Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Yedi Kat Göklerin Sırları ve İşleyişi
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 21.09.22, 02:58
☆tetse123 tetse123 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Vefali
 
Üyelik tarihi: 26.08.20
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 465
Etiketlendiği Mesaj: 24 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Yedi Kat Göklerin Sırları ve İşleyişi



Yedi kat gökler, İslam inancında doğruluğu gerek ayetlerle ve gerekse hadislerle kanıtlanmış bir gerçektir. Yedi kat göklerle ilgili Kuran-ı Kerim’de bir çok ayet vardır. Peygamberimizin (sav) Miraç gecesi ile ilgili hadisinde Yedi Kat Gökler teferruatlı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu nedenle Müslümanlar Yedi Kat Göklerin varlığına inanırlar. Bu göklerin özelliklerini ise, ilgili ayet hadislerin yanı sıra bu konuda İslam mutasavvıflarının keşif yoluyla elde ettikleri ve açıkladıkları bilgilerden öğrenirler.

İnsanın beş duyusu ile bu göklerin varlığını ve özelliklerini anlamak mümkün değildir. Çünkü beş duyunun idraki sınırlıdır. Çünkü yaratılışta bu beş duyuya verilen anlama kabiliyeti belli bir sınırlama ile verilmiştir. Eğer her şeyi anlama kabiliyeti beş duyuya verilmiş olsaydı, insanların dünya hayatı içinde iman konusunda imtihan olmaları mümkün olmazdı. Gerçeği bütün çıplaklığı ile gören ve anlayan kişi hemen Rabbine teslim olur ve imtihan olması mümkün olmazdı. Halbuki, Kuran ayetlerinde de açık bir şekilde ifade edildiği gibi, dünya hayatı insanlar için bir imtihan yeridir.

Kainatta insanın beş duyusu ile algılayabildikleri dışında da bir çok şeylerin var olduğu bilinmektedir. Bu konu ile ilgili bilgiler, keşif ve vahiy yoluyla elde edilen bilgilerdir. Bu bilgilere akıl ve duyu yoluyla ulaşmak mümkün değildir. Bununla beraber, insanın akıl ve duyular yoluyla ulaşamadığı bilgileri yok saymak gerçekçi bir yaklaşım değildir. İnsanın akıl ve duyular yoluyla algılayamadığını yok saymak, deve kuşunun başını kuma gömüp etrafını göremeyerek saklandığını zannetmesi gibidir. Ne kadar gayret edersek edelim mutlak gerçekler daima etrafımızda ve içimizdedir. Onları yok saymak tam bir gaflettir. Bu konuyu daha önceki makalelerimizde, akıl ilmi ve sırlar ilmini anlatırken detaylı bir şekilde ele almıştık (İlmin Güzellikleri). Okuyucularımızın bu makaleleri incelemelerini tavsiye ederiz.

Müslümanlar, yedi kat gökler hakkında, her ne kadar onları dünya gözü ile görmeseler de inançları gereği olumlu düşünürler. Çünkü onların varlığı hakkında bir çok ayet vardır.

“O, yedi göğü birbiri üzerinde yarattı. Rahman’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?” (Mülk, 67/3).

“Üstünüze yedi sağlam gök çattık. İçlerine ışık saçan bir kandil astık.” (Nebe,78/12-13)

“Allah O’dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah’ın her şeye kadir olduğu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz.” (Talak, 65/12)

Bu ayetlere göre yedi kat gökler Hak Teâlâ’nın yarattığı Gök aleminin yapısıdır. Bu gök alemi yedi tabakadan oluşmakta ve bir biri üzerinde bulunmaktadır. Bir hadis-i şerifte, Peygamberimizin (sav) bildirdiğine göre göklerin yapısı hakkında şunlar ifade edilmektedir:

“Gerek gök ile yeryüzü arasında ve gerekse bütün gök katları arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Her gök katının yüksekliği de yine beş yüz yıllık uzaklık tutar.”

Her göğün bir kapısı vardır. Bu gök tabakalarına bu kapılardan giriş yapılmaktadır. Kapılarda meleklerden bekçiler vardır. Ancak girme izni olanların, bu kapılardan girmelerine müsaade ederler.

“Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları böyle cezalandırırız.”(Araf,7/40)

Her gök tabakasında yaşayan varlıklar vardır. Bunlar melekler ve bazı peygamberlerin ruhlarıdır. Bu varlıklar burada Allah’ı tespih etmekle meşgul olurlar.

“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanalar, Allah’ı tespih ederler. O’nu hamd ile tespih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz onların tespihlerini iyi anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir ve çok bağışlayıcıdır.” (İsra, 17/44)



Yedi Kat Göklerin Yaratılışı

Göklerin yaratılması ile ilgili olarak, İmam-ı Gazali Hazretleri “Kalplerin Keşfi” adlı kitabında şunları anlatmaktadır:

Rivayete göre, Allah’ın (cc) ilk yarattığı varlık “cevher” dir. Allah cevhere heybet nazarı ile bakınca Allah korkusu ile cevher eridi ve titredi, ve arkasından su oldu. Sonra Allah suya rahmet nazarı ile bakınca yarısı dondu. Allah bu donmuş sudan “Arş”ı yarattı. Geriye kalan suyu, Allah kıyamet gününe kadar kendi haline sarsılmaya ve kaynaşmaya bıraktı. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O’nun Arş’ı su üzerinde idi.” (Hud, 11/7).

Arkasından su çalkalanmaya ve köpürmeye başladı, ondan dumanlar çıktı ve bir biri üzerine yığılarak yükseldi. Dumanın köpüğü vardı. Allah bu köpükten katlar halinde yer ve gökleri yarattı. Bu safhada yer ve gök tabakaları yapışıktı. Allah Teâlâ yerin katları ile göğün katlarını birbirinden ayırdı. Bu durum şu ayetlerle bildirilmektedir:

“Sonra semaya doğrulduk ki, o bir duman halinde idi.” (Fussilet, 41/11).

“Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi.” (Fussilet, 41/12)

Hikmet ehli şöyle der:

Allah göğü neden dumandan yarattı da su buharından yaratmadı? Çünkü duman tabakaları birbirleriyle bağlantılı halde yaratılmıştır. Sonuncusu yerinde sabittir. Oysa su buharı dengesiz bir yapıya sahiptir, dönücüdür. Bu da Allah Teâlâ’nın ilminin kemalini ve hikmetini gösterir.

“Beyt-ül Mâmur” göğün yedinci tabakasındadır. Beyt-ül Mâmur’un dört direği vardır. Bunların biri kırmızı yakuttan, diğeri yeşil zebercetten, biri beyaz gümüşten ve öteki kırmızı altındandır. Rivayete göre akikten olan Beyt-ül Mâmur’a her gün yetmiş bin melek girer ve kıyamet gününe kadar bu meleklerin hiç biri geri dönmez. İbn-i Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre göklerin en üst katının (yani yedinci kat göğün) çatısının üstünde “Arş-ür Rahman” ın bulunduğu “Kürsi” vardır. Bütün faydalanılan yıldızlar, yedi gezegen hariç, bu kattadır. Yedi gezegen yıldız ise göğün yedi katına dağılmıştır.

Hikmet ehlinin bildirmesine göre:

1.kat gök sütten beyazdır. Bu göğün adı “Rakıa” dır. 2. kat gök nur gibi parıldıyan demirdendir, ona “Redyum” veya “Maun” denir. 3.kat gök bakırdandır, ona “Melekût” veya “Hayriyun” denir. 4.kat gök beyaz gümüştendir ve adı “Zahire” dir. 5.kat gök kırmızı altındandır ve adı “Muzeyne” veya “Muzhire” dir. 6. kat gök nur parıltılı bir cevherdendir ve adı “Halise” dir. 7. kat gök kırmızı yakuttandır ve adı “Lâbiye” veya “Dâmıa” dır.



Miraç Hadisi ve Yedi Kat Gökler

Peygamberimizin (sav) Miraç hakkındaki hadisi, yedi kat gökleri ve özelliklerini çok güzel anlatmaktadır. Aşağıdaki Miraç hadisinde bildirilenler daha önce ayetlerle açıkladığımız özelliklerle benzerlik içindedir. Yani, gök katları bir birinin üstündedir, her birinin kapısı ve bekçileri vardır, bu göklerde melekler ve peygamberlerin ruhları bulunmaktadır.

Buharî’nin, Katade’den, O’nun da Enes İbn-i Malik (ra) dan, O’nun da Malik bin Sa’sa’dan rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz (sav) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü geceyi şöyle anlattı:

“Bir ara ben Hatim’de uzanmışken yanıma biri (Cebrail) geldi. Şuradan şuraya göğsümü yardı, kalbimi çıkardı. Sonra bana iman dolu altın bir tas getirilerek onunla kalbimi yıkadı. Arkasından kalbimi yerine koyarak göğsümü eski haline getirdi. Arkasından önüme beyaz renkli, katırdan küçük ve eşekten iri bir binek hayvanı getirildi. Her adımını, görüş mesafesinin ilerisine atıyordu. Bu hayvana bindirildim. Cebrail beni yanına alarak yola çıktı. Birinci kat göğe çıkarılınca kapının açılmasını istedi. “Kim o?” dediler. “Cebrail!” diye cevap verdi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi Allah resulü müdür?” diye sordular. Cebrail, “Evet” dedi. Bunun üzerine “O halde hoş geldi, geldiğine ne iyi eti” dediler ve kapı açıldı.

İçeri girince Hz.Adem (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bu, atan Adem’dir” dedi ve ona selam verdi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı ve bana “Ey salih oğul ve salih peygamber, hoş geldin” dedi.

Arkasından Cebrail beni yukarıya çıkmaya devam ederek ikinci kat göğe vardı. Kapının açılmasını istedi. “Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed(sav)” dedi. “Kendisi peygamber midir?” diye sordular. Cebrail, “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeriye girince teyze çocukları olan Yahya ve İsa (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bunlar Yahya ve İsa (as)” dır dedi ve onlara selam verdi. Arkasından ben de onlara selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dediler.

Sonra Cebrail beni yukarı çıkarmaya devam ederek üçüncü kat göğe vardı. Kapının açılmasını istedi. “Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi peygamber olarak gönderildi mi?” diye sordular. Cebrail “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeri girince Yusuf(as) ile karşılaştım. Cebrail “Bu Yusuf (as) dır” dedi ve ona selam verdi. Ben de arkasından selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dedi.

Sonra Cebrail beni yukarıya çıkarmaya devam ederek dördüncü kat göğe vardı. Kapının açılmasını istedi. “Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi peygamber oldu mu?” diye sordular. Cebrail, “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeri girince İdris (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bu İdris (as)” dır diyerek ona selam verdi. Arkasından ben de kendisine selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dedi.

Sonra Cebrail beni yukarıya çıkarmaya devam etti. Nihayet beşinci kat göğe vardı. Kapıyı açmalarını istedi. ”Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi peygamber oldu mu?” diye sordular. Cebrail “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeri girince Harun (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bu Harun (as) dır” diyerek ona selam verdi. Arkasından ben de kendisine selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dedi.

Sonra Cebrail beni yukarıya çıkarmaya devam etti. Nihayet altıncı kat göğe vardı. Kapıyı açmalarını istedi. ”Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi peygamber oldu mu?” diye sordular. Cebrail “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeri girince Musa (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bu Musa (as) dır” diyerek ona selam verdi. Arkasından ben de kendisine selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dedi. Yayından ayrılınca ağlamaya başladı. “Niye ağlıyorsun?” diye sordular. Onlara “Ağlıyorum. Çünkü benden sonra peygamber olarak gönderilen gencin ümmetinden benim ümmetime göre daha çok sayıda insan cennete girecek” diye cevap verdi.

Sonra Cebrail beni yukarıya çıkarmaya devam etti. Nihayet yedinci kat göğe vardı. Kapıyı açmalarını istedi. ”Kim o?” dediler. “Cebrail!” dedi. “Yanında kim var?” dediler. “Muhammed (sav)” dedi. “Kendisi peygamber oldu mu?” diye sordular. Cebrail “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ne iyi etti de geldi, hoş geldi” diyerek bize kapıyı açtılar. İçeri girince İbrahim (as) ile karşılaştım. Cebrail, “Bu atan İbrahim (as) dır” diyerek ona selam verdi. Arkasından ben de kendisine selam verdim. Selamımı alarak bana “Ey salih kardeş ve salih peygamber, hoş geldin” dedi.

Sonra “Sidret-ül Münteha” ya çıkarıldım. Oranın sidir ağacının meyveleri, Hecir bölgesinin testileri iriliğinde ve yaprakları da fil kulakları büyüklüğünde idi. Cebrail “Bu Sidret-ül Münteha’dır” dedi.

Orada ikisi gizli ve ikisi görünürde akan dört ırmak ile karşılaştım. Cebrail’e “Bunlar nedir?” diye sordum. “Gizli akanları iki cennet nehri, açıkta akanları da Nil ve Fırat nehirleridir” dedi.

Sonra bana “Beyt-ül Mamur” gösterildi. Her gün oraya yetmiş bin melek giriyordu. Arkasından önüme biri şarap, biri süt ve öbürü de bal dolu olan üç kase getirildi. Ben süt dolu kaseyi tercih ettim. Cebrail, “Süt senin ve ümmetinin fıtratını temsil eder.” dedi.” (Buharî, 1042)

Hadisin devamında, namazın farz kılınması anlatılmaktadır. Önce elli vakit olarak farz kılınan namaz, Peygamberimizin (sav) Musa (as) ile görüşmeleri etkisiyle, Peygamberimizin (sav) Allah Teâlâ’dan ricasıyla beş vakte indirilmiştir. Ayrıca, peygamberimizin, Sidret-ül Münteha’nın ötesine geçerek Allah’ın nurunu temaşa eylemesi anlatılmaktadır.

Hz. Peygamber’e “Miraç gecesinde Rabbini gördün mü?” diye sorulduğunda “Nur idi, nasıl göreyim ki” demiştir. Bu sırlı ifadeyi biraz açıklamakta fayda vardır:

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur, 24/35). Nurun bir kısmı idrak etmeyi mümkün kılarken kendisi idrak edilemez. Bu nur, O’dan sana bir perdedir. “Allah’ın yetmiş veya yetmiş bin nur ve karanlık perdesi vardır.” Yukarıda zikredilen nur perdesi bu perdelerdendir. Perde olan karanlıklar ise bunun dışında kalanlardır. Bu nedenle nur, hiçbir zaman görülmez. Yaratıklar karanlıktır ve onlar nurun karşısında duramazlar, çünkü nur onları kaçırtır. Karanlık nuru göremez ve Hakk’ın nurundan başka nur yoktur. Bu nedenle Hz. Peygamber (sav) “Nur idi, O’nu nasıl göreyim ki” demiştir. Çünkü O’nu benden gören şey O’nun hüviyetiydi. Benim karanlığım O’nu idrak edemez. Bu bilgi, nazarî deliller ile ve suretlerde gerçekleşen müşahedeyle idrak edilemeyecek garip bir sırdır. Bu sır ilahi bilgilerin en yücelerinden biridir.

Miraç gecesi ile ilgili İsra suresinde, Hak Teâlâ, Hz. Peygamberin (sav) kendisine “Kab-ı kavseyn (yayın iki ucu)” kadar yakın olduğunu bildirmektedir. Bu ifadedeki sırrının açıklanmasını İbn Arabi’nin görüşleri doğrultusunda şöyle yapabiliriz:

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yayın iki ucu kadar veya daha yakın idi.” (Necm, 53/9). Burada görünürde olan yakınlığa işaret edilmektedir. Hz. Peygamberimizin (sav), Allah’ın ayetlerini görmek üzere göklere doğru yükseltildiğinde onun yürüyüşüyle ilgilidir. Allah’ın isra gecesi peygamberimize gösterdiği ayetlerden biri, yükselirken aşağıya sarkmış olduğunu ona göstermesidir. “Sarktı…” (Necm, 53/8). Bu ifade peygamberimizin bir hadisini bize hatırlatmaktadır: “Bir ip sarkıtsaydınız, Allah’ın üzerine düşerdi.” Yukarıdaki ayetteki “sarktı” ifadesi, hadiste geçen ipin kendisi olduğuna işaret etmektedir. Bu itibarla Allah hakkında yükselmek ve inmek nispetleri eşittir. Bu ifadeler, ilahi zatın mekansızlığına ve herhangi bir kayıtla sınırlanmaktan meçhul kaldığına işaret eder. Allah’ın isra gecesi peygamberine gösterdiği ayetlerden biri, yükselirken aşağıya sakmış olduğunu ona göstermesidir. Bu, “O’nu, iki zıddı bir araya getirmesi özelliği ile tanıdım” diyen tasavvuf ehlinin haklı olduklarına işaret etmektedir. O halde yükselen inenin kendisidir. Sarkmış olan yaklaşmıştır. Başka bir ifadeyle ona doğru sarkmış ve yaklaşmıştır. Böylece “yayın iki ucu” (Necm, 53/9) olmuştur. Dairenin çapı daireyi iki yay parçasına (kavs) ayırır. Çap mevhum (hayal edilen) bir çizgidir. Hüviyet dairenin kendisidir ve iki kavisten başka bir şey değildir. Birinci kavis hüviyet bakımından ötekinin aynıdır. Sen ise vehimde var olan bu bölen ve ayıran çizgisin. Hakk’ın karşısında alem de vehimde var olan bir şeydir. Vehimden kalktığında ortada daireden başka bir şey kalmaz. Rabbine bu kadar yakın olanın, yani daireyi bölen çizgi kadar yakın olup sonra nefsini ortadan kaldıran insanın elde edeceği Allah hakkındaki bilgileri hiç kimse bilemez. Bu durum “Kuluna vahyettiği şeyi vahyetti” ( Necm, 53/10) ayetinde belirtilir. Bu mertebede vahyi ve ilhamı telakki ve algılama, sadece zevk edenin anlayabileceği doğrudan bir telakkidir.



Yedi Kat Gökler ve Felekler

Gökler ile felekler aynı gerçeği ifade eden terimlerdir. Ancak aralarında şöyle bir fark vardır. Gökler bir yapıyı ifade etmekte, felekler ise o yapıdaki çalışma mekanizmasını açıklamaktadır. Feleklerin hareketleri sayesinde göklerden insanlara faydalı olan gıdalar ve olgular erişmektedir. Yani, Allah Teâlâ, her bir gökte bir sistem kurmuş ve bu sistemin hareketli olması nedeniyle onlara felek adı verilmiştir.

Feleklerin hareketinden cisimler alemi ortaya çıkmıştır. Yıldızların feleklerdeki hareketleri vesilesiyle alemdeki rızıkların yaratılması için rükünlere (temel unsurlara) tesirler ve yağmurlar oluşur. Çünkü Arapçada sema (gök) aynı zamanda yağmur anlamına gelmektedir.

Feleklerin etkin, unsurlar ise zuhur ve tekvinin (yaratılışın) gerçekleştiği yerdir. Bu itibarla felekler kendilerinde ortaya çıkan türeyenlerin anneleridir. Felek dairesel hareketten başka bir şekilde hareket etseydi, onun hareketiyle boşluk dolmaz, pek çok tabii mekan boşlukta kalırdı. Böyle bir hareketten de iş tamamlanmazdı. Tabii mekanların hareketle dolmasının eksik kaldığı ölçüde işin kendisi de eksik kalırdı. Bu ise Allah’ın dilemesine ve sebepleri koymasındaki hikmet ile uyuşmazdı.

“Üstünüze yedi sağlam gök çattık. İçlerine ışık saçan bir kandil astık.” (Nebe, 78/12-13)

Burada söz konusu edilen kandiller, feleklerdeki gezegenlerdir. Feleklerde hangi gezegenlerin etkili olduğu daha önceki makalelerimizde anlatmıştık (Feleklerin Hareketlerindeki Sırlar). Bu makalelerde her feleği karakterize eden bir gezegenin varlığı anlatılmıştı. Buna göre, yedinci gök katının yıldızı “Zühal” olup etkili olduğu gün Cumartesi günüdür. Altıncı gök katının yıldızı “Müşteri (Jüpiter)” olup etkili olduğu gün Perşembe günüdür. Beşinci gök katının yıldızı “Merih” olup etkili olduğu gün Salı günüdür. Dördüncü gök katının yıldızı “Güneş” olup etkili olduğu gün Pazar günüdür. Üçüncü gök katının yıldızı “Zühre” olup etkili olduğu gün Cuma günüdür. İkinci gök katının yıldızı “Utarit” olup etkili olduğu gün Çarşamba günüdür. “Ay” birinci gök katındadır ve Pazartesi gününe tekabül eder.



Göklerden İnsanların Rızıklandırılması

Gökler ve felekler insanlara hizmet etmekte ve onların ihtiyaçları olan şeylerin tespit edilerek yer üzerinde oluşmasına çalışmaktadırlar. Ayrıca insanlara gönderilen azaplar da bu göklerde oluşmaktadır. Bunları gösteren ayetler şunlardır:

“Sizin rızkınız da, size vaat edilen sevap ve cezada göktedir.”(Zariyat, 51/22)

“Emin misiniz gökte bulunandan? Sizinle birlikte yeryüzünü göçürüvermesinden? O vakit bakarsınız ki, o yer çalkalanmaktadır.” (Mülk, 67/16)

Fussilet suresinin 12. ayetinde ifade edildiği üzere, Cenab-ı Hakk her göğe yapması gereken işini kendisine bildirmiş ve onu yapabilecek bir halde yaratmıştır. Her gökteki görevli melekler, feleklerin hareketlerini yöneterek insanların ihtiyacı olan şeyleri oluşmasını sağlamaktadır. Yağmurlar bu rızıklardandır. Yağmurlar sayesinde ekinler, meyveler bitmekte ve bunlarda yer yüzündeki canlıların gıdası olmaktadır. Bildiğimiz yağmurun yanı sıra diğer göklerden gelen fakat her insanın algılamasının mümkün olmadığı yağmurlar da vardır. Bu konuda Ayşe Validemiz (ra) tarafından rivayet edilen şu hadis güzel bir örnektir:

“Bir gün Resûlullah (sav) bir iş için evden ayrılmıştı. Ben de onun ridasını üstüme alarak ihtiyacımı gidermek için dışarı çıktım. Ben dışarı çıkınca çok şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Ben geri döndükten sonra Allah Resulü (sav) eve geldi. Fakat üstünde hiçbir yağmur izi, ıslaklık görülmüyordu. Bunun üzerine merak ederek sordum. “Ya Resûlullah, yağmurda ıslanmamışınız”, kendisi yağmur yağdığını görmediği söyledi. Ben durumu kendisine anlatınca, hangi örtü ile dışarı çıktığımı sordu. Ben de, kendisinin ridasını üzerime aldığımı söyleyince durumu anladı ve bana şöyle dedi. “Ya Aişe, Bu yağmur benim ridamın bereketi üzerine yağan bir yağmurdur. Bu yağmur bizim üstümüzdeki gökten değil diğer göklerden gelen bir yağmurdur. Bu yağmurlar zaman zaman bütün göklerden insanlara yağar. Fakat herkes bu yağmurları görmez. Allah sana bunları göstermiş. Bu yağmurlar dünya üzerindeki mahluklar için bir gıdadır. Onlar sayesinde gönüller huzur duyar, kalpler ilahi rahmete kavuşur. Bu yağmurlar Allah’ın kullarına yönelik bir rahmetidir.”

Bu hadisin de gösterdiği gibi göklerdeki feleklerin hareketleriyle dünya üzerindeki yaratılmışlar için her türlü gıdalar oluşmakta ve bunlar insanlar için hayati değerler ifade etmektedir. Bu tecellilerin fark edilmesi her kes için mümkün olmasa da bu rahmetten her mahluk istifade etmektedir. Bu nedenle gök alemlerinin yaratılışı hakkında düşünmek ve bunların boşuna yaratılmadığını idrak etmek Müslümanın görevidir. Bu hususu aşağıdaki ayet ifade etmektedir:

“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bundan pak ve münezzehsin. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Ali İmran suresi, ayet 191)



İlahi Emirlerin Göklerden Yere İnmesi

Allah Teâlâ, yaratıklarının sayısınca gökten yere doğru miraçlar ve merdivenler belirlemiştir. Allah’ın unsurlar aleminde uygulamayı dilediği hususları gökteki görevli meleklerin eline vermiştir. İlahi emir, daha önce ilahi isimlerin suretindeyken, aklın nefse yönelmesiyle bu kez aklın suretiyle zuhur eder ve ortaya çıkar. Böylece, ilahi emir, geçtiği her mertebeye göre farklı suretler kazanarak her menzilde bir renge girer. İlahi emir, Arş, Kürsi, Sidre menzillerinden geçerek en üstteki ilk göğe iner. Buradaki görevli melekler tarafından karşılanarak, ilahi emir burada Beyt-i Mamur’a girer. Beyt-i Mamur, ilahi emrin gelişiyle sevinir ve her yanından ışıklar parıldar.

Sonra ilahi emir en üstteki gökten bir alttaki göğe geçer. Bu inişte, ilahi emrin yanında birinci gökten kendisiyle beraber gelen melekler vardır. Bunun yanı sıra burçların ve sabit yıldızların ruhları da ona eşlik eder. İlahi emir böylece bu göğün rengine boyanır. Aynı işlem her kat gökte devam ederek, ilahi emir en aşağıdaki gök katına kadar iner ve oradan da unsurlar alemine ve yere iner. İlahi emaneti yere iletmiş olan ilahi emrin bu inişleri esnasında, onunla birlikte bütün sabit ve hareketli yıldızların güçleri ile feleklerin güçleri ve feleklerin hareketlerinin güçleri de iner. Aslında inen her ilahi emir, bir ilahi isimdir. Dolayısıyla ilahi emir iniş yolu esnasında uğradığı bütün menzillerin bir toplamıdır. Bu şekilde unsurların kürelerini yarar ve her birinin doğasının kabul ettiği şeye göre etkiler. En sonunda toprağa ulaşır. Burada yaratıkların kalplerine tecelli eder. Kalpler de, istidatlarına göre, onu kabul ederler. İnsanların kalplerinde buldukları hatırlamalar ve düşünceler meydana gelir. Onlar, bu hatırlamalara göre çalışır, arzu duyar ve hareket ederler. Bu hareket itaat olabileceği gibi, günah veya mubah ta olabilir. Buna göre, maden, bitki, hayvan, insan, yeryüzüne ait bir melek veya göğe ait bir melek, kısaca alemdekilerin bütün hareketleri, yeryüzüne inen bu ilahi emirden ibaret olan tecellilerden gerçekleşir. İnsanlar kalplerinde kaynağını bilmedikleri düşünceler bulurlar ki, onların kaynağı bu tecellilerdir. Ayrıca bu düşünceler, inen ilahi emirlerin elçileridir. Bütün alemlerde, ulvi ve süfli etkiler bu elçiler vasıtasıyla gerçekleşir. İlahi emirler sürekli olarak birbirini takip eder ve bu iniş her nefes yenilenir.

Allah ehlinden keşif sahibi olan kişi, bir ilahi emrin inişini ve yakın gökten ayrıldıktan sonra üç yıl boyunca inmek üzere havada dolaşmasını gözler. Üç yıl sonra yeryüzünde ortaya çıkar. Keşif ehli, kendilerine gösterilen bilinmeyenleri buradan dile getirir. Çünkü onlar, gerçekleşmeden önce gizli haberleri görür ve gelecek yıl gerçekleşecek hadiseleri bildirirler.



Sonuç

İşte kainatta çalışan bu ilahi sistem ne kadar mükemmeldir. Allah Teâlâ’nın yarattığı hiçbir şey boşuna değildir. Her an, kainat Allah’ın ilahi emirlerine muhatap olmakta, bu ilahi emir ve rahmet tecellileri ile varlık kazanmakta ve yaşamını sürdürebilmektedir. Bütün bunlar akıl ve duyularla algılanabilecek şeyler değildir. Ancak bu konuda marifet sahibi olan arif kişiler bu yapıyı görebilir ve idrak edebilirler. Fakat her Müslüman böyle bir yapının mevcut olduğuna iman etmekle mükelleftir. Müslümanlar bu konudaki bilgilerini geliştirmelidir. Bu onun imanını arttırır ve ibadetlerinden daha fazla zevk almasına neden olur.

Bununla beraber, bu gerçeklere inanmayan insanlar olabilir. Bu insanlar yalnız akıl ve beş duyu ile ulaşabileceği bilgilerin dışındaki her şeyi doğma kabul edip inanmamaktadır. Halbuki bunu düşünürken kullandığı akılına, ona beş duyu ile ulaşamamasına rağmen, inanmakta ve onun varlığını kabul etmektedir. İşte bu bir çelişkidir. Akıl ilimcileri, yalnız beş duyu ile algılanan doğa dedikleri şeyle kendilerini sınırlandırırlarsa, daima bir eksiklik ve çelişme içinde kalırlar. Bundan kurtulmanın tek yolu, Sırlar İlminin verilerini kabul etmektir.

Dostlar! Allah Teâlâ’nın bütün Müslümanlara, alemlerdeki bu manevi sırları idrak etmeyi nasip etmesini niyaz edelim. Allah dilemeden biz dileyemeyiz. Allah hidayet etmeden bizler bu manevi gerçekleri idrak edemeyiz. Başarı ancak ve ancak Allah’tandır.



Faydalanılan Eserler:

“Fusûs ül-Hikem”, İbn Arabi, İstanbul Kitapevi, 1981

“Fütûhat-ı Mekkiyye”, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008

“İslam Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 2008

“Kalplerin Keşfi”, İmam-ı Gazali, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2012

“Marifetname”, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Hasankale, 1980

“Mektûbât-ı Rabbânî”, İmam-ı Rabbani, Yasin yayınevi, İstanbul, 2008

“Mesnevî”, Mevlânâ, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013

“Sahih-i Buhari”, İmam Buhari, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2010

Yazıyı okudum ve çok güzel açıklayıcı kafadaki eksik yerleri tamamlayıcı olarak buldum. herkes faydalansın forumda bulunsun diye ekledim. ALINTIDIR.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147