İcazetname Nedir?
Bir Mürşidi Kamilin Terbiyesinde Yetişen Hulefa'da Aranan Vasıflar nelerdir?
İslam öyle nurlu bir yoldur ki müridi gassal elindeki meyyit teslimiyetiyle mürşide, mürşidi Kur’an ve Sünnete kamil manada ittibâsıyla Rasûlullah’a, Rasûlullah’ı da zîr-i himâyesinde olan ümmetiyle Allah (c.c)’na râm eder.
Kulların nefsânî arzu ve cehâlet felâketinden kurtulmaları ve ma’rifetle kendilerini yetiştirebilmeleri için sadece ilmi çalışmalar yapmak veya kitap okumak kâfi değildir. Muhakkak bir âlim-i âmilin, bir mürebbî-i kâmilin halaka-i tedrîs ve terbiyesinde bulunmaları zarûreti açık bir hakikattır. Bu tedrisin nihâyetinde mürşidi kâmil yetiştirdiği ehliyet ve liyâkat sahibi hulefâlarına, ruhâni işaret ve mânevi emirle icâzetnâme diye de bilinen tahkik beratı verir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizin nefislerinizi tezkiye eden, kitâbı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi öğreten bir rasul gönderdik.”[1]
Bir insan nefsini mezmum sıfatlardan ve şerre sürükleyici duygu ve temayüllerden temizleyip, mânevî nurlarla süslenme ve ilâhî tecellîlerle hemhâl olma şerefini sadece Allah’ı zikrederek elde edemiyeceğinden bu mevzuda o kimsenin bir delil-i râha ve bir mürşid-i dilâgâha rabt-ı kalb eylemesi gerekir.
Tarikatta ve mânevî terakkîde feyz almak isteyen bir sâlikin mürşidine muhabbeti, teslimiyeti ve itimadı, ilim öğrenmek isteyen bir öğrencinin hocasının şifâhî (sözlü) ifadelerine olan bağlılığından üstün olmalıdır. Muhabbet ve teslimiyet bu derece de olunca sâlikin kalbinde zikrullah-ı Teâlâ bilâ-icbâr velâ ihtiyar husûle gelir. Allah ile kul arasında ülfet ve muhabbet zuhur eder.
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyuruyorlar ki: “Cenâb-ı Allah, kendisini çok zikreden kimseyi sever.” [2]
Evliyâullahın bazılarının sultân-ı ezkârın tesiri altında bulunduklarında tüyleri ve tırnaklarına varıncaya kadar vücutlarının en küçük zerreleriyle bile zikredip hatta hareket halinde bulunduklarından vecdin galebe ve baskısına karşı koyamadıkları, bu yüzden yalnız kıyam ile değil devran-ı dem ile de gönüllerini yatıştıramadıkları ve belirli bir nizama riâyet etmeksizin gayri ihtiyârî çok değişik şekillerde zikrettikleri de inkar edilemez.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah’ın boyasıyla boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk ederiz (deyin).” [3]
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hazretlerinden feyz almak Cenâb-ı Hakk’tan feyz almaktır. “Allah’ın boyası ile boyanın” âyeti kerîmesine uyarak ahlak-ı zemîmeden kurtulup Allah ve Rasûlu tarafından istenen ahlâka yani ahlâk-ı hamideye sahip olan fenâyı tam ile fenâ-fir’rasûl ve fenâ-i tam ile fenâ fillah ve bekayı tam ile bekâ-billah şerefine vasıl olan mürşid-i kâmile râbıta (muhabbet) edilmesi aşağıdaki âyeti kerîmeyle mü’minlere emir ve ferman buyurulmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” [4]
Kendisine râbıta edilecek mürşidin tavır ve ahlâkı Rasûlullahın ahlakına tâbi olmadıkça muhabbetten (râbıta) beklenen feyzin zuhuru imkansızdır. Râbıta eden kişinin ise, şeyhinin peygamber ahlâkı ile ahlaklandığını, Kur’an ve Sünnet ölçüleriyle tahkîk eylemesi de mürid üzerine vâcibtir. Bu tahkik neticesinde aşağıda zikredilen vasıfları taşıyan mürşidi kâmile itaat ve muhabbet edilmesi ise yine mürid üzerine gereken vecibelerdendir. Yoksa râbıta eden de ettiren de perişan olurlar.
Râbıta edilecek şeyh-i kâmilde bulunması gereken vasıflar vardır, bu vasıflar şunlardır:
1-Ehl-i mücâz.: İcâzet ehl-i kâmil bir mürşit tarafından kendisine icâzetname verilmiş olması.
2-Ehl-i selâsil: Resûlullah efendimizden silsile yoluyla kendi şeyhine kadar inkıtaya uğramadan gelen manevi bir bağın bulunması.
3-Ehl-i ilim: Zâhiri ve bâtınî ilimlere vâkıf olması.
4-Ehl-i hâl: Evliyanın hali ruhlarını hubbu mevlada bezl etmektir. Mürşid-i kâmilin hali ise isdidatlı müritlere halinden bahşetmektir.
5-Ehl-i istikâmet: Kur’an ve Sünnetten ayrılmayıp istikâmet üzere yaşaması.
6-Ehl-i infâk: Eksilir diye korkmadan Allah'ın lütfettiği maldan onun yolunda infak etmek; kimseden bir şey beklememektir.
7-Ehl-i safâ : Allah (c.c) buyuruyor:
“(Onlar) Kudretine nihâyet olmayan Allah’ın sadâkat meclisinde, huzûru kibriyâsındadırlar”. [5]
Bu vasıfları taşımayan kişi eğer şeyhlik iddiasında bulunuyorsa şeriat ıstılahına göre hem dâl hem de mudîldır. Tasavvuf ıstılâhında ise, böylelerine lakıyt denir.
Şu hususda gözden kaçırılmamalıdır, Rasûlü kibriya ve sertâc-ı enbiyâ aleyhi ekmelüttehâyâ efendimiz hazretlerinin buyurmuş oldukları: “Benim gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz.” [6] hadis-i şerifine dikkatle bakılırsa madde ile mânâ arasında farklılık olduğu açıkca anlaşılır. Buna göre tarikat müntesibi bir mürid, mânevî babası yerinde bulunan şeyhinin bir kul olduğunu bilmeli, madde ve mânayı birbirine karıştırmamalıdır. Ruhaniyetinden beklenen mânevî himmet ve feyzi, cismaniyetinden beklememelidir.
Meselâ bir evladının intisab ettiği zamanı hemen hatırlayâmayan şeyhinin halini veya dünya işleriyle meşgul olmasını beşerî ve cismânî kısmına hamletmelidir. Ne ümitsizliğe kapılmalı ne de başka bir sebep aramalıdır. Hüsn-ü zandan ayrılmayıp şeyhinin maneviyatından istifade ederek feyz-i yâb olup himmet ve duasını almak için gayret etmeli vazifesini yerine getirme de gevşek davranmamalıdır.
Kişi mürşidinin ve kendisinin kul olduğunu bilmeli her şeyde asıl maksadın "ilâhi ente maksûdî ve rıdâke matlûbi" sırrı olması gerektiğini unutmamalıdır.
Evliyâ’ya eğri bakma kevn-i mekân elindedir
İnsanlara duâ eder lütf-u kahır dilindedir
[1] Bakara Sûresi, Âyet 151
[2] Hadis Suyutî, El-Câmiu’s-Sagîr
[3] Bakara Sûresi, Âyet 138
[4] Mâide Sûresi, Âyet 35
[5] Kamer Sûresi, Âyet 55
[6] Hadis Buhari
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|