Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Tevhidin Esasları
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 09.02.17, 11:19
SiLence SiLence isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,484
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Arrow

Meleklere Îman :


Allah'ın meleklerine şöyle inanırız: Allah'ın emrine karşı gel*mezler, emrini yerine getirirler. Melekler günah işlemekten korun*muşturlar, erkeklik dişilik sıfatlarından beridirler. Cenabı Allah Kur'an-ı Kerîmde melekleri dişilikle vasıflayarak Allah'ın kızlarıdır, diyenleri reddediyor; şöyle buyuruyor: .

“Onlar, Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi yap*tılar. Yaratılışlarına şahit mi idiler? Onların şahitliklerini yazacağız, onlar Kıyamete kadar sorumlu tutulacaklardır.” [38]

“Yoksa Allah kızları oğullara tercih mi etmiş? Ne oluyor size, nasıl böyle hüküm veriyorsunuz.” [39]

“Cevâhir'ul-Usûl” adlı kitapta şöyle zikrediliyor: Melekler için cennet nimetleri ve Allah'ı görme nimetinden nasib yoktur. Konevî'nin “Umdet'ün-Nesefi” Şerhinde de böyle yazılmaktadır. Bu ki*taplarda yine meleklerin her şekle girebilen havaî latif bir cisme sahib oldukları, ikişer, üçer, dörder kanatları bulunduğu da zikre*diliyor. Meskenleri göklerdir. Müslümanların çoğunluğunun görü*şü de böyledir.


Kitaplara İman:


Allah'ın kitaplarına iman konusunda Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan gibi adet tayin etmeksizin Allah katından indirilen bütün ki*taplara iman etmek gerekir.


Peygamberlere İman:


Peygamberlere iman ederken Allah tarafından gönderilen bü*tün peygamberlere inanmak lâzımdır. Kendine bir kitap veya say*fa verilsin, yahut verilmesin, bütün peygamberleri içine alacak şekilde inanmak şarttır. İmam Âzam yukarıdaki ifadesinde “Resul” kelimesini “Nebi”ye eş anlamlı olarak kullanmıştır. Feth'ul-Kadîr sahibi İbn-i Humam da bu görüşü benimsemiştir. Ancak Cumhura göre, Resul kelimesi Nebi kelimesinden daha hususî bir manâ ta*şır, Peygamberlere iman ederken belli bir sayı tâyin etmeyiz. Zi*ra sayı tayin edince peygamber olmayanı peygamber yapmak ihti*mali olabilir. Yahut peygamber olduğu halde sayıdan çıkarılarak peygamberliğine inanılmayanlar da bulunabilir. İman esaslarındaki tertib, meleklerin kitapları Peygamberlere getiren kişiler olma*ları itibariyledir. Yoksa kitaplar ve peygamberler, meleklerden daha faziletlidirler.


Öldükten Sonra Dirilmeye İman


Öldükten sonra dirilmekten maksat, başlangıçtaki şekil ve var*lık yok olduktan sonra yeniden var olmaktır. Öldükten sonra diril*menin delili şu âyet-i kerimelerdir:

“Sonra sizler, şüphesiz Kıyamet gününde diriltileceksiniz.” [40]

“O (inkarcı) insan görmedi mi ki biz onu bir damla sudan na*sıl yarattık. Şimdi de aşikâr bir mücadeleci kesildi”.

“Bir damla sudan yaratılışını unutarak bize bir de misal ge*tirdi: Bu kemikleri dağılıp çürümüşken kim diriltir? dedi.”

“Ey Resulüm! De kii onları ilk defa yaratan diriltir ve o, her yaratılanı tamamiyle bilir.” [41]

“El-Makâsıd” adlı kitapta şöyle deniliyor: Öldükten sonra diril*meye inanmak dinin zarurî saydığı inanç esaslarındandir, inkârı ise kesinlikle küfürdür.

Öldükten sonra dirilme hâdisesine şöyle itiraz edilebilir: Öldük*ten sonra dirilmeye inanmak, tenasuh'a, yani ruhun bir bedenden başka bir bedene intikaline hükmetmektir. Çünkü ikinci beden ilk beden değildir. Hadîs-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:

“Cennet ehli tüysüz, sakalsızdır. Gençleri ihtiyarlamaz, elbiseleri eskimez.” [42]

“Cehennemlik birinin sırtı Uhud dağı gibidir.” [43]

Öldükten sonra dirilme ve cesetlerin haşri ile hükmetmek üzerine Celâleddin er-Rûmî rahimehullah şöyle diyor:

“Tenasüh inancının yerleşmediği hiçbir mezhep yoktur.”

Bu itiraza şöyle cevap veririz : İkinci beden, ilk bedenin aslî cüz*lerinden yaratılmış olmasaydı o zaman belki tenasüh olabilirdi. Eğer bu inanca yâni cesetlerin haşri inancına tenasüh adı verilecek olur*sa, bu yalnız isim üzerine bir münakaşa olur. Esas tenasühün tarifi, Tenasuha inananlara göre şöyledir: Tenasüh, ruhların âhirette değil dünyada şahıslara iadesidir. Zira Tenasüh inancına sahib olanlar Cennet ve Cehennemi ve âhirete ait diğer işleri inkâr edi*yorlar. Bu sebepten bu inançta olanlar tekfir edilmişlerdir. Cenabı Hak'kın:

“Şüphesiz âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri yarın ateşe ataca*ğız. Onların derileri piştikçe, azabı duysunlar diye kendilerine, de*rilerinden başka deriler vereceğiz. Çünkü Allah, gerçekten Azizdir, Hakimdir.” [44]

Buyruğunun, hissî lezzetlerle mükâfatlandırılacak, cismanî ızdırap ve acılarla cezalandırılacak olan kimsenin, Allah'a itaat eden ve kötülüğü irtikap edenlerden başkası olduğunu ifade ettiği söyle*nemez. Zira biz deriz ki: öldükten sonra dirilmede cismanî ve hissi olarak tat ve acıları duymada itibar edilen husus bu işi anlamaktır. Acı yahut lezzet tatmak ise ancak ruhun tâalluku ile olabilir. Ve lev ki alet vasıtasiyle olsun. Vücudun aletleri ise aynen bakidir, bedenin diğer asli parçaları da öyle. Bu sebeple çocukluk çağında görülen ve bir çocuk için ihtiyarlık anında şekil ve görünüşü hat*ta birçok azası ve aleti değişse de, çocukluktaki insanın aynı ol*duğu rahatlıkla söylenir. Gençlik çağında cinayet işleyip yaşlanınca cezaya çarptırılan bir kimse için, gençliğinde suçu işleyen kim*se değildir, denilemez. İşte Hadis-i şerifte belirtilen: “Kâfirin sırtının Uhud dağı kadar büyümesi”, azalarından bir şişme meydana gel*mesi gibidir. Parçalar aynı parçalardır.

“Şerh'ül-Mevâkıf”ta şöyle deniliyor: insandaki asıl parçalar, ömrün başından sonuna kadar devam eden parçalardır. Bâzı âlim*ler de demişlerdir ki: insan vücudunun asıl cüzleri, yaratılışın başlangıcında hâsıl olan cüzlerdir. Yaratılışın başlangıcı, ruhların ce*setlere tâalluk etmeğe başladığı zamandır.

Öldükten sonra dirilmede bedenin asıl cüzlerine itibar edildiği hususunda zikrettiğimiz görüş ile cesedlerin bütün cüzleri ile öldük*ten sonra dirilmeyi inkar edenlerin öldükten sonra haşri inkar sadedinde söyledikleri söz itibardan düşmüştür. Haşir ise ancak her şeyden evvel ömrün evvelinden sonuna kadar cesetlerin bütün cüzleri ile olur. Hatta öyle ki, iade mânasını gerçekleştirmek için Cenabı Allah sünnet yerinden kesilen et parçası ile tırnaklardan, saç*lardan kesilenler, dişlerden çıkarılanlar ve benzeri vücudun ilk ya*ratılışında var olan bütün cüzleri iade edecektir. Sonra Cenabı Al*lah kemmiyet, keyfiyet ve şekil bakımından iradesinin taallûk ettiğince dilediğini bırakacak, dilediğini yok edecektir. Sonra bilmiş ol ki Cenabı Allah akıllıları dirilteceği gibi, delileri, çocukları, cin ve şeytanları, hayvanları, haşereleri ve kuşları da diriltecektir. Çünkü bu hususta hadîs-i şerif vardır. Azası henüz tamamlanmamış bulu*nan düşük çocuklar diriltilecek mi? İmam Âzam Ebû Hanife'den rivayet edildiğine göre, düşük çocuğa ruh verilmişse diriltilecektir, ruh verilmeden düşmüşse diriltilmeyecektir. Doğru olan görüş de bu*dur. Zira Allah'a yakın olan muttaki âlimlerin mezhebi, haşrin ruh ve cesedden meydana geleceğidir. Konevi'nin görüşü ise şöyledir: Kendisi şöyle diyor: bizim âlimlerimizin mezhebinin gereği şudur. Çocuğun azalarından bir kısmı belli olmuşsa dirilecektir. Bu görüş Şâbî ve İbn-i Şîrin'in görüşü olup reddedilmiştir. Zira bu hüküm fıkhî bir hükümdür. Bu hüküm üzerine dünyevî bazı hükümler te*rettüp eder. (Miras gibi). Âhirete ait haller buna kıyas edilemez.


Kadere İman:


Kadere inanmak iman esaslarındandır. Hayrın faydasının, şer*rin zararının Allah’tan olduğuna inanmak da kadere imana dahil*dir. Acının acılığı, tatlının tatlılığı, hayrın faydası, şerrin zararı hep Allah'tandır. Kader değişmez. Allah'ın kaza ve kaderine rıza gös*termek gerekir. Kader, fayda, zarar, güzellik, çirkinlik ve bunları kaplayan zaman ve mekânla bunlar üzerine terettüp eden sevap ve azab cinsinden yaratıkların hepsini bulunduğu durumda tayin et*mektir, İmam Âzam, Hz. Peygamber'e uyarak Kelime-i Şehadetin şamil bulunduğu icmali, imanı anlatmamış olsa gerektir. Peygam*ber'e Cebrail aleyhisselam, imandan sorunca bu kadar (yani altı iman esası) ile cevap vermişti. imam Âzam da Hz. Peygamber'e uya*rak aynı esasları kabul etmiştir. Ancak İmam Âzam yukarıdaki me*tinde âhiret gününe iman sözü yerine “öldükten sonra dirilmek” ifadesini kullanmıştır. Bu ifade ile kabirdeki hayatı da içine almıştır. Sonra ben başka bir nüshada “Âhiret günü” ifadesi ile “öldük*ten sonra dirilmek” ifadesini birleştirdiğini gördüm. İmam Âzam'm bu iki ifadeyi birleştirmesi ile, öldükten sonra dirilmekten, kabirde dirilmek mânası kasd edildiği, yahut “âhiret günü” ile Kıyamete ait bütün halleri, ölümden sonraki sevap ve azap hallerini kasdettiği ortaya çıkmıştır.

Sonra İmam Âzam âhirete ait hallerden haşir neşir için dirilme*yi tahsis etmiştir. Çünkü bu bahis, kâfirlerin ilk münakaşaya girdik konudur. Tafsili imanın esaslarını ihtiva etmektedir. Bu şekilde İmam Azam kitabının başında, sonradan tafsilatlı olarak açı*layacağı hususları kısaca sana tenbih etmeyi istemiştir.


Öldükten Sonra Hesap Günü :


Hesab, amellerin tartılması Cennet ve cehennemin varlığı haktır. Kametin, duraklarından olan Sırat, havuz ve diğerlerinin varlığı da haktır.


Allah'ın Birliği :


İmanı Âzam buraya kadar imanın esaslarını açıkladıktan son*ra esas Tevhid'in mânasını bütün açıklığı ile izah etti ve şöyle dedi.

“Allahu Teâlâ zatında birdir. Fakat bu birliği sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir.”

Birliğinin sayı cihetine inhisar etmemesi, kendinden sonra bir varedicinin bulunduğu vehmini ortadan kaldırmak içindir. Zira adet mânası üzerinde düşünülünce, başka sayılar da akla gelir. Halbuki Cenabı Allah zatında, sıfatında eşi, benzeri ve ortağı yoktur, Al*lah'ın varlığı ve birliğine Kur'an-ı Kerîm'den delil İhlâs süresidir. Cenabı Allah İhlâs sûresinde şöyle buyuruyor:

“De ki: Allah birdir. Allah kimseye muhtaç değildir. Doğmamış*tır. Doğurmamıştır. Kendisine hiç kimse emsal olmamıştır.” [45]

Yâni Allah Zatında ve sıfatında tektir, herkes ona muhtaçtır. O, kimseye muhtaç değildir, sonradan var olan yaratıkların mahalli değildir, sonradan yaratılmış da değildir. Hiç bir varlık kendisine denk olamaz. Burada Mekke kâfirlerine reddiye vardır. Onlar şöyle demişlerdi: “Melekler Allah'ın kızlarıdır”. “Allah doğurmamıştır,” ifadesiyle bu inanç yıkılmıştır. Yahudilere de reddiye vardır. Yahudiler de şöyle demişlerdi:

“Uzeyr, Allah'ın oğludur.” Yani Allah'ın oğlu da yoktur, kızı da. “O doğmamıştır, doğurmamıştır.” Hıristiyanlara da reddiye vardır. Hıristiyanlar:

“Mesih, Allah'ın oğludur, anası da eşi*dir,” demişlerdi. Kur'an-ı Kerim'de cinlerin müminlerinden hikâyeten şöyle buyuruluyor:

“Doğrusu rabbimizin şanı çok yücedir; ne eş edinmiştir, ne de çocuk.” [46]

Yâni eş ve çocuk edinmek mecaz yolu ile de olsa, Allah hakkın*da düşünülemez. Gerçekten olması ise zaten mümkün değildir.

Hâsılı bu âlemin yaratıcısı birdir, eşsizdir. Zira Vâcib'ul-Vücûd'un mânasının ancak çeşitli kemal sıfatları ile vasıflanan tek ve eşsiz bir zat üzerinde tasdik edilmesi ile mümkün olabilir. Nitekim Ce*nabı Allah da şöyle buyuruyor:

“Yerde, gökte Allah'tan başka farz edilen başka ilâhlar bulunsa, yer ile gök düzeni bozulurdu.” [47]

Bu âyetten istifade edilerek Burhan-i Temânü diye adlandırılan bir delil ortaya çıkmıştır. Bunun takriri şöyledir:
Kaynak : Fıkh-ı Ekber Serhi

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147