Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Engelli anne olmak
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 10.02.17, 14:16
SiLence SiLence isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,466
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Engelli anne olmak

Tarifi en zor duygulardan biri herhalde anneliktir. Yine belki de hayatta üstlendiğimiz en zor görevlerden biri de annelik olarak değerlendirilebilir.
Hamilelik döneminden çocuğunuzla ilk karşılaşmanıza, onun günden güne büyümesine kadar bir ömür boyu süren bir ilişkiden söz ediyoruz.
Önce insanın fizik yapısında bir dönüşüm oluyor, bedeninizde ayrı bir varlık taşıdığınızı öğreniyorsunuz. Ancak bir annenin üstesinden gelebileceği sancılı bir doğum yaşıyorsunuz.
Size küçük, gözleri yumuk bir canlı getiriyorlar. İçinizi anlatılmaz duygular kaplıyor. Hele onu sizin göğsünüzün üzerine bıraktıkları ilk an, onun kokunuzu ala ala sizi tanıması. Minicik bir canlının hayatta kalma dürtüsüyle size sarılışı, ilk emzirmenin sizi ve bebeğinizi kan ter içinde bırakan telaşı.Tüm bunlar taşıdığınız sorumluluğun kafanıza bir daha hiç çıkmamacasına kazınmasına, gönlünüzde hiç kaybolmamacasına yer edinişine neden oluyor. Onun ilk hareketleri, ilk gülüşü, kısacası her anı bir olay haline geliveriyor yaşantınızda. Konuşmanızın, düşünmenizin, hareketlerinizin, ilişkilerinizin odak noktası bebeğiniz oluyor.
Ve bir gün herhangi bir nedenle bedeninizin bir kısmını kullanamaz hale geliyorsunuz.
Bu evde iş yaparken, yolda yürürken, arabayla bir yere giderken, işyerinizde her hangi bir nedenle geçireceğiniz kazayla olabilir. Veya ani gelişen bir hastalığın ürünü olabilir. Bir anda yaşamınızın kalan kısmını “engelli” bir insan, ama ondan ötesi engelli bir “anne” olarak sürdürmek gerçeğiyle karşılaşabilirsiniz.
Belki pek bilinmiyor, ülkemizdeki engellilerin büyük çoğunluğunu süreklilik kazanmış hastalar oluşturuyor. Diğer engel türleri ki en çok da ortopedik engelliliğin nedenlerinin başında ise kazalar ve yine hastalıklar geliyor.
Tuhaf ama kaza denilince bizim ülkemizde bunun anlamı göz göre göre gelen türler her halde ilk sırayı alır. Yani aslında kaza değil, bile bile yapılmış hataların kurbanlarıyız çoğumuz. Bunu ancak yaşadıktan sonra oturup düşündüğümüzde anlıyoruz.
Türkiye’de engelliğin aslında büyük çoğunlukla önlenebilir nedenlerle meydana geldiğini anladığımızda hep geç kalmış olmanın acısını taşıyoruz. İşin daha kötüsü, toplum olarak gördüğümüzü hemen unutuyoruz, yani ders almayı da pek bilmiyoruz. Sonuçta binlerce insan kişisel olarak veya toplum olarak kendi koyduğumuz kurallara uymamanın ağır bir bedelini ödüyoruz. Ve maalesef “akıllanmamakta” kararlı görünüyoruz.
Genç bir annenin, çocuğunun kendisine en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda engelli kalmasının ne demek olduğunu anlatmak kolay değil. Doğuştan engelli olan biri ile sonradan, hele ilerleyen bir yaşta engeli olmak bir biriyle kıyaslanmayacak duygular yaratıyor.
Doğuştan engelli bir kişi, gelişimi boyunca bir takım becerileri beraberinde ediniyor, bir çok sorunu küçük yaşta kendini eğiterek çözebiliyor.
Buna karşılık sonradan engeli olan, bedeninin bir kısmını veya önemli bir kısmını kullanamayan bir insan için yeni ve alışılması hiç de kolay olmayan bir yaşam başlıyor.
Önce kendinizle, çevrenizle, başınıza gelen olayın nedenleri, niçinleriyle kavga ediyorsunuz. Herkes size düşman gibi görünüyor, herkesi yaşadığınızın sorumlusuymuş gibi düşünüyorsunuz.
Kimi zaman kendinize küsüyorsunuz. Yapmak isteyip de yapamadıklarınız sizi hayata bağlayan her bir bağı zorluyor.
Öte yandan bir anne olduğunuzu, hayatının geri kalanında sizin desteğinize ihtiyacı olan çocuğunuza karşı sorumluluklarınız sizi kıskıvrak sarıyor. Yapamayacağınızı, çocuğunuzu besleyip, büyütemeyeceğinizi düşünmeye ve korkmaya başlıyorsunuz.
Bir başkasının, bu sizin en yakınınız olabilir; eşiniz, anneniz, kardeşleriniz olabilir yardımına muhtaç olarak çocuğunuzu büyütmeye kendinizi alıştırmaya çalışıyorsunuz.
Hareket yeteneğini büyük oranda kaybetmişseniz, çocuğunuz sizden her yardım isteğinde, yatağında acıktığı veya altını kirlettiği için ağladığında, daha kötüsü hasta olduğunda ona koşamamanın ne demek olduğu nasıl anlatılır ki?
Çocuğunuzun evin dışındaki sosyal yaşamında, parkta, okulda herhangi bir yerde yanında her an olamamak nasıl bir acıdır, tarif edilebilir mi?
Ülkenizde hükümetler, yerel yönetimler, özel veya kamu kurumları kurallara uygun yollar, binalar, araçlar yapmadıkları için evinize hapsolmuşsanız, çocuğunuzla evinizin dışında nasıl ilişki kurabilirsiniz?
Onun sevinçlerini, başarılarını nasıl tanık olur, üzüntülü anlarında yanında hemen nasıl destek olabilirsiniz?
Bunları hep sizin yerinize birilerinin yapması, ne kadar yakınınız olsa da kabul edilir değil. İnsana anneliğini eksik hissettiren, hatta bazen kahrettiren şeyler.
Derken çocuğunuz büyüyor, ilişkinizin olması gerekenden farklı bir biçim alıyor. Çocuğunuz görüyor ki siz de aslında bakıma ihtiyaç duyan bir kişisiniz. Bir süre sonra çocuğunuzun çocuğu olmaya başlıyorsunuz.
Bu durum genellikle çok ilerleyen yaşlarda normaldir, hani insan yaşlanınca yeniden çocuklaşır diye. İşte o yaşlılık dönemlerinde büyüyen çocuklar annelerine, babalarına çocukları gibi davranmaya başlarlar.
Bu ilişki engelli annelerde ve elbette babalarda çok erken bir dönemde görülür. Çocuklar küçücük yaşlarında küçücük omuzlarına düşen ağır sorumluluğu taşımaya çalışırlar. Kimi çok iyi, kimi ağır aksak bu yükü sırtlanır gider.
Erken yaşta, değişik bir olgunluk, sorumluluk bilinci gelişir. Siz anne olarak onu elinizden geldiğince doğrudan veya dolaylı takip ederken, o da sizi izlemeye çalışır.
Engelli anne olmak ülkemizde zoru başarmanın adıdır. Hatta imkânsızı başarmak da diyebiliriz.
Ve bunda engelli annelere destek veren annelerin, teyzelerin, yeğenlerin ve elbette çocuklarınızın büyük payı vardır.

Engellilerin her zaman yardıma muhtaç olduğunu, kendi ihtiyaçlarını kendilerinin karşılayamadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onlar; işitme, görme ve bedensel engelli; ama hepsi birer anne…Çocukları da kendilerinin aksine sağlıklı. Hiç merak ettiniz mi bir engelli anne bebeğini nasıl büyütür, hayata nasıl hazırlar? Onlar, engellerine rağmen engelleri aşan anneler.





Geceleri uyuyamayan minik bebekler anne babalar arasında hep şikâyet konusudur. Uykunun en tatlı yerini bölen bir bebek hıçkırığı özellikle de annelerin kâbusudur aslında. Hele bir de her gece defalarca tekrarlanıyorsa… Bebeklerin zamanlı zamansız ağlaması genelde ebeveynleri rahatsız eder. Tabii ki geceleri bölünen her uyku, bir zaman sonra büyük bir eziyete dönüştüğü için… Haklı olarak; ne var bunda diyebilirsiniz. Peki, her gece onlarca kez de olsa bebek sesiyle uyanmanın büyük bir nimet olduğunu düşündünüz mü hiç? Şimdiye kadar aklınıza gelmediyse işitme veya görme engelli, felçli annelerin hikâyelerini okuyunca bunun şükredilmesi gereken büyük bir nimet olduğunu anlayacaksınız. Hem de yüreğinizde hissederek…

Şüphesiz annelik bütün dünyanın kabul ettiği sayılı ortak değerler arasında. Kadının hayatını değiştiren, onu şefkat, merhamet ve fedakârlık abidesi haline getiren bir haslet. Beşikten mezara kadar elinden tuttuğu yavrusunun varlığını hiçbir mutluluğa, sevgiye, huzura değişmeyen bir anne için hayat, bebeğini kucağına aldığı andan itibaren bir başka anlam kazanır. Onunla yatar, onunla kalkar; onunla yer, onunla içer… "Annelik zor zanaat" diye boşuna dememişler. Çünkü yaşananlar meşakkatli, zor bir süreçtir…

Benim dünyam çok sessiz

Her kadın, fıtratının bir gereği olarak annelik duygusunu tatmayı, yavrusunu kucağına alıp okşamayı ister. Aynı hülyalar engelli bayanlar için de geçerlidir. Onlar da sağlıklı çocuklar dünyaya getirmeyi, yavrularını sevgiyle büyütmeyi hayal eder. Zira bir ev çocuksuz olmuyor. Gözler görmese de, kulaklar işitmese de, el ele çayırda çimende koşturulmasa da her evli çift "anneciğim, babacığım" hitabını duymak istiyor. Bir anne düşünün ki gözleri görmüyor. Bir başkası duymuyor ya da tekerlekli sandalyesinde yavrusunun isteklerine cevap vermeye çalışıyor. Hayatta "ben de varım" diyen bu insanlar da anne; ve çocuklarının geleceği için onlar da pembe hayaller kuruyor... Hem de hayatın önlerine çıkardığı bütün engellere inat…

Çoğu görme, işitme, bedensel engelli çiftin çocuğu, anne-babalarının aksine sağlıklı dünyaya geliyor. Bu sonuç aileleri mutlu ederken birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin, işitme engelli annelerin en büyük sorunu, bebeklerinin ağlamasını duyamamaları. Bu durum ilk etapta zihinlerde duygusal çağrışımlar yapsa da aslında işitme engelli ebeveynler için ciddi bir problem. Çünkü gece karnı acıkıp anne kokusunu özlediğinde ağlayan bebek, çığlıklarına muhatap bulamıyor. Ya da yaramazlık yaparken eli kapıya sıkışsa, başından aşağıya kaynar su dökülse yan odadaki annesinin haberi olmuyor.

Hemen o kadar karamsar olmayın. Çocuklar her ailenin kendince bulduğu çözümlerle büyüyor. Bu zorlu sınavda da birbirinden farklı hayat hikâyeleri çıkıyor. Bir bakıma onlarınki "iç konuşması" bol bir yaşam aslında.

Hamdiye Ayanoğlu (60) yedi yaşında geçirdiği menenjit hastalığından sonra işitme duyusunu ve hafızasını kaybeder. Anne-babası işitme engellilerin kullandığı işaret dilini bilmediği için zor günler geçirir. Ailesiyle hiçbir zaman tam bir diyalog kuramaz. Kendi çabasıyla okuma-yazmayı, dudak okumayı öğrenir. 15 yaşında işitme ve konuşma engelli devlet memuru Tuğran Ayanoğlu ile hayatını birleştirir. Artık daha 'sesli' bir dünyanın kapısı aralanır kendisine.

Ayanoğlu çifti, "Acaba çocuğumuz da engelli olur mu?" düşüncesine hiç kapılmadan çocuk sahibi olmak ister. İlk çocukları bir erkektir. Muzaffer adını verdikleri oğulları gayet sağlıklıdır da. Hayatları renklenmiştir; ama kısa sürede bir gerçeği fark ederler. Minik Muzaffer'in ağlamalarını duymuyorlardır. Kendilerince bir formül bulurlar. Muzaffer bebek sürekli annesinin kollarında uyur. En ufak bir kıpırdama Hamdiye Hanım'a süt vaktinin geldiğini gösteriyordur çünkü…

Fedakâr anne üç çocuğunu da büyütürken bir gece olsun derin ve aralıksız uyumaz. Yardıma gelen anneanne, kızının az da olsa rahatça uyuyabilmesi için kendi kolundan kızının koluna uzanan bir ip bağlar. Bebek ağladığında anneanne uyanır, aradaki ip birkaç kez çekilir ve anne uyanıp bebeğe bakar. Bir gün büyük oğlu Muzaffer, gündüz saatinde etraftaki komşuların bile duyacağı kadar ağlar; ama Hamdiye Hanım çığlıklardan habersizdir. İçindeki sesi dinleyerek aniden odaya gelir ve neredeyse ağlamaktan morarıp nefesi kesilen bebeğini muhtemel bir ölümden kurtarır. Şimdi 31 yaşında olan küçük kızı Ebru da bir gün beşiğinden aşağı yüzüstü düşer, nefessiz kalır. Ebru'yu ölümden bu kez de büyük kardeş Muzaffer kurtarır.

Hislerini işaret diliyle anlatmaya çalışan Hamdiye Hanım, yaşadıklarından yola çıkarak engelli annelerin çocuk büyütürken engelsiz annelere göre daha dikkatli olması gerektiğini söylüyor: "Yemek pişirirken, temizlik yaparken her 15 dakikada bir çocuklara bakardım. İş yaparken değil, arada gidip gelmekten yorulurdum. Eğer engelli olduğum için çocuklarıma zarar gelseydi kendimi affetmezdim. Ne yapayım, benim dünyam çok sessiz."

Başka bir sorun da bebekler hastalandığında yaşanır. Ayanoğlu çifti, doktorlara çocuğun rahatsızlık sebebini anlatamaz, ne yapmaları gerektiğini soramaz. Hamdiye Hanım, doktorların kendisini deli zannettiklerini, çoğu zaman ilgilenmediklerini öne sürüyor: "O an gerçekten engelli olduğunuz için üzülüyorsunuz. Çünkü çocuğunuzun sağlığı söz konusu ve çaresizsiniz."

İstanbul'da yaşayan Ayşe Bügelek (32) kendini "kısmî görme engelli" olarak tanımlıyor. Çünkü yüzde 20 oranında görebiliyor. Bunun için cisimleri iyice yaklaştırması lâzım. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Büyükşehir Belediyesi'nin Özürlüler Araştırma Kütüphanesi'nin kurucusu, 11 yıldır da çalışanı. Eşi Mustafa Bügelek de Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden mezun ve görme engelli. Bir gözü tamamen görmezken diğeri yüzde 10 oranında görüyor. Mustafa-Ayşe çiftinin 3,5 ve 5 yaşında sağlıklı iki kızı var.

Torunuma nasıl söylerim?

Ayşe Hanım çocuk sahibi olduktan sonra 'engelli' olduğunu daha çok hissettiğini anlatıyor. Hamilelikten önce ve sonra bebeğin bakımı ve beslenmesiyle ilgili yüze yakın kaynaktan yararlanırken tek yaşadığı tereddüt, çocukların teninde oluşabilecek yara, kaşıntı, alerji gibi hastalıkları nasıl görüp tedavi edeceği hakkında olur. En zorlandığı şeyler ise çocuklarıyla gezmek ve tırnak kesmektir. Ayşe Hanım zamanla yaşadığı zorlukların azaldığını söylese de engelsiz çocuklarına yetmenin o kadar da kolay olmadığını belirtiyor.

Hep anne-babanın çocukları için yaptığı fedakârlıklar anlatılsa da engelli anne-babası için fedakârlıkta bulunan çocuklar da yok değil. Bedensel engelli Binnur Semiz (36), 28 yaşında intihar girişiminde bulunur ve yüksekten düşme sonucu kalçası üç yerden kırılır. Bu olaydan sonra 8 yaşındaki kızı Ayşenur'un hayatı da bir anda değişir. İntihar girişiminden önce büyük bir tekstil firmasında üst düzey yönetici olan Semiz, yaşadıklarını şöyle özetliyor: "Sağlıklıyken hayattan bıkıp her şeyden kurtulmak isterken sakat olarak hayata döndüm. Uyandığımda sakat kaldığımı öğrendim. Benim ve sevdiklerim için ciddi bir travmaydı."

Aynı zamanda Türkiye Sakatlar Derneği genel başkan yardımcısı olan Binnur Semiz, iki ay hastanede kalır. Tekerlekli sandalye ile yeni bir hayata alışmaya başlar. Bu esnada 8 yaşındaki Ayşenur'un kendisine çok yardımcı olduğunu söylüyor: "İlk zamanlar tekerlekli sandalyeyi kabul edemedim. Doktorlara, sevdiğim insanlara içimdeki acıyı püskürüyordum adeta. Kızım bilinçli olarak 'teyzem beni iyi yıkayamıyor, sen yıka, senin patateslerin daha güzel kızarıyor' diyordu. Beni hayatın içine katıp her şeyi eskisi gibi yapabileceğimi anlatmaya çalışıyordu." Binnur Semiz yavaş yavaş eski hâline dönmeye ve evdeki sorumlulukları tekrar almaya başlar.

Kızı Ayşenur, annesinin ne yapıp yapamadığını çok iyi bildiğini, taleplerini bunları göz önünde bulundurarak oluşturduğunu anlatıyor. Birlikte dışarıda zaman geçirmeyi çok sevdiğini fakat tekerlekli sandalye ile her yere girip çıkamadığı için üzülüp sinirlendiğini söylese de annesini 'mükemmel' olarak tanımlıyor. Binnur Semiz de normal anneler gibi kızının ihtiyaçlarını karşılayamadığını ama onun hayatını kolaylaştırmak adına girişimlerde bulunup aradaki boşluğu doldurmaya çalıştığını belirtiyor.

İşitme engelli olmalarına rağmen evlendikten üç ay sonra bebek sahibi olmak isteyen Şafak (24) ve Güler Ulusal (22) çifti, İstanbul Gaziosmanpaşa'da yaşıyor. Henüz 2,5 aylık olan kızları Başak gayet sağlıklı. Babaanne Arife Ulusal, gelini ve oğluyla aynı odada kalıyor. Çünkü anne Güler, bebeğin ağladığını duyamıyor. Babaanne, Başak her ağladığında uyanıp bebeği gelininin kucağına veriyor. Güler Ulusal, kızıyla çok mutlu olduğunu ama sesini duyamadığı için üzüldüğünü anlatıyor. Eğer kayınvalidesiyle aynı evde oturmasa çocuğuna bakamayacağına dikkat çekerek, işitme engelli olmamasına rağmen bebeğine ilk öğreteceği şeyin işaret dili olacağını söylüyor.

Arife Ulusal, oğlunun ve gelininin işitme engelli olmalarından dolayı çok üzgün. Hatta bu üzüntüsünün bebek dünyaya geldikten sonra daha da arttığını söylüyor: "İki buçuk aydır torunum geceleri ağlıyor ama iki evladım da uyuyor. Bir onlara bir torunuma bakıyorum, gözyaşlarımı tutamıyorum. Başını göğsüme dayayıp, başlıyorum konuşmaya. 'Yavrum, annen baban seni çok seviyor; ama duyamıyorlar. Bunu sana nasıl anlatırım, üzülürsen kıyamam.' diyorum." Babaanneye göre bebek ağladığında yanı başında bir ses istiyor. Anne hiç konuşamadığı için bebeği susturamıyor.

Bir tekstil fabrikasında ütücü olarak çalışan baba Şafak, bebekle birlikte hayatlarının daha güzel olacağına inanıyor ve kızının yetişmesi için elinden geleni yapacağını söylüyor. İşitme engelli Ulusal çifti, gelecekteki muhtemel zorlukların hesabını yapmadıklarını, hayatı akışına bırakarak yaşayacaklarını belirtiyor. "Eğer çok düşünerek hareket etseydik bebek sahibi olamazdık. Böyle bir güzellikten mahrum kalırdık." diyerek engelliler de dahil herkesin anne-baba olmaya hakkı olduğunu ifade ediyor.

Her anne-baba çocuğunu en iyi şartlarda yetiştirmek ister. Ama buna bazen maddi imkânsızlıklar bazen de fizikî şartlar engel olabilir. Tıpkı engelli ailelerde olduğu gibi. Engelli anne-baba her ne kadar elinden geleni yapsa da zaman zaman çaresiz kalıp yetemediklerini de kabul ediyor ve her şeye rağmen yapabildikleriyle gönüllerini ferahlatıyor. Ama 'yapmak isteyip de yapamadığınız neler var?' sorusunun cevabına başlarken önce derin nefes alıyorlar…

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147