Her evde hummâlı bir telaş var. Sebebi ise konserve yapma zamanının gelmiş olması. Domatesten bibere, bamyadan fasulyeye, çilekten vişneye, tarhanadan salçaya, reçelinden kızartmasına, kurusundan yaşına kadar, bütün kış, hatta bütün sene yemeyi planladığımız ne varsa hazırladık hazırlıyoruz.
Taştan yumuşak ne varsa, kurutulup kızartılacak, közlenip paketlenecek kışlık nevale olarak görüyoruz. Tam bir şenlik havası hakim evlerde. Komşular, kurulmuş bir hevesle, vazife şuuruyla biraraya gelip yardımlaşıyorlar. Kavanozlar, kapaklar, kilitli poşetler, saklama kapları ve başka şeyler de bu seremoniye eşlik ediyor...
"6 ay sonra akşam yemekte ne yapsam?" sorusuna cevap arama zahmetinden kurtulmak için şimdiden barbunya paketliyoruz. Şimdiden kilerde raf dizilimini organize ediyoruz toptan gıda marketlerine rakip olacak bir titizlikle...
Bütün bu zahmetler ve uğraşlar bedenimizin gıdası için ve hatta daha da fazla dilimizdeki tad alma duyusu için...
Hayat memat meselesine dönüştürebiliyoruz midemize ait meseleleri. Konserve yapamamışsa bir kadın, vicdanen kendini huzursuz ve noksan hissedebiliyor...
Peki ya kalp ve ruhumuzun gıdası konusunda ne kadar hazırlığımız var? Geçen yıl geride kaldı ve gitti. Bizi bekleyen yıla ait, ruhumuzu ve kalbimizi ilgilendiren planlarımız var mı? Tıpkı konservelerimiz gibi, kurularımız gibi, reçellerimiz gibi, bedenimizi hem de zihnimizi yorduğumuz mânevi gıda planlarımız var mı? Konserve yaparken komşuların biraraya gelme fedakarlığı gibi, Allah için hevesle ve tereddütsüz biraraya gelmelerimiz, yarınımıza kafa yormalarımız var mı?
Nefis dediğimiz şey, midemiz ve yeme-içme alışkanlıklarımızla doğrudan ilişki halinde. Midemizi şımartıp kalp ve ruhumuzu ihmal ettiğimiz her sofrada, ebedi hayatımız her geçen gün daha da noksanlaşacak ve müsrif bir müflise dönüşeceğiz.
Allah muhafaza etsin!