Kuranda şifa kaynağı - bal
Bal, kalbin kalkanı
Kalp damarlarının açılmasına ve kan dolaşımının hızlanmasına yardımcı olan balın, kalbi korumada etkili olduğu bildirildi. Balın içerdiği glikozun kalp kaslarını beslediğini ve kalp kaslarının metabolizma işlevini düzenlediğini, dolayısıyla kalp damarlarının açılmasına ve kan dolaşımının hızlanmasına yardımcı olduğunu belirten uzmanlar, her gün 50-75 gram tüketilen balın kalbi korumada etkili olduğunu kaydetti.
Bu habere ilave olarak bizde bal ile ilgili İslami bilgimizi tazeleyelim istedik:
Bütün mahlûkatı insan için yaratan Hz. Allah (c.c.) insanı da kendi Zât’ına kulluk için yaratmıştır. Allah (c.c.), içerisinde bulunduğumuz bu âlemde kulları için yaratmış olduğu hayvanat, nebatat ve cemadat gibi varlıkları, gereksinimlerini meşru çerçeveler ölçüsünde karşılamaları için insanoğlunun hizmetine vermiştir. Bunlar, Rabbimizin rahmet ve lutfunun bir tecellisisi olarak, hayatlarımızı idame ettirebilmemiz, bedenî ve ruhî ihtiyaçlarımızı karşılayabilmemiz ve gereğince şükretmemiz için ihsan edilmiştir.
Bütün nimetler önemlidir; ancak Rabbimizin lutfettiği bu nimetler içerisinde, vucudumuzun sağlık ve zindeliğini ayakta tutmak gibi çok özel faydalara haiz olan besinler de vardır. İşte bu besinler içerisinde kaynağı vahye dayalı olan balın, bizler için besin ve şifa niteliğinde olması yönüyle ayrı bir yeri ve önemi vardır. Gelin bu yazımızda bal üzerine yapmış olduğumuz araştırma yazısına birlikte bakıp Allah’ımızın biz kullarına karşı kereminin büyüklüğünü bir kez daha düşünelim.
Bal; bitkilerin çiçeklerinde bulunan balözünün (nektar) veya bitkiler üzerinde yaşayan bazı böceklerin salgıladığı tatlı maddelerin bal arısı tarafından toplanıp, kursaklarında değişikliğe uğratıldıktan sonra, peteklere doldurulmasıyla oluşan bir besin maddesidir.
Bal M.Ö. 4000’lerde keşfedilmiş ve günümüze dek hem bir besin hem de şifa kaynağı olarak görülmüştür. Balın, yazımızın konusu olan besin ve şifa yönüne değinmeden önce, balın aşçısı olan arıların bal yapmak için göstermiş oldukları emeklerini ve gayretlerini de inceleyip, balı ne ustalıklarla nasıl yaptıklarına bir bakalım.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de en-Nahl suresinde, arıya nasıl evler edineceklerine dair bilgi verdikten sonra arıya nasıl bal yapması gerektiği ile ilgili olarak da “Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabb’inin (sana) kolay kıldığı (şaşırmayacağın) yaylım yollarına çık.(1) buyurmaktadır. İncelediğimiz âyetin başında, dişi bal arısının bal yapabilmesi için bitkilerin özünü toplamasına işaret edilir. Balın ham maddesini bitkilerden toplamak da dişi olan bu işçi arıların görevidir. Dişi arının “meyvelerin hepsinden ye(me) emr-i ilahisi üzerine, balın ana maddesini oluşturan, çiçeklerin ürettiği nektarları ve bitkilerin salgılarını bulma yoluna koyulur. Çiçeklerin yerini bulan arı, bulduklarını haber vermek üzere diğer arıların yanına döner.
Bu arı, dans ederek diğer arılara balın ham madde kaynağının koordinatlarını bildirir. Arı yaptığı dans yoluyla verdiği mesajlarla, kaynağın hem doğrultusunu, hem de uzaklığını eksiksiz olarak diğer arılara iletir. Arının dansı kadar, kovanına dönerken yaptığı hesaplar da çok ilginçtir. Balın ham maddesinin kaynağını sadece Güneş’e göre tarif etmesi mümkün olan arı kovana dönene kadar Güneş her 4 dakikada 1 derece yer değiştirir. Arı Güneş’in bu yer değişimini hem besini bulurken, hem kovana en kestirme yönden dönmesi gerekirken hesaplar. Arı hedefinin peşinde ne kadar dolaşırsa dolaşsın, en kestirme şekilde kovana dönerken, Güneş’in ne kadar yer değiştirdiğini hesaplamak zorundadır. Arı bu hesabı da kusursuz bir şekilde yapmaktadır. Arının tüm bu hesapları ne tesadüflerle, ne de altı hafta yaşayan arının eğitilmesiyle açıklanabilir. Arı tüm bu görevleri kendisine öğretilmiş olarak doğmaktadır. Rabbimiz, arıya bal yapma ilmini vererek bu canlıyı ne güzel şekilde programlamış değil mi?
Kur’an’da arılarla ve balın yapımıyla ilgili hiçbir yanlış izah olmadığı gibi, kovan yapma, balın ham maddesini toplama, bal yapma gibi görevleri dişi arıların yaptığını belirterek indiği dönemdeki insanların bilemeyeceği bir gerçeği de açıklamıştır. Ayrıca bu dişi arının, bölmeli karınlardan oluşan anatomik yapısına da en-Nahl suresindeki ilgili âyet-i kerimede “bir tek dişi arıda çoğul karın” ifadesi kullanılarak işaret edilmiştir: “İçlerinden renkleri muhtelif bir şerbet çıkar. Arının ve diğer böceklerin fizyolojik yapısını incelemeye dair bir geleneğe rastlanmayan bir dönemde bu ifadenin olması da çok ilginçtir. Arıların karın yapısının iç kısmında birine bal torbası ve diğerine de kursak adı verilen iki mide olduğu gözlemlenmiştir. Nektar ve salgılar, arıların “bal midesi” denilen organlarında kimyasal bir değişime uğrar ve daha sonra bal, kovandaki hücrelere yerleştirilir fazla suyu uçurulur istenilen olgunluk kıvamına getirilen gözeneklerin üzerleri mumdan bir kapakla örtülür. Bal petek içindeyken arılarca sağlanan özel havalandırma sistemi sayesinde bildiğimiz tat ve kıvamına gelir.
Balın rengi, şeker dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanmaktadır. “İçlerinden renkleri muhtelif bir şerbet çıkar. Balın rengi gerçekten de âyette geçtiği gibi çeşit çeşittir. Bitkisel orijine (kaynağa), depolanma süresine ve koşullarına göre açık renkten koyu kahverengiye kadar değişim gösterir. Balın berraklığı ve şeffaflığı ise içindeki polen ve diğer maddelerin yoğunluğuna bağlıdır.
Ayçiçeği ve narenciye balları açık sarı, kestane balı kırmızımtırak, okaliptüs balı grimsi kahverengi ve çam balı koyu yeşilimsi ve kahverengidir.
Balın kalitesi arıların ne ile beslendiği ve çevre koşulları ile direk ilgilidir. Özellikle arıların beslendiği flora (bitki sahası) balın kalitesini arttıran bir faktördür.
Bal üretimi çok büyük bir çaba gerektirir. Örneğin sadece 1/2 kg ham nektarı toplamak için 900 arının bir gün boyunca çalışması gerekmektedir.
Toplanan bu miktarın ise ancak bir kısmı bala çevrilebilir. Çiçeklerdeki nektardan elde edilecek balın miktarı tamamen getirilen nektarın şeker konsantresine bağlıdır.
450 gramlık saf balı elde edebilmek için yaklaşık olarak 17.000 balarısının 10 milyon çiçeği ziyaret etmesi gereklidir. Son derece zahmetli bir iş olmasına rağmen arılar, balı ihtiyaçlarından kat kat daha fazla üretirler. Kuşkusuz bu, Allah’ın arıları insanlara hizmet ettirdiğine açık bir delildir.
Arı bunca çaba ve emekle bizlere bal yaparak hizmet etmekte ve karşılığında ise bizden hiç bir şey istememektedir. Belki arı bu hâl ile dile gelse bizlere: “Bana bakıp hiç düşünmez misiniz? Benim sahib olmuş olduğum ilimlerle, sizler için besin ve şifa niteliği taşıyan balı üretiyor ve yıllardan beri aynı vazifeyi unutmadan, usanmadan tekrar tekrar yaparak sizlere hizmet ediyorum. Benim gibi küçücük bir canlının bunları yapabilecek kadar akla ve donanıma kendiliğimden sahip olmam veya bunların bilinçsizce kendi kendine bende var olabileceğini düşünmek hiç aklınıza uygun geliyor mu? Tabi ki hayır, öyle ise bunca hakikati gördükten sonra bunları meydana getirenin yalnızca Allah olduğunu bilerek O’ndan başkasının yaratamayacağını anlayıp sizleri ve bizleri yaratan Rabbimizden başkasına kulluk yapmayın. O’na hamd ve şükrederek, O’nu tesbih ederek, güç ve kudretini anlayarak, O’ndan sakının diyecekti.
“Onda İnsanlar için bir şifa vardır. Allah’ın (c.c.) en-Nahl suresinde dikkatimizi çektiği balın şifa yönüne gelince: Öncelikle balın şifa niteliğinde olabilmesi için tabii (hilesiz) olması gerekmektedir. Bunun ise ancak arıların kovana dışarıdan gelme herhangi bir suni besinden uzak tutularak yeryüzünün bahçelerinde dolaşıp balın ana maddesini oluşturan nektarlar ve salgıları -yukarıdada değindiğimiz gibi- bitkilerden toplayarak işlemeleri gerekir.
Bal, fruktoz (üzüm şekeri) ve glukoz (meyve şekeri) gibi şekerlerin yanı sıra magnezyum, potasyum, kalsiyum, sodyum klorür, kükürt, demir ve fosfor gibi minerallere sahiptir. Nektar ve polen kaynaklarının niteliklerine göre değişmekle birlikte, balda A, B1, B2, B6, B5 ve B3, H, C, K vitaminleri bulunmaktadır. Ayrıca bakır, iyot, demir ve çinko da az miktarlarda bulunur. Balın içeriğinde bunların dışında bazı hormonlar da vardır. Bal, karmaşık yapısı ve mükemmel kompozisyonundan dolayı modern teknolojilerle dahi sentetik olarak elde edilmesi mümkün değildir.
Balın, insanlar için ne kadar çok faydalı bir besin kaynağı olduğu Kur’an’da “…Onda insanlar için bir şifa vardır.(2) buyurarak belirtilir. Balın şifa olduğu günümüzde tüm tıp otoritelerince tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Bununla beraber Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bal ve bal şerbeti ilgili hadisleri, hastalıkları tedavi konusunda çok meşhur olmasının yanında günümüz bilim adamları da yaptıkları araştırmalar sonucunda da bu hadislerdeki tedavi yöntemlerinin doğruluğunu onaylamışlardır. Bu da “O (Rasûl) heva ve hevasinden (kendi nefsinden) değil, ancak kendisine vahyedilenden konuşur(3) âyeti mucibince O’nun Allah’ın hak elçisi olduğunun ve tıb ile ilgili olan bilgilerinin de yine vahye dayandığının açık bir göstergesi olup varlığı, hem ruhlarımıza hem de cisimlerimize rahmet olmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in gerek kendisi gerekse ev halkından, ashabından hastalananlar bal ile tedavi olmuşlardır. Efendimiz (a.s.)’ın balı ümmetine şifa olarak tavsiyesi hadis-i şeriflerinde bildirilmiş olup bazı tedavi usullerine de işaret edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Enes bin Mâlik (r.a.): “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz hasta olduğu zaman, ağzına bir avuç çörekotu atar. Üzerine de su veya bal şerbeti içerdi.(4) demiştir.
“Bal şerbetinden daha üstün bir ilâç bulunmaz.(5)
“Her ay üç sabah bal yalayan kimseye büyük bir bela (hastalık) gelmez.(6)
“Her kim, her ay üç gün aç karnına bal şerbeti içerse; felç, cüzzam ve abraşlık gibi hastalıklardan korunmuş olur.(7)
“Böbrek sancısı, böbrekteki sinirdendir. Hareket ettiği zaman sahibini hasta eder. Bu hastalığı ılık su ve bal şerbeti ile tedavi ediniz.(8)
“Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, kan aldırmak, vücudu ateşle dağlamak; fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ederim.(9)
Burada anlatılan bal şerbetinin mahiyetine değinecek olursak; Efendimiz (s.a.v.) zamanında bal şerbeti, balın içerisine bir miktar su katıp karıştırılmak suretiyle yapılmaktaydı. Bal şerbeti içmek sadece hastalık zamanında kullanılan bir ilaç olmayıp vucudun zindeliğini ayakta tutması yönüylede bir besin maddesidir. Hatta Efendimiz zamanında düğünlere davetlere gelen misafirlere sunulan güzel bir meşrubattı. Yine Hz. Ali Efendimizin düğün yemeğinde de sahabelere bal şerbeti ikram edilmesi de Rasûlullah (s.a.v.)’in bir sünneti olarak kalmıştır.
Doğal olarak insanlar, imkânları ölçüsünde balı tüketmektedirler; ancak bir kişi bal veya bal şerbeti tüketirken Kur’an’da zikradilen şifa özelliğine gönülden inanarak ve “Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz tavsiye ettiği için yiyorum şeklindeki bir niyetle bal yerse, hem bal yemiş hem de bir sünnet icra etmiş olur. Hem bedenen sıhhat bulur hem de Rasûlullah (a.s.)’a uymanın mükâfatına erer.
Bal ve bal şerbetinin hadis-i şerifte de belirtildiği gibi sayılamıyacak kadar birçok hastalığa şifa olduğu gözlemlenmiştir.
Son yapılan araştırmalarda balın yaklaşık olarak 500 hastalığa iyi geldiği saptanmıştır. Ancak, her işte olduğu gibi bal ile tedavide de “amellerin hayırlısı orta olandır”, “amellerin hayırlısı az ve devamlı olanıdır” hadislerinin ışığı altında az fakat uzun süre kullanımı tercih edilmelidir. Her geçen gün yararları daha iyi anlaşılan ve bilimce de onaylanan bal, günümüzde ciddi bir sektör haline gelmiştir.
Balın en önemli özelliklerinden biri, içinde bakteri barınamamasıdır. Balın bakteri barınmasına olanak tanımayan özelliği “inhibine etki” olarak adlandırılır. Yapılan deneyler sulandırılmış balın bakteri öldürücü özelliğinin saf bala göre iki kat arttığını göstermiştir. İlginç olan ise, arı kolonisine yeni dâhil olacak kurtçukların, kendilerine bakmakla görevli arılarca -sulandırılmış balın bu özelliğini bilirmişcesine - sulandırılmış balla beslenmeleridir.
Dr. Bodag F. Beck “Bal ve Sağlık” adlı kitabında buna şöyle değinir: Bütün canlıların yaşamlarını devam ettirebilmek için bir miktar neme ihtiyaçları vardır. Bakteriler balla temas ettiklerinde nemden yoksun kalır ve yok olurlar. Ayrıca balın asidik tepkisi de bakterilerin yaşamaları için uygunsuz bir ortam oluşturur. İnsan vücudunu etkileyen birçok mikroorganizma balda yok olur. Balın besin içeriğinin insan sağlığına etkisinin yanı sıra olağanüstü bir özelliği de vardır ki, bu özellik antimikrobiyal aktivitesidir. Balın bu özelliği nedeniyle Hipokrat zamanından beri hastalıklarda tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlıların; cerrahi pansumanda, göz iltihaplarının tedavisinde, Çinlilerin ve Hintlilerin de; çiçek hastalığının yayılmasını önlemede hasta vücudunu bal ile kapladıkları bilinmektedir. Orta çağda, yara ve yanıkların bal ile tedavi edilmesi, kulak iltihabında; kulağa balın akıtılması, difteri vakalarında; çocukların ağız ve boğazlarına içten balın sürülmesi ilginçtir. Bazı Nijerya yerlileri balı halen öksürük kesici olarak kullanmaktadırlar.
Çin’de yapılan Dünya Arıcılık Kongresi’nde bilim adamlarının bal hakkındaki yorumları da şifa oluşunu doğrulamaktadır: “Kongre’de, arı ürünleri ile tedavi konusu ağırlık kazandı. Özellikle ABD’li bilim adamları bal ve arı ürünlerinin birçok hastalığı tedavi ettiğini bildirdiler. Romanyalı bir doktor balı katarakt hastaları üzerinde denediğini ve 2094 hastadan 2002’sinin (%95) bal sayesinde tam olarak iyileştiğini açıkladı. Polonyalı doktorlar ise arı reçinasının hemoroid, deri hastalıkları, kadın hastalıkları gibi birçok hastalığa iyi geldiğini tespit ettiklerini bildirdiler.”
|