Allah Adına Konuşmak
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, senâ ve övgülerin en güzeli; Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahîm, Din gününün mutlak sahibi ve hâkimi olan Allah’adır (c.c). Salât ve Selam; O’nun âlemlere rahmet vesîlesi, kutlu ve şerefli elçisi, iki cihan serveri Muhammed Mustafa’ya (s.a.a) ve onun mutahhar soyuna ve takipçilerinin üzerine olsun inşallah.
“Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. ” (Bakara 151)
“O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler. ” (Cum’a 2)
Bu ayetleri ben çok önemsemişimdir ve bu ayetler üzerinde zihinsel açıdan biraz egzersiz yapmak istiyorum. Bakara suresinde Rabbimiz buyuruyor ki; “Sizin içinizden olan ve yine sizin için bir peygamber gönderdik, O peygamber (s.a.a) size Allah’ın ayetlerini okur, sizi tezkiye eder, size kitabı ve hikmeti öğretir ve size bilmediğiniz şeyleri öğretir. ” Cum’a suresinde ise; “Siz ümmiler için bir peygamber gönderdi, O size Allah’ın ayetlerini okur, sizi tezkiye eder, size kitabı ve hikmeti öğretir. Nitekim siz bundan önce yol bilmez bir durumda idiniz, şaşkınlık içinde idiniz, karanlıklar içinde idiniz. ”
“Ve henüz kendilerine ulaşıp katılmamış olan diğerlerine de (peygamber gönderilmiştir); O (Allah), üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Cum’a / 3)
Bu ayette Cenab-ı Hâk, risâletin evrenselliğini yani; Peygamberlik görevinin hem kendi bulunduğu dönemi ve hem de daha sonra gelecek dönemleri kapsadığını çok net bir biçimde ifade buyurmuştur. Bu ayetlerden biz şunu anlıyoruz ki; Allah’ın ayetlerini bize okuyacak, bizi tezkiye edecek, bize kitabı ve hikmeti öğretecek ve bize bilmediğimiz şeyleri öğretecek birine her zaman ihtiyacımız var. Bu ayetlerden bunu rahatlıkla çıkarabiliriz. İnsanoğlunun bu işleri icra edecek birisine her zaman ve her dönemde ihtiyacı vardır. Eğer bu olmazsa biz karanlıklar içinde kalacağız. “Nitekim siz bundan önce apaçık bir dalalet üzereydiniz” Buradaki dalalet; yol bilmezlik, çaresizlik, karanlık, ne yapacağınızı bilmez haldeydiniz anlamındadır.
Birinci çıkarımımız; Allah’ın öngördüğü evrensel yapı ve bu evrensel yapıdaki insanların konumlanışı açısından, insanların böyle birine ihtiyacının olduğudur.
İkinci çıkarımımız; İnsanların muhtaç olduğu ve bu ayetlerde sözü edilen şeylerin, bir elden karşılanmasıdır. Tabiri caiz ise, her bir ihtiyaca departmanlar diyelim. Bu departmanların tümünün bir elden deruhte edilmesi; yani ayetlerin okunuşu, insanların nefislerinin tezkiyesi, kitabın ve hikmetin öğretilmesi ve insanların bilmediği şeylerin öğretilmesidir. Dikkat ederseniz bunların her biri farklı farklı olgular. Ayetleri okumak, nefisleri tezkiye etmek, kitabı ve hikmeti öğretmek ve insanlara bilmediği şeyleri öğretmek. Bunların hepsinin bir elden karşılanması gerekir. Ayetin yapısından bu sonucu çok net bir şekilde çıkarabiliriz.
Üçüncü çıkarımımız; Hemen hemen bütün müfessirler “Allah’ın ayetleri” tabirinden maksadın, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri olduğunu belirtiyorlar. Çünkü tilavet okumaya tekabül ediyor ve “size Allah’ın ayetlerini okur” buyruluyor. Yani Peygamber bize ayetleri okuyacak, yani Allah ona ayetleri indirecek ve o da bize okuyacak. Bu kısmı iblağ ile, tebliğ ile alakalı bir şey. Yani Allah’ın ayetlerini bize ulaştıracak. Kur’an-ı Kerim’in peygambere inzal kısmını içeriyor burası.
İlk olarak; Peygamber’e Kur’an inzal oluyor ve peygamber de O’nu bize okuyor. Ama burada inzal sanki biraz geriye atılmış, sanki peygamberde o ayetler mevcut ve O da bize okuyor. Mevcudu bize okuyor, mevcudu bize ulaştırıyor.
İkincisi; bizi tezkiye edecek, çok önemli departmanlardan biridir bu. Bizim nefsimizin aykırılıklarını, nefsimizden kaynaklanacak ve bizim helâkimize vesile olacak her ne varsa, aklımıza her ne gelirse peygamberin vazifesi bizi nefsimize karşı koruyacak, bizi terbiye edecek, nefsimize karşı bizi yetiştirecek. Yani antrenör gibi bize idman yaptıracak, nefis düşmanımıza karşı nasıl gardımızı almamız gerektiğini, nasıl saldırıda bulunmamız gerektiğini, nasıl karşı koymamız ve defansta bulunmamız gerektiğini bize öğretecek.
Üçüncüsü; Kitabı bize öğretecek. Yukarıda bahsettiğimiz birinci makamda kitabı bize okuyordu. Ne yazılıysa bize okuyor, gerisine karışmıyor gibi algılanabilir. Fakat vazifesi ondan ibaret değilmiş, bir vazifesi daha var ki, bize onu öğretecek ve o okuduğu ayetin ne anlama geldiğini, hangi hükümleri içerdiğini, hangi ilimleri ve hangi delilleri içerdiğini, nerelere kadar delil olabileceğini, kapsamını ve ulaşabileceği yeri bize öğretecek. Kelimelerini ve kavramlarını, şu kavram şu ayette hangi anlama geliyor, şu kavram şu ayette aynı kavram olmasına rağmen, bir başka ayette niçin başka bir anlam içeriyor. Bunların hepsini peygamber bize öğretecek. Bu da yetmiyor, bir de bize hikmeti öğretecek.
Hikmetin tanımını ben âcizane her zaman şu şekilde yapmışımdır; ilim, ateş etmeyi öğrenmektir. Hikmet ise her attığımızda 12’den vurmayı becermektir. Herkes ateş edebilir ve herkes ateş etmeyi öğrenebilir. Fakat herkes her attığında 12’den vurmayı beceremez. Hikmet, 12’den vurmayı bilmektir, yani bilgiyi ve ilmi yerli yerince kullanmaktır. Peygamberin vazifelerinden ve gönderiliş maksatlarından birisi kitabı öğretmektir, ama orada da kalmıyor. Birde onu nasıl kullanacağımızı, nasıl yerli yerince kullanacağımızı bize öğretecektir. Onun için olsa gerektir ki, herhalde bizim Türkçemizde artık bir deyim haline gelmiştir; “her doğru her yerde söylenmez”. Oysa söylediğiniz doğru ise, niye söylenmesin? Muhit, mekân, zaman bunlar çok önemli. Eğer bir doğruyu, o doğruya uygun olmayan bir muhitte ve zeminde sunmak suretiyle reddedilmesine vesile olduysanız, doğruyu zayi etmiş olursunuz.
Bildiğiniz gibi Ehl-i Beyt fıkhında bir kural vardır; siz birisini bir haramla meşgulken gördüğünüzde, onun haram olduğunu ona hatırlatmanıza rağmen devam edeceğine dair ihtimal varsa, o yaptığının haram olduğunu hatırlatmanız size haramdır. İlmin yerli yerince kullanılması çok önemli bir şeydir. Buna da hikmet diyoruz. Fıkıhta hüküm bahsine kadar uzanmış, fıkıhta kural altına alınmış. Bunun tam tersi de söz konusudur. Yani siz onun haram olduğunu söylediğiniz an, terk edeceğine yakîniniz varsa, bu sefer hatırlatmamanız size haramdır. Hatırlatmamıza rağmen terk etmeyeceğine yakînimiz varsa, hatırlatmamız haram olduğundan dolayı terk mi edelim? Arkadaşı bırakalım da o haramı işlesin mi? Hayır, yine ona bir ikazda bulunun, ama onu haramla yüz yüze getirmeyin. Yanlış olduğunu söyleyin, kötü olduğunu söyleyin, güzel olmadığını söyleyin, sana yakıştıramıyorum, temsil ettiğin makama yakıştıramıyorum, sen bunu yapabilecek birisi değildin, niye bunu yapıyorsun deyin. Ama asla haram kelimesini kullanmayın. Çünkü haram kelimesini kullanmanıza rağmen devam ederse, o kişinin günahını arttırmış olursunuz. Hikmet bu açıdan çok çok önemlidir ve peygamberin görevlerinden biridir.
Kitabı bize öğretecekti fakat onu nasıl kullanacağımızı da bize öğretecekti. Burada bitmiyor peygamberin görevi. Size bilmediğiniz şeyleri öğretir tabiri, ucu açık tabirdir. Onun için yine âcizane ben size, kitabı öğretir kısmını statik ilim yani; sabiteleri olan ve önceden belli olan, önceden bilinen, çerçevesi belli olan konular olarak tanımlıyorum. Fakat size bilmediğiniz şeyleri öğretir kısmını dinamik bir ilim yani; önceden tahmin edilemeyen, belki önceden bilinmeyen, önceden hazırlığınızın olmadığı konular olarak tanımlıyorum. İnsanın gerçeği ve insanın karmaşıklığı kadar, insanın elinden çıkacak problemler de, o kadar karmaşıktır. İnsanın ilmî ihtiyaçları da o kadar karmaşıktır. Hz. Peygamber her an öngörülemez şeylerle yüz yüze gelebilir. Hatta temsil ettiği toplumun içerisinde en girift, en karmaşık ve en öngörülemez bir soruyla karşılaştığında, “ben bilmiyorum” deme şansına sahip değildir. Mutlaka o konuda da bilgi vermesi gerekir. Bütün bunlara ihtiyacımız var demiştik birinci tespitimizde.
İkinci tespitimizde de bütün bunların bir elden yapılması gerekir demiştik. Buraları gerçekten önemsiyorum. Bu size bilmediğiniz şeyleri öğretir kısmı da çok önemlidir. Bu makamla muvazzaf olmuş Hz. Peygamberin (s.a.a), karşısına gelebilecek en sürpriz konularda bile önceden bilgilendirilmiş olması veya o anda bilgiyle desteklenmesi zarureti söz konusudur. Aksi takdirde insanların, öngörülemeyen bir problemle karşılaştıkları zaman şoke olmaları, hatta açmaza girmeleri ve karanlığa düşmeleri çok mümkün bir şeydir.
Üçüncü tespitimiz; ayette “ve yuzekkîkum” yani sizi tezkiye eder nefislerinizi temizler kısmını belirtmiştik. Burayı da çok önemsiyoruz, zira sizin nefislerinizi tezkiye eder temizler. Hatta zekât kelimesi de aynı kökten geliyor. ”zekeye, tezkiye, müzekkin” yani nefsin temizlenmesi. Zekât malı temizliyordu, tezkiye ise nefsin temizlenmesiyle ilgilidir.
Burada bir fikir yürütmenizi istiyorum. Peygamberin masumiyeti olgusu ile, “sizi tezkiye eder-nefsinizi temizler” görevi arasında ilişki kuruyorum. Şöyle ki; bir kişi düşünün, kendisi temiz olmayan masum olmayan birisi. Diğer bir kişi daha düşünün ki, o da diğeri gibi gerçekten temiz ve masum değil. Adaletli ve insaflı bir şekilde söyleyin lütfen, kendisi temiz olmayan birisi, yine kendisi gibi temiz olmayan birisini temizleyebilir mi? Bu ümmetin bu konudaki yanılgısından dolayı, Peygamberlerin (a.s) veya ilahi emanetçilerin masumiyeti için binlerce delil getirmek zorunda kaldık maalesef. Sadece Bu ayet bile İlahî emanetçilerin masumiyeti için yeterlidir, çünkü temiz olmayan temizleyemez. Kendi nefsini temizleyememiş olan birisi, bir başkasının nefsini temizleyemez. Bu çok açık bir gerçekliktir ve doğrudur değil mi? Dolayısıyla bu işleri yapacak insanın, bu saydığımız departmanların hepsini tek elden yapması gerekiyor. Allah’ın (c.c) seçtiği bir kişi olması ve o kişinin de temiz olması gerekiyor.
Dördüncü çıkarımımız; daha önce bahsettiğimiz ilk departmanda Allah’ın ayetlerini bize okuyordu peygamber. Bunu siz de okuyorsunuz, biz de okuyoruz. Allah’ın ayetlerini okursunuz ve okumamız da gerekiyor. İnsanlara duyururuz ve Allah’ın ayetlerini yayarız. Güzel bir iştir bu ve güzel bir ibadettir. Allah (c.c) hepimizi bu manada bereketlendirsin. Fakat peygamberlerin burada öne çekilmiş bir başka özellikleri daha var. “yuallimuhumul kitab - kitabı size öğretir. ” Kitap burada da statiktir. O kitabın yaşayan gerçek hayata uyarlanabilmesi açısından açıklanması gerekir. O kitabın âfaktan enfüse yani teoriden pratiğe indirilmesi gerekir. Bunu nasıl yapar peygamber? “esteîzubillah, er-Rahmanu allemel Kur’an-Rahman Kur’an-ı öğretti” (Rahman Suresi 1. ve 2. Ayet-i Kerîme) Kime öğretti? Peygambere öğretti. Dolayısıyla başöğretmen kim? Başöğretmen Allah (c.c). Şimdi bu olguyu topluma ve ümmete uyarlayalım. Peygamber (s.a.a) öğretmen, bizim öğretmenimiz. Rahman (c.c) ise onun öğretmeni. Bu nedenle Allah ile İlahî Emanetçi arasında mütemadiyen bir ilim ve bilgi alışverişi olması gerekiyor. Hatta bu ilimin hayat devam ettiği müddetçe de devam etmesi gerekiyor. Aksi takdirde, yaşayan ve sürekli değişen hayatın getirdikleri karşısında peygamberin konumu ne olur? Veya İlahî Emanetçinin konumu ne olur? Eğer Rahman ile münasebet ve bağ sürekli olmaz ise tıkanıp kalınır. Bu sebeple bu münasebetin sürekli olması gerekiyor.
“er-Rahmanu allemel Kur’an” ve “yuallimuhumul kitabe vel hikmeh’’ ve size kitabı öğretir, ayrıca hikmeti de öğretir. Böylece hikmette de yine başöğretmen olan Allah (c.c) peygamberine, emanetçisine, muvazzafına, memuruna hem kitabı ve hem de hikmeti öğretecek, size bilmediğiniz şeyleri öğretecek. Burada da yine bize gür sedayla ispat ediliyor ki; ilim olgusunun Allah ile olan ilişkisinin sürekliliği şarttır. Ki insanların o emanetçiyi ve O emanetçinin önüne götürdükleri ihtiyaçları, mutlaka karşılansın. Eğer o emanetçi de “ben bilmiyorum” derse, bu insanların elinden kim tutacak? “Allahu veliyyullezîne âmenû yuhricuhum minel zulumâti ilennur” - Allah müminlerin velîsidir onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” (Bakara Suresi 257. Ayet-i Kerîme)
Peki Allah (c.c) kimin eliyle yapar bunu? Emanetçisinin eliyle yapar.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|