Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Cinnet - Histerik Psikoz
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 13.02.17, 03:25
💜Adalet Adalet isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 19.08.14
Bulunduğu yer: United States
Mesajlar: 2,782
Etiketlendiği Mesaj: 64 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Cinnet - Histerik Psikoz

Sınırı aşmak, cinnet geçirmek sebep ve sonuçları ile Histerik Psikoz:

Yazılı ve görsel basında sıklıkla karşılaştığımız "cinnet geçirerek..." diye başlayan haberler hepimizin tüylerini ürperten sonuçlar doğurabilmektedir. Asıl ilginç olan nokta, genellikle daha önce herhangi bir psikiyatrik sorunu olmadığı düşünülen, bu tür bir davranışın hiç beklenmediği kişilerden bu davranışların kaynaklanabilmesidir. Bu nedenle pek çok kişi " acaba ben de aniden kendimi kaybederek böyle yapar mıyım?" şeklinde korkulara kapılabilmektedir.

Aniden ve dramatik bir şekilde gelişen bu durumun başlangıcı öncesinde genellikle çok üzücü olaylar bulunabilmektedir. Kişiler bu durumda varsanılar (halüsinasyon) ( gerçekte olmayan sesler duyma, görüntüler görme, kokular duyma ya da tensel dokunmalar hissetmek şeklindeki algılar) yaşayabilmektedirler. Sanrılar (hezeyan, delüzyon) yani gerçekte olmayan ama olduğuna kesin bir şekilde inanılan düşünceler içinde olabilmektedirler. Bazen de depersonalizasyon ( kişinin kendisini ya da kendi bedeninin bölümlerini kendisine yabancı hissetmesi) ya da derealizasyon ( kişinin etrafındakileri yabancı hissetmesi) gözlenebilmektedir. Kişiler olağandışı, kendi özelliklerine uymayan davranışlar gösterebilirler. Bu durumdaki kişilerin duygusal durumları ve görünümleri gerçek psikozlar gibi donuk değil, uçarı ve değişkendir. En önemlisi, bu düşünce ve davranım bozuklukları ile giden durum birkaç saat ile birkaç hafta arasında değişebilen bir sürede düzelmektedir.

Histerik psikozun tarihi süreci:

"Histerik psikoz" olarak adlandırılıp, acil psikiyatrik tedavi ve hastanede yatış gerektiren bu durum, yüzyılın başlarında "histerinin bir çeşidi" olarak tanımlanmıştı. Avrupa ve Amerika'da yaygın bir biçimde kullanılmaktaydı.

İlk olarak Moreau de Teurs 1845 yılında bu durumun karakteristik görünümlerini incelemiştir. 1868 yılında Andreas Hoek bu durumun temelinde travmatik yaşantılar olduğunu belirtmiştir. Freud 1894'te bu yaşantının kişinin hissettiği dayanılamayan fikirlerin ve beraberindeki kaygı ve suçluluk hissinin sonucunda, benliğin kendini koruma çabası şeklinde oluştuğunu ileri sürmüştür. Aynı yıl Pierre Janet histerik psikozun dissosiyatif yapısını göstererek, tedavide hipnozu kullanmıştır. Bu dönemde histerik psikoz konusunda en önemli otorite Pierre Janet olmuştur. Freud ve Breuer'in histeri ve histerik psikoz üzerine ilk görüşleri Janet'den güçlü bir şekilde etkilenmiştir. Ancak Babinski'nin de desteklediği, organik temeli yok şeklindeki histeriye karşı yürütülen kampanya ve Bleuler'in şizofreni kapsamını aşırı genişleterek, aslında şizofreni olmayan bu durumu da şizofreni içine katması sonucu "histerik psikoz" kavramı unutulmaya başlandı. Bu kişilere yapılması gereken uygun tedaviler yerine, farklı yaklaşımlar uygulanmaya başlandı. Bleuler'in etkisi o kadar güçlü oldu ki, 1911 yılından sonraki dönemde, Freud dahil çoğu psikiyatr histerik psikoz tanısını koyamadı. Fenichel'in 1945 yılına ait eserlerine göre, gerçeklik dayanılmaz hale gelirse, kişi histerik psikoz ile gerçeklikle ilişkisini keser ama durum tekrar dayanılır hale getirilir demiştir. Bu reaksiyonun çocuk sahibi olma, operasyon geçirme gibi stres etkeni diğer durumlarda da görülebileceğine dikkat çekmiştir. Hissedilen belirtilerin sıklıkla, eksikliği hissedilen isteklerin doyumu şeklinde olduğunu düşünmüştür.

Hollander ve Hirsch 1964 yılında histerik psikoz kavramını formüle edip, tekrar canlandırdılar. Yaşanan belirtilerin içinde olunan kültür tarafından anormal karşılanmayan bir strese karşı dayanma davranışı şeklinde kabul edilip, tolere edilebileceğini belirtmişlerdir. Bu esnada durum öncesi yaşanılanların dramatize edilerek, başkaları ile olası çatışmaların önlenebildiği, yardım ve destek arayışına girildiğini öne sürmüşlerdir. Bu reaksiyonun cephedeki askerler arasında ya da sivil hayatta trafik kazaları ve cerrahi operasyonlar sonrasında görülebileceğini belirtmişlerdir.

Bu sorun kültürel olarak yaşandığı Yeni Gine'de Bena Bena yerlileri aile kurma aşamalarında bu durumu yaşanabilmekte ve kültürel olarak doğal karşılanabilmektedir.

Van der Hart travmaların etkisi ile oluşabilen dissosiasyonun (kişinin kendisi, etrafı ve olaylara karşı değişik bir farkındalık hali içine girmesi) önemli rol oynadığını belirtmiş, histerik psikoz yerine "reaktif dissosiyatif psikoz" teriminin kullanılmasını önermiştir.

Ülkemizde Tutkun, Yargıç ve Şar'ın çalışmaları ile, bu bozukluğun sadece bu hali ile sınırlı bir durum olmayabileceği, adeta bir buzdağı gibi belirtilerin altında gizlenmiş olan bir dissosiyatif kimlik bozukluğunun bulunabileceğini göstermişlerdir. Bunun da çocukluk çağı travmatik yaşantılarının varlığını gösterebileceğine dikkat çekmişlerdir.

Histerik psikoz ve evlilik:

Rosenbaum' a göre aile içi ilişkilerdeki sorunlar, bozuk evlilikler, istenmeyen ya da istenip de geleceği olmayan cinsel yaşantılar, kişiyi kısıtlayan çevreye aşırı ölçüde sessiz bir şekilde katlanma hali de bu duruma yol açabilmektedir.

Martin'e göre bu durumu yaşayan kadınlar eşlerine karşı nefretle yüklü bağımlı bir ilişki içindedirler. Bu bireylerin eşleri bu bağımlı yapıya ait davranışlara tahammül edemezlerse, kişiler gerçekçi bireyselleşmeyi gerçekleştiremezlerse bu sorun yaşanabilmekte ve kişiyi o anın gerçekliğinden uzaklaştırmaktadır. Aynı zamanda bu tablo ile eşlerine davranışlarını düzeltmeleri mesajı da verilmektedir. Bu kişilerin eşleri onlara destek vermekte yetersiz kalmakta ve ilişkileri süresince onların varolan güçlerini yıkacak şekilde yaklaşmaktadırlar. Evlilikler daha çok eşlerinin girişimleri ile bitebilmektedir. Bu kadınlar olası kayıplardan doğabilecek acıyı yaşayabilecek kapasiteyi gösteremeyebilirler.

Cavernar, Sullivan ve Maltbie'ye göre ise, bu durumun oluşumu öncesinde cinsel girişim bulunabilmektedir. Bu cinsel girişim istenmemekte ya da ilişkinin geleceğinden dolayı sıkıntı hissedilmektedir.

Hollender ve Hirsch bu durumu yaşayan kadınların temel olarak anne-çocuk tipinde bir ilişkiye eğilimli olduklarını, yetişkin ilişkileri ve sorumluluklarına hazır olmadıklarını ve cinsel sorunlarının olabileceğini belirtmişlerdir.

Ülkemizde de Şar ve Savaşır'ın yaptığı araştırmalara göre, hastaların yaşam öykülerinde kendilerinin sevgi gibi duygusal ; güvenlik, beslenme ve eğitim gibi maddi gereksinimlerini ihmal eden, reddedici , ilgisiz ve kısıtlayıcı özellikleri olan ebeveynlere sahip oldukları , çok sayıda bitip tükenmez hayal kırıklıklarına maruz bırakıldıkları saptanmıştır.

Bu şekilde bir altyapısı olan bozukluk zamanında harekete geçilmezse kişinin ve çevresinin hayatını tehlikeye sokabilecek durumlara yol açabilir. Eşlere düşen görevler arasında, anneleri ve babaları ile eşleri arasına gereken sınırı çekebilmek, eşlerinin olası baskılar karşısında zorlanmalarına olanak vermemek , gereken yerde aile büyüklerine yanlış davranışları nedeniyle müdahalelerde bulunmak, duygusal paylaşımlarını arttırmak gelmektedir. Çünkü sizin ve çocuklarınızın hatta torunlarınızın mutluluğu ve sağlığı sadece sizin değil eşinizin de elindedir.

Anne ve babalar ise, çocuklarını ileride kendi kararlarını isabetli bir şekilde kendi başlarına verecek, özgür iradelerini kullanabilecek ve zorluklar karşısında boyun eğmeyecek bir yapıda yetiştirmelidir. Aksi halde çocuklarının kişilikleri yeterince olgunlaşamayacak ve her yönü ile bağımlı, tepkisiz , sorunları çözemeyen, sürekli içine atıp bu tür psikiyatrik sorunlar yaşayabilecek kişiler yetiştirmiş olacaklardır.

Bu kişilerin diğer yakınlarına da görevler düşmektedir. Öncelikle herkes empati (kendisini başkaları yerine koyarak düşünüp, davranmaya, başkalarını anlamaya çalışmak) yapmaya çalışmalı, başkaları üzerinden rahatlamaya çalışmamalı, her zaman her yerde haklı olduğunu düşünmemelidir. Mutluluğunuz başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulmamalıdır. Kişiler eğer mümkünse, sınırları aşmamak kaydı ile, baskıcı durumlara müdahale etmeli, bu durumdaki kişileri psikiyatrik tedaviye yönlendirmeye çalışmalıdırlar.

Psikiyatrik tedaviler ile bireylerin bu durumu yaşarken acil olarak zarar görmeden, ilaç tedavileri ya da terapiler ile normal durumlarına getirilmesi hedeflenir. Sonrasında kişinin geçmişteki travmalarının çözümlenmesine çalışılır. Bu noktada aile terapileri gerekebilir. En son aşamada ise kişinin sorunlarla başetmede daha uygun ve etkin davranabilmesi için gerekli benlik gücünün sağlanması amaçlanır.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147