenzih ifade eden vasıflardır. Ve bu mânâ ile yücelik O'nun gerek yeryüzünde ve gerek semada eşyadan hiçbir şeye karşı nisbetinde bir fark ifade etmez. O, فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ "Hem gökte hem de yerde ilâhtır." (Zuhruf, 43/84) âyetinin de gösterdiği gibi yerin ve göğün yaratıcısıdır. Ayrıca O, وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُم "Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) âyetine göre de, nerede olursak olalım bizimle beraberdir. Ancak O, her şeyden üstündür. Bizim nazarımızda yüceliğin en yüksek örneği gök olduğu için Allah Teâlâ'nın mutlak yüceliği de onunla ifade edilmiştir. Yalnızca yaratıcı ve yaratıkların isimlerini mukayese etmekle bile bu mânâ açıkça anlaşılmış olur. Allah göktedir. Göğün üzerindedir. Arş'ın üstündedir demekte ısrar edenlerin asıl maksatları da, Allah'ı cisimlendirmekten berî kılmakla bu mutlak yüceliği ispat etmektir. Fakat bunu takdir edemeyenler teşbihe sapmışlardır. Biz gök kelimesinden de yükseklik mânâsı anlarsak da, bu kelimenin kökü renk mânâsına olan "gök"le ilgilidir ve sema ise mutlak yükseklik mânâsını ifade eden "sümüv"den türemiştir. Bu yüzdendir ki gök tabirinde tecsim (cisimlendirme), sema tabirinde de yükseklik mânâsı açıkça anlaşılmaktadır. Gök demek her zaman sema demenin yerini tutmaz.

Onun için "Allah semadadır." demek, Allah şu cisimlendirilen göktedir anlamında değildir. Sonra şunu da belirtmek gerekir ki فِي harfinin ifade ettiği zarfiyyet ister hakiki olsun, ister mecazi olsun "kapsamak" mânâsını gerektirmez. Mesela, "Sema başımızdadır." "Yer ayağımızın altındadır." dediğimiz zaman bu cümlelerden "Kuş havadadır." cümlesinde olduğu gibi zarfiyyet mânâsı anlamayız. Ne başımızın semayı, ne de ayağımızın altının yeri kuşatmış olduğu iddiasında bulunmayız. İşte bu gibi yerlerde با، الى، على، فى gibi diğer bir harf mânâsıyla da tefsir edilebilir. Bu yüzdendir ki مَّن فِي السَّمَاء sözündeki zarfiyyet ile اَلنَّجْمُ فِي السَّمَاء "yıldız semadadır" cümlesindeki zarfiyyet aynı anlamda değildir. Bunun gibi Allah Teâlâ'nın semada olmasını, Güneş'in semada olması arzında değil, hisse göre ilmin, cahile göre âlimin, yaratıklara göre yaratıcının, mahkûma göre hâkimin ve memura göre âmirin üstünlüğü tarzında anlamak gerekmektedir.

Âyette عَلَى السَّمَاء buyurulmayıp فِي السَّمَاء olarak zikredilmesi ise, O'nun yüceliğinin görünen ve görünmeyen her şeyi dışardan ve içerden kuşatmış olduğunu, semanın yalnız üstünde değil, içinde de hükmünü, ulûhiyyet ve yaratıcılığını ifade etmek gibi bir nükteyi de kapsadığını gösterir. Bu ise tamamen وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهرَكُمْ "O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizi, açığınızı, (hayır ve şerden) ne kazanacağınızı bilir." (En'âm, 6/3) âyeti gibidir. فِي السَّمَاءِاَمْرُهُ "Allah'ın emri semadadır," şeklinde tefsir edenler de bu anlamı kasdetmişlerdir. Demek ki, اَللهُ فِي السَّمَاءِلاَفِى الْاَرْضِ "Allah, yerde değil, göktedir." tezini savunanlar, O'nun mekândan münezzeh (berî) olarak her yerde hazır ve nâzır olduğunu inkâr edip وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهرَكُمْ âyetinin açık anlamına karşı gelmişlerdir.

Evet, sadece اَللهُ فِى الْاَرْضِ "Allah yerdedir." demenin de caiz olmayacağında ittifak vardır. Çünkü bununla mekan anlamı kasdedilmese bile, alçaklık mânâsına geldiği kolayca anlaşılmaktadır. Halbuki sadece اَللهُ فِي السَّمَاء "Allah semadadır." demek ise, cisim, mekân ve cihet kasdedilmeyerek, mutlak yücelik ve yükseklik mânâsıyla caizdir. Çünkü sema, yeri de kuşatmaktadır. Fakat اللهُ لَيْسَ فِى السَّمَآءِ "Allah yerde değildir." sözü O'nun yerde Allahlık ve tapınılma vasfını, ilim ve kudretinin nüfuzunu inkâr, yahut yeri O'nun kuşatması dışında tutmak kasdıyla söylenirse caiz olmaz, küfür olur. Çünkü وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ "O, göklerde ve yerde tek Allah'tır." (En'âm, 6/3) ve إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ "Muhakkak O, her şeyi kuşatıcıdır." (Fussilet, 41/54) Ancak mekân, alçaklık ve cisimlendirmeyi ortadan kaldırma mânâsı kasdedilirse, noksan sıfatlardan berî kılınmış olacağı için doğrudur. Yer, bize göre bile itaatkârdır. Lâkin bu mânâda اللهُ لَيْسَ فِى السَّمَآءِ "Allah, semada değildir, yani semada sabit değildir." demek de doğrudur ve öyle itikad edilmelidir. Çünkü O, semanın yaratıcısıdır. وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ "O'nun kürsüsü semavat ve arzı kuşatmış." (Bakara, 2/255)dır. وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ "O yücedir, büyüktür." (Bakara, 2/255), لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şûrâ, 42/11) اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ "Allah sameddir, O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'na eş ya da denk değildir." (İhlas, 112/2-4) Bunun için وَهُوَ اللهُ فِى السَّمَوَاتِ وَفِى الْاَرْضِ âyetinden de "Allah Teâlâ'nın zatı, gökler ve yerin içinde sabittir." tarzında bir mânâ çıkarmaya kalkışmak doğru değildir. O'nu, göklerde ve yerde tapınılan Allah, diye anlamak gerekir. يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهرَكُمْ "Sizin gizlinizi de açığınızı da bilir." (En'âm, 6/3) âyeti de bunu beyan etmektedir.

Allah bütün göklerden ve yerden, Arş ve Kürsi'den ve her şeyden büyük, lütufkâr ve haberdardır. Her şeyden mutlak bir üstünlükle üstün olan yüce Rab'dır. İşte bu mânâ ile مَّن فِي السَّمَاء 'dan "Allah" mânâsı anlamak doğru olur. Yaratan O, yeri itaatkâr kılan O, dönüş kendisine olan, dünya ve ahiret kendisinde birleşen mülkün sahibi, üstün ve yüce olan ancak O'dur. فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِن رِّزْقِهِ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ "Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır." (Mülk, 67/15) emriyle bizim yeryüzünde yürümemizin ve dönüşümüzün kendisinden geldiği gibi yine kendisinde son bulduğunu bildirerek bizi, yalnız yerdeki rızık ve hayat ile bırakmayıp وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ "Rızkınız semadadır." (Zariyat, 51/22) âyetinin ifade ettiği gibi gökte rızıklandırmak üzere kendisine davet buyurmakta olduğunu ve şu halde bizim yerin omuzlarında yürürken yer ile beraber ona doğru gidiyor olduğumuzu, bu gidişin ise kolay olmayıp ilerlemesi ne kadar yüksek ise, alçalma ve iniş tehlikesinin de o nisbette büyük bulunduğunu beyan ederek uyarı makamında siz lütfu ve kudreti altında bulunduğunuz "O semadakinden emin misiniz?" ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِىى السَّمَآءِ َ diye buyurmuştur.
Yani O'nun sizi ve yeri hep bulunduğunuz halde tutup duracağından ve gidişinizde sizi hiç helak etmeyeceğinden emin oldunuz, güven kazandınız da hiç korkunuz kalmadı mı? O yer üzerindeki hareketlerinizde nasıl küfür ve nankörlüğe, şeytanlık ve isyana sapar da korkmazsınız O üstünüzdekinden? أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ Sizi yere geçirivermesinden, yahut yer ile beraber batırıvermesinden ki فَإِذَا هِيَ تَمُورُ o vakit bir de bakarsınız ki o altınızdaki itaatkâr olan yer ızdırapla çalkalanıyordur. O ızdıraplarla bir volkan ateşinde kaynar gidersiniz, o cehennemi boylarsınız. O halde Allah'tan korkun da o yerin üzerinde yürürken küfür ve şeytanlıkla onu bozmaktan, Allah'ın emirleri hilafına haksız ve çirkin hareketlerden sakının.

Bu uyarı, yerin itaatkârlığını ortadan kaldırmakla dahilinden uyarıdır. أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًا âyeti de, yerin itaatkârlığı ve uysallığı durduğu halde haricinden uyarıdır. Yani yoksa emin misiniz o semadakinden, korkmaz mısınız? Şeytanlara atış taneleriyle saldırıldığı gibi üzerinize semadan bir hâsıb, taşlar, mermiler yağdırmağa memur bir elçi, bir melek, bir rüzgar gönderivermesinden.فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ Artık ileride nezirimin nasıl olduğunu bileceksiniz. Gönderdiğim peygamberin yahut onunla haber verdiğim uyarı ve tehdidimin ne olduğunu, yani şimdi iman etmezseniz ileride fiilen bilmeğe mecbur olacaksınız

""""oldumu yettimi bu deliller""''

__________________
'Muhammedün Seyyidü’l-Kevneyni; / Ve’l-Ferikayni min Arabi’n ve min Acemi' (Muhammed (s.a.v)
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147