Yenen şeylerin kalp hayatına etkisi
Bir haberde şöyle anlatılır: Sa’d b. Ebî Vakkâs (Radiyallâhü Anh), Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e, Allah’ü Teâlâ’nın kendisini duası kabul edilen bir kimse yapması için dua etmesini istirham edince, Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efedimiz: “Ey Sa’d! Yemeğini helalden ye; duan kabul olsun” buyurdu. ((Taberani, el-Evsat, No: 6491; Heysemi, ez-Zevais, X, 291; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, I, 403; Zebidi, İtha, VI, 451))
Alimler derler ki: “Yenen yemeğin haram olması yüzünden, dua ilâhî huzura çıkmadan gökte perdelenir, kalır.”
Denilmiştir ki: “Kulun yediği temiz ve ameli Allah rızasına uygun olana kadar Allah, kulun duasını kabul etmez.”
Bu söz şu ayetin tefsiri içinde geçmektedir: “Hayır! Bilakis onların yaptıkları (kötülükler) kalplerini iyice kapamıştır.” ((Mutaffifin 83/14))
Kalbin zulmetle kapanmasının, haram kazanç ve yiyeceklerden ileri geldiği söylenmiştir.
Selften/önceki Salihlerden bir grup demiştir ki: “Cihad on bölümdür; dokuzu helal kazanmanın içindedir.”
Ali b. Fudayl, babasına: “Ey babacığım, helal kazanmak çok zor ve çok az bulunan bir şeydir” dedi. Babası: “Oğlum, her ne kadar helal çok az bulunsa da, onun azı da Allah katında çok değerlidir” dedi.
Denilmiştir ki: “Kim, karnında haram lokma, sırtında haramdan dokunulmuş bir elbise varken namaz kılarsa, namazı kabul edilmez.”
Seleften birisi demiştir ki: “Ey zavallı kul! Oruç tuttuğunda, ne ile iftar ettiğine ve neden yediğine bak. Kul, haramdan kazanılmış bir lokma yer, bu yüzden yemeğin bozulması gibi, kalbi bozulur; öyle ki bir daha eski haline dönmez.”
Bu söz şu hadîs-i şerifin manası içine girmektedir. Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Nice oruç tutanlar vardır ki, onun orucundan elinde kalan sadece açlık ve susuzluktur.” ((İbnu Mace, Sıyam, 21; Ahmed, Müsned, II, 365, 373; Darimi, Rikak, 12; Hakim, Müstedrek, I, 431;Beyhaki, Sünen-i Kübra, IV, 27))
Bu kimse, oruç tutan fakat orucunu haram yiyeceklerle açan kimsedir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Kim helal dünya malını, insanlara karşı övünmek ve kenarda yığarak böbürlenmek için elde etmeye çalışırsa, Yüce Allah’ın gazabına uğramış olarak O’nun huzuruna çıkar.” ((Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 10384, 10385; Ebu Nuaym, Hilye, III,110))
Selefin/önceki büyüklerin zamanından şu durum anlatılır:
İnsanlara vaaz edip öğüt veren birisi, insanların önüne oturup kendisini arz ettiği zaman, ilim ehli kimselere gidilerek, bu kimsenin meclisine katılmanın hükmü sorulurdu. Alimler onlara şunu söylerdi:
“Onun şu üç durumunu araştırın: Önce inancının düzgün olup olmadığına bakın. Sonra aklının durumuna bakın ve bir de yediklerine bakın. Eğer bidat ehli/yanlış itikat ve bozuk gidişatlı birisi ise, onun meclisine yanaşmayın; çünkü o, şeytanın dilinden konuşmaktadır. Eğer yiyecekleri temiz ve helal değilse, bilin ki o, hevasından/kötü arzularından kaynaklanan konuşmalar yapar; ona da yanaşmayın. Eğer aklı sağlam ve yerinde değilse, o sözüyle yaptığından daha fazlasını bozar; ona da yanaşmayın”
Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), aşırı mal düşkünü adamın durumunu zikrederek onun durumun kötülüğünü şöyle belirtmiştir:
“Nice saçı başı dağınık bir halde uzak beldelerden hac için yola çıkan kimseler vardır ki; onun yiyeceği haram, aldığı gıdası haramdır. Namazını kılıp ellerini kaldırarak: “Ya Rabbi, diyerek dua eder. Bu haliyle onun duası nasıl kabul edilsin?” ((Müslim, Zekat, 65; Tefsiru Sure (2), 3; Ahmed, Müsned, II, 328))
[Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb.]
|