06.02.17, 16:14
|
Daimi Üye
|
|
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,873
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
|
|
Ebced Hesabıyla Süleymaniye Cami-nin Yapımı
Koca Sinan, eserlerini anlattığı Tezkiretü’l Bünyan’da; "Ben aşikâr yerlerde ebced hesabı ile Yüce Allah’ın adını zikrettim, sol arka köşede de kendi imzamı attım” notunu düşerek bu işareti vermektedir. Süleymaniye Külliye’sinde kullanılan bütün açı ve uzunluklar ebced hesabı ile anlamlıdır. Bu muhteşem eserde, sıradan ya da başka bir deyişle “anlamsız” hiç bir açı veya uzunluk yoktur.Hayranlıkla süleymaniye camii'nin iç mekân süslemelerini, desenlerini izleyen bir Japon turistin yanına yaklaştım... Hani bizden birisi olsa, "hemşerim neredensin" diyerek söze girerdim klasik olarak lâkin öyle olmadı tabii... "Güzel değil mi?" diye sordum. "doğru kelimeyi bulamıyorum tam olarak ama muhteşem, inanılmaz bir şey bu" şeklinde cevap verdi ve ekledi; "Bu tarih bizde olsa, kıymetini daha iyi bilirdik. Bu muhteşem eserin yanında çöp poşetleri, yerlerde atıklar, cami duvarında yazılar var. Bu daha inanılmaz bir durum" dedi.Haklıydı elbet turist. Mimar Sinan'ın açılışını bizzat yaptığı Süleymaniye camii'nin bir başka özelliği de, o dönemlerde İran ile sözlü olarak ironik yarışların yapıldığı bir döneme rastlar. İran şahı tasmahb, elçileriyle birbirinden değerli mücevherler göndererek ironi yapmıştı. Demek ki Türk padişahının cami'ye harcayacak parası yoktu, alın bunu cami yapımında kullanın demişti elçileriyle!.Mimar Sinan bu durumdan rahatsız olmuştu. Bütün mücevherleri eriterek, camiinin bir minaresinin harcının içine katar. Minarenin adı da, "cevahir minaresi" olarak kalır. Caminin bitmesi için Padişah, Mimar Sinan ustaya 2 ay mühlet verir ve cami bitmezse eğer kellesinin vurulacağını bildirir! Usta, binlerce işçisini yapımı devam eden diğer işlerden çekerek tamamen bu camiye odaklanmalarını emreder ve 2 ay süre içerisinde de yapımını tamamlar. Mimar Sinan, kalfalık eseri olarak nitelendirdiği bu eserin açılışını da bizzat kendisi padişahın isteği ile yapar ve "ya fettah" sözleri ile kilit ile kapıyı açar... Ya fettah sözü bugün birçok kapı kolunda yazmaktadır, Ayasofya Camii'nin bir dönem sürekli Kur'an okunan bölümünün kapı kolunda da aynı cümle yazmaktadır.
Bu büyük usta, İstanbul'un su sorununa da kökten çözüm bulmuştur aynı zamanda. Yapmış olduğu eserlerle, İstanbul’a su getirmiş ve suyun çeşmelerden akmasını sağlamıştır üstün dehası ile... Fakat ne hazin sondur ki; usta hasta yatağında ölmek üzereyken, suya hasret bir şekilde ölmüştür. Çünkü padişahın emri ile evine su bağlanan Sinan, bir sonraki padişahın sadrazamlarının, "kimseye iltimas edilmez!" diyerek, evinden suyu kesilmiş ve bir bardak su içemeden son nefesini vermiştir.
Mimar sinan'ın mührü'ne değinecek olursak eğer;
Baş kısmında; El-fakir Sinan sermi’mârân-ı hassa” (saray başmimarı garip Sinan)
Orta kısmında; El fakîr-ül hakîr Sinan” (zavallı fakir Sinan),
Alt kısmında “Pir ser-mimârân habâr müstement” (aciz mimar başının mührü)
En üst bölümünde ise; “bende-i miskîn kemîne derdmend” (Çok fakir değersiz dertli)yazar.
Ayrıca aynı devrin mimarlarından meşhûr Michelangelo (mikelanj) San pietro kilisesini yaptıktan sonra, kubbesi çatlayınca, romalı "demirciler" el birliği edip, kubbeyi onarmaya çalışmıştır. Yani demirler yardımı ile.İlginç bir anekdot daha: Koca Sinan o kadar mütevazi idi ki eserlerinin altına imzasını bile koymuyordu. Bilinen tek imzası, Büyükçekmece köprüsünde idi. fakat ne gariptir ki; o da çalınmıştır! Bu da Türk milletinin ayıbı olsun! 100 yaşında vefat eden ve evinden suyunu kesmenin ayıbı da o devrin insanlarına olsun.İşim gereği bir çok tarihi yapıyı özellikle İstanbul içerisinde olan yapıların neredeyse tamamını gezdim, fotoğraflarını çektim... Çoğu ne yazık ki harap durumda ve çoğunun dışında uygunsuz tabelalar, kenarlarında çöpler, hor kullanımlar, gereksiz flash patlamaları vesaire derken, tarihimize ne derece sahip çıkamadığımızı gördükçe, Sinan’ın kemiklerinin sızladığını düşünüyorum. Evet, bu tarih bir başka ülkede yok ve bir ülke tarihi ve edebiyatı ile yaşamaya mahkûmdur, buna mecburdur. Tarihi ve edebiyatı yok olan milletler, tarih sahnesinden de silinmeye mahkûmdurlar.Ek olarak, sadece tarih değil, deha’dan da bahsediyoruz. Bugünün teknolojisi ve mimari anlayışı ile dahi yapılamayacak bu eserler, o günün dâhiyane fikirleri ile kendisini bir adım daha öne çıkartmıştır. O devrin elektrik olmayan ortamında aydınlatıcı olarak büyük mumlar ve kandiller kullanılıyordu. Çıkan isin kubbeye ve camiinin kabartmalarına, hat yazılarına zarar vermemesi için, uygun rüzgâr koşulu ayarlanmış ve isin, “is odasında” toplanması sağlanmıştı. Buradaki is, birikerek aynı zamanda orada bir mürekkep oluşturması tasarlanmıştı. Bu mürekkep ile dini fermanlar yazılıyordu. O mürekkebin özelliği aynı zamanda üzerine herhangi bir akıcı madde dökülse dahi, yazıların kaybolmaması özelliğini taşıyor olması idi. Aynı zamanda camiinin içinde örümceklerin, ağ örmemelerini sağlamak için 60 adet devekuşu yumurtası yerleştirilmiştir. Ayrıca Süleymaniye Camii, ebced hesabına göre inşaa edildiği kayıtlara geçmiştir. Camii içerisindeki mesafeler ölçüldüğünde Allah isminin katları olduğu, minare yüksekliği, kubbe çapı ile alakalı bilgilerin ise pi sayısı ve dünyanın eğim açısı olan 23 dereceyi verdiği de rivayetler arasındadır.Süleymaniye Camii’nin dört minaresi, İstanbul’da yaşamış olan Fatih, Beyazıd, Yavuz ve Kanuni’yi temsil eder aynı zamanda İstanbul’da yaşamış olan 4. padişah olan Kanuni’yi temsil eder. İki uzun minarede üç, iki kısa minarede iki şerefe vardır. Toplamda on şerefe eder ki, bu da o devre kadar hüküm sürmüş olan on padişahı ya da camiyi yaptıran Kanuni’nin onuncu padişah olduğunu gösterir. Minarelerin uzun ve kısa olarak düzenlenmiş olması, yapıya modüler bir sistem kazandırır ki bu da piramidal bir görünümdür. Uzaktan bakıldığı zaman, merdiven gibi görünen bu yapı, Hıristiyanlık öğretisinde de “Yakubun merdiveni” olarak adlandırılır.Halen Süleymaniye Camii kütüphanesinde bulunan bazı eserler, yine Süleymaniye Camii içerisindeki, is odasından elde edilen isli mürekkep ile yazılmıştır.
Süleymaniye’de, minarelerin görünen silueti kaide üstünden aleme kadardır. Kubbeye yakın minarelerinde görünen siluetlerin mesafeleri, ebced hesabına göre, “Muhammed” isminin karşılığı olan 92 arşındır. Avlunun köşelerinde yer alan minarelerdeki bu ölçü ise, “Allah” lafzının karşılığı olan 66’dır.Koca Sinan, eserlerini anlattığı Tezkiretü’l Bünyan’da; "Ben aşikâr yerlerde ebced hesabı ile Yüce Allah’ın adını zikrettim, sol arka köşede de kendi imzamı attım” notunu düşerek bu işareti vermektedir. Süleymaniye Külliye’sinde kullanılan bütün açı ve uzunluklar ebced hesabı ile anlamlıdır. Bu muhteşem eserde, sıradan ya da başka bir deyişle “anlamsız” hiç bir açı veya uzunluk yoktur.Külliye, âdeta bir canlı gibi bütün dış tesirlere karşı korunma refleksleri veya koruyucu enerji küreleriyle donatılmıştır ve bu kürelerin tamamının is odasında kesiştiği anlaşılmıştır. Bu çalışmalar sırasında Süleymaniye Camii, Mısır piramitleriyle -resimler üzerinden- kıyaslandığında, kesit olarak her ikisinin de, taban açıları 66 derece olan çok dengeli birer ikizkenar üçgen olduğu tespit edilmiştir. Firavun mumyasının, piramit yüksekliğinin tabandan itibaren 1/3 kadar yukarısına (Piramit tepesinden yüksekliğin 2/3’ü kadar aşağıda) yerleştirilmesine karşılık, Süleymaniye Camii’ndeki is odasının, üçgen kesitin ağırlık merkezinde (Cami yüksekliğinin tabandan itibaren 1/3’ü kadar yukarısında) yer aldığı tespit edilmiştir. Süleymaniye’de yapılan araştırmalarda akustik enerjinin ısıya eş değerliliği ve soğutma işinde kullanımıyla ilgili veriler bulunmuştur. Verimi düşük olan bu kullanımın diğer enerji türleri ile desteklenerek veriminin yükseltilebileceği düşünülmektedir. Eğer bu buluş geliştirilirse, insan sesiyle soğutma yapılabilecektir. Son olarak; halen İstanbul’da yaşayıp da hala bu tarihi eserleri görmeyen, ziyaret etmeyen, hatta ve hatta Sultanahmet ile Ayasofya’nın hangisi olduğunu dahi bilmeyen bu şehrin müdavimlerinin olduğunu bilmek de tarihimize ne kadar saygı duyduğumuzu, bildiğimizi gösterir ki, bu da hazin bir durumdur.
- Hocam, Sultanahmet’in bir fotoğrafını çektim, bakar mısın nasıl olmuş?
- Ama burası Ayasofya, Sultanahmet değil.
- Ben Sultanahmet diye biliyordum.
İşte içinde bulunduğumuz hazin durumun 3 cümlelik özeti.Fakat hazin bir durumu daha yazmak gerekiyor.1935 yılında kafatası milliyetçilerinden oluşan, devlet heyeti, Mimar Sinan’ın Türk(!) olup olmadığını araştırmak üzere, kabrini açar. Kafatasını incelemeye alırlar, ölçer, biçerler!. Sonuçta Türk olduğuna karar verirler. Fakat kafatasının sergilenmek üzere antropoloji müzesine konması kararı alınır. Ne müzeye konur ne de o günden beri Sinan Usta’nın kafatasından bir haber alınır. Kafatasının kayıp olduğu da 1940 yılında yapılan restorasyonda hazin bir şekilde öğrenilir. Evet, bu tarih başka bir yerde yok ; Aynı zamanda bu deha da.Zannedersem tarihine karşı bu kadar zalimce davranan bir millet de yok.
Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir.
Onu en çolpa herifler de emin ol, becerir.
Sâde sen gösteriver “işte budur kubbe!” diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye’ye.
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhât o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan!”
Mehmet Akif Ersoy
İslam Ansiklopedisi
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|