imas Nickli Üyeden Alıntı
Sorulan soru.......
Dağda yetişip, hiçbir din duymayıp puta tapan müşrikler, Cehennemde sonsuz kalmazsa, Cennete girmesi lâzım gelir. Bu da olamaz. Çünki müşriklere, Cennet harâmdır, yani yasakdır. Bunların yeri Cehennemdir. Nitekim Allah u Teâlâ, Mâide sûresi 75. âyetinde, İsâ aleyhisselâmın meâlen, “Allah u Teâlâdan başkasına tapanlar, başkalarının sözlerini O’nun emrlerinden üstün tutanlar, Cennete giremez. Onların konacağı yer Cehennemdir” dediğini beyân buyurdu. Âhirette Cennet ile Cehennemden başka yer de yokdur. (A’râf)da kalanlar, bir müddet sonra Cennete gideceklerdir. Sonsuz kalınacak yer, yâ Cennetdir, yâ Cehennem! Bunlar hangisinde kalacakdır?"
imami rabbaninin verdigi cevap......
Buna cevâb vermek çok güç! Kıymetli yavrum! Biliyorsun ki, çok zaman bunu, bana sormuştun. Kalbe rahat verecek bir cevab bulunmamıştı. Bu suâli, halletmek için, (Fütûhât-i Mekkiyye) sâhibinin [Muhyiddîn-i Arabî]: (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, kıyâmet günü, bunları dine da’vet eder. Kabûl eden Cennete, etmiyen Cehenneme sokulur) sözü, bu fakire iyi gelmiyor. Çünki âhiret, mükâfat yeridir, hesâb yeridir. Emir yeri, iş yeri değildir ki, oraya Peygamber gönderilsin!"
"Çok zaman sonra, Allah u Teâlâ, merhamet ederek, bu mes’elenin hâllini ihsân eyledi. Şöyle bildirdi ki, bu müşrikler, ne Cennette, ne Cehennemde kalmıyacak, âhiretde dirildikden sonra, hesâba çekilip, kabâhatleri kadar mahşer yerinde azab çekecekdir. Herkesin hakkı verildikden sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da, yok edileceklerdir. Bir yerde sonsuz kalmıyacaklardır. Bu cevâbımız Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” huzûrunda söylenseydi, hepsi beğenir, kabûl buyururdu. Her şeyin doğrusunu Allahü Teâlâ bilir."
"Herkesin aklı, birçok dünya işlerinde bile, şaşırıp yanılırken, iyiliklerine, merhametine son bulunmayan sâhibimizin, Peygamberleri ile haber vermeden, yalnız akılları ile bulamadıkları için, kullarını sonsuz olarak ateşte yakacağını söylemek, bu fakire ağır geliyor. Böyle kimselerin sonsuz olarak Cennette kalacaklarını söylemek, nasıl çok yersiz ise, sonsuz azâb çekeceklerini söylemek de, öyle yersiz oluyor. Nitekim, itikâdda ikinci imâmımız Ebü’l-Hasen-i Alî Eş’arî, bunların Cehenneme girmiyeceklerini söylüyorsa da, bu sözünden, Cennette kalacakları anlaşılıyor. Çünkü, ikisinden başka yer yokdur. O hâlde, cevâbın doğrusu bize bildirilendir. Yani mahşer günü, hesâbları görüldükden sonra, yok edileceklerdir."
"Bu fakire göre, kâfirlerin çocukları da böyle olacaktır. Çünki Cennete girmek, îmân iledir. Yâ kendisi îmân etmiş olacak veyâ îmânlının çocuğu olduğu için, yâhud ana-babası birlikte mürted olunca, kendisi Dâr-ül-İslâm'da kaldığı için îmânlı sayılmış olacaktır. Dâr-ül-İslâm'da bulunan müşriklerin çocukları ve zimmîlerin çocukları da Dâr-ül-harbdeki kâfirlerin çocukları gibidir. Çünkü bu çocuklarda îmân yoktur. Bunlar Cennete giremez. Cehennemde sonsuz kalmak da, teklîften sonra, inanmamanın cezâsıdır. Çocuk ise, mükellef değildir. Bunlar hayvanlar gibi, diriltilip, hesâbları görüldükden sonra, yok edileceklerdir. Eskiden, bir Peygamberin vefâtından sonra, çok vakit geçip, zâlimler tarafından din bozulup, unutulduğu zamânlarda yaşayıp, Peygamberlerden haberi olmıyan insanlar da kıyâmette böyle sonradan, tekrâr yok edileceklerdir."(1)
Üstadlarımızdan olan İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin bu görüşü ve içtihadı, hem Üstad Hazretleri ile hem de ekser Ehl-i sünnet âlimlerinin görüşleri ile uyuşmamaktadır. Biz ekser âlimlerin görüşünü esas alacağız; buna göre ehl-i fetret denen dinin ulaşmadığı kişiler müşrik ve putperest de olsa ehl-i necattırlar. Bu durumda olan insanlar yok olmazlar, sonunda cennete girerler; ama makamları sair cennet ehli gibi olmaz. Bu fikir Allah’ın adalet ve merhametine daha uygundur, zira yok etmek cehennemden daha ağır bir cezadır. Allah’ın, mes’ul olmayan birisini şiddetle cezalandırması; adalet ve merhametine uygun düşmez.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri bu içtihadında isabet etmediği için bir sevap kazanmıştır; sair âlimler ve müçtehidler isabet ettiği için iki sevap kazanmışlardır. Meseleye bu şekilde bakmak gerekir, diye düşünüyoruz. İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin isabet etmemesi, onun büyüklüğüne halel vermez.
Üstad Hazretleri bu mesele hakkında şöyle buyuruyor:
“Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarî'ce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”(2)
Yine bu mânayı teyid eden ayetlerden birisinde şöyle buyuruluyor:
"Hem rabbin, memleketleri, ana noktasında (merkezinde), kendilerine âyetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe helâk etmez. Ve biz, ahalisi zalimler olan memleketlerden başkasını helâk edici değiliz.“ (Kasas Suresi, 28/59)
Ayrıca İmam-ı Gazzalî bu hususta açık ve net olarak şöyle der:
“Peygamberin gönderildiğini bilmeyenler; bunlar ehl-i necattır. Bilip de inkâr edenler; bunlar ehl-i cehennemdir. Duyan fakat tahkik etmeyen, yanlış işitenler; bunların da necat ehli olması ümit edilir.
|