Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Şeytan İçin Önemli Olan, İnsan Yeter ki Allah'a Secde Etmesin!
Tekil Mesaj gösterimi
  #3  
Alt 05.04.22, 22:09
Skoda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Skoda Skoda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 27.01.20
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 1,175
Etiketlendiği Mesaj: 18 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Kıbleye yöneliş

Kıbleye yönelmek, yönünü diğer yönlerden çekip Allah Tealâ’nın evi olan Kâbe’ye yöneltmektir. Bunun sadece bedenen yönelmekten ibaret olduğunu, senden kalbini de başka her şeyden çekip Allah’a yöneltmenin talep edilmediğini mi zannediyorsun? Öyle değil! O’ndan başka hakiki matlub yoktur ki başka bir şeye yönelesin.

Namaz için bedenen kıbleye yöneliş, içteki duyguları harekete geçirmek, azaları bir düzende tutmak, onları bir yöne yöneltip sabitlemek içindir. Çünkü azalar serbest kalıp istedikleri tarafa yöneldiklerinde kalbi peşlerinden çekerler ve onu Allah rızasından çevirirler.

Öyleyse kalbinin yönü bedeninin yönüyle birlikte olsun. Namazda bedenin Kâbe’ye yöneldiği gibi kalbin de Kâbe’nin sahibine yönelsin. Şunu bil ki yüzünün diğer yönlerden Kâbe’ye çevrilmesi gerektiği gibi, kalbin de Allah Tealâ’ya yönelmesi için mâsivâdan yani O’nun dışındaki şeylerden ayrılması gerekir. Bu hale işaret olarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kul namaza kalktığı zaman isteği, yüzü ve kalbi ile Allah’a yönelirse, annesinden doğduğu gün gibi günahlarından temiz olarak namazdan ayrılır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 52 (nr. 832). Ayrıca bkz. Buhârî, Vudû, 23; Ebû Davud, Salât, 158; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/117; Abd b. Humeyd, el-Müsned, nr. 280)

Kıyam

Namazda kıyam, kişinin bedeni ve kalbi ile Allah Tealâ’nın huzurunda durmasıdır. Öyleyse azalarının en üstünü olan başın, o huzurda mütevazi bir şekilde eğik ve sakin olsun. Başının eğilmesi, kalbinin tevazulu ve iddiasız, makam ve prestij isteği ile kibirden uzak olduğuna alamet olmalıdır. Ayakta, mahşer gününde büyük hesap için getirilmeni ve Allah Tealâ’nın huzurunda durmanı hatırlamalısın.

O anda şunu bil ki sen Allah Tealâ’nın huzurundasın ve O senin her şeyini bilmektedir. Eğer O’nun yücelik ve azametini idrakten aciz isen, hiç değilse O’nun huzurunda dediğini yapabilecek güçte birinin huzurunda durduğun gibi dur. Namazdaki kıyamın süresince tanıdığın sâlih birinin veya seni sâlih olarak tanımasını istediğin birinin seni izlediğini düşün. Bu durumda namazı nasıl huşû içinde kılmaya dikkat ediyor ve aciz bir kulun sana “huşûu az imiş” demesinden korkuyorsan, Allah’a karşı da azaların huşû ve tevazu içinde olsun. Kendini aciz bir kulun izlemesi anında huşû ve tevazuya sarıldığını yakalarsan nefsini kına ve ona de ki:

“Ey nefsim, sen Allah Tealâ’yı tanıdığını ve sevdiğini iddia ediyorsun. Kendin gibi aciz bir kula böyle saygılı olurken Allah’a karşı dik başlı olmaktan utanmıyor musun? İnsanlardan çekiniyorsun da Âlemlerin Rabbi’nden neden korkmuyorsun? Halbuki korkulması gereken O’dur!”

Bunun içindir ki Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Allah’tan hayânın nasıl olacağını sorunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kavminden sâlih bir insandan utandığın gibi...” (Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, nr. 248; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 2/462; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 4/85; vd..)

Niyet

Namaza niyetle, Allah Tealâ’nın namaz emrine uymaya, onu tamamlamaya, namazı bozan şeylerden kaçınmaya ve bütün bunlarda Allah rızası için ihlâslı olmaya azmet. Ayrıca Allah’ın sevabını ümit ederek, azabından korkarak, şu edepsizliğine ve bunca isyanına rağmen sana huzuruna çıkma izni vermesine minnet duyarak namazını kıl.

Rabbi’ne münâcâtın, yani O’nunla konuşmanın kıymetini bil. Kime, nasıl ve neyle münâcât ettiğini düşün. Bunları bildiğinde ve düşündüğünde utancından alnının terlemesi, ilâhî heybetten dizlerinin titremesi ve korkudan yüzünün sararması gerekir.

Tekbir

Dilinle “Allahuekber” dediğin zaman kalbinin onu yalanlamaması gerekir. Eğer kalbinde Allah Tealâ’dan daha büyük, önemli bir şey varsa, “Allahuekber” sözün doğru olmakla birlikte, Allah şahittir ki sen yalan söylüyorsun. Nitekim münafıklar Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme; “Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Resûlüsün” dediklerinde, samimiyetle değil, korku ve nifakla söyledikleri için Allah Tealâ onların yalan söylediklerine şahitlik etti (Münâfikûn 1)

Eğer nefsinin istek ve yönlendirmeleri sana Allah Tealâ’nın emrinden daha hâkim durumda ise ve sen de Allah Tealâ’dan daha fazla ona itaat ediyorsan, nefsini kendine ilâh edinmiş ve onu yüceltmiş olursun. Bu durumda senin “Allahuekber” (Allah en büyüktür) sözünün, laftan ibaret kalmasından korkulur. O zaman kalp dilden ayrılmış ve onu tasdik etmemiş olur. Eğer bu hale tevbe ve istiğfar edilmez, kula güzel zannı bereketiyle Allah Tealâ’nın ihsanı ve affı yetişmezse tehlike çok büyüktür.

Başlama duası

Şâfiî mezhebinde ilk rekâtta Fâtiha’dan önce okunan duanın manası şöyledir:

“Ben, Hanîf ve müslüman olarak ve bütün şirk çeşitlerinden uzaklaşarak yüzümü gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’a çevirdim. Ben O’na ortak koşanlardan değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir; O’nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım.”

Hanefî mezhebinde bunun yerine “Sübhâneke” duası okunur. Fakat her iki duanın muhtevası birbirine yakın, münâcât olması bakımından aynıdır. Şimdi bu duadaki inceliklere değinelim:

Duada ilk olarak söylediğin “Ben, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’a çevirdim” kısmını ele alalım. Buradaki yüzden maksat zâhirî yüz değildir. Çünkü sen yüzünü namazda kıbleye çeviriyorsun ve Allah Tealâ bütün yönlerden münezzehtir. O’nu hiçbir yön çevreleyemez ki sen bedeninle O’na yönelesin. Duada kastedilen yüzden maksat kalbindir. Sen gökleri ve yeri yaratana ancak kalbinle yönelirsin. Bu duayı okurken kalbine bak; o Allah’a mı yöneldi, yoksa nefsanî arzularının peşinde evde çarşıda işleriyle mi meşgul?

Sakın münâcât kapısını ilk açışın yalanla, samimiyetsiz sözlerle olmasın. Çünkü kalbin Allah’a yönelmesi, mâsivâdan, yani O’nun dışındaki varlıklardan yüz çevirmekle olur. Bunu sürekli yapamıyorsan hiç değilse bu duayı yaparken kalbini Allah’a yöneltmeye çalış ki o andaki sözün doğru olsun.

Duanın devamında, “Şirkten uzaklaşıp Hanîf ve müslüman olarak Allah’a yöneldim” dediğinde şunu hatırlaman gerekir: Gerçek müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Eğer böyle değilsen, yalancı olursun. Öyle ise bundan sonra öyle olmaya çalış, geçmiş hallerindeki kusurlarına da pişman ol.

Duanın devamında, “Ben müşriklerden değilim” dediğinde gizli şirki düşün. Çünkü Allah Tealâ’nın, “Kim Rabb’ine kavuşmayı umuyorsa, sâlih amel yapsın ve O’na ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110) âyeti, ibadetini Allah rızası yanında insanların övgüsünü kazanmak için yapanlar hakkında inmiştir. Bu şirkten sakın ve kork. Gizli şirkten kurtulmadan, nefsinin şirkten temiz olduğunu söylemekten hayâ et; çünkü ibadette gösterişin azına ve çoğuna gizli şirk denilmektedir.

Duanın devamında, “Hayatım ve ölümüm Allah içindir” derken şunu bil ki bu, nefsinden fâni olup Mevlâsı için var olan kulun halidir. Eğer bu söz rızası, kızması, kalkması, oturması, yönelişi ve ölümden korkusu dünya işleri için olan birinden çıkarsa, bulunduğu hale hiç uygun olmaz.

Sen, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm: Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” dediğin zaman, bil ki o şeytan senin düşmanındır ve kalbini Allah Tealâ’dan çevirmek için fırsat kollamaktadır. O bunu, senin Allah Tealâ ile münâcâtına ve O’nun için yaptığın secdelere haset ederek yapmaktadır. Çünkü o, inat edip yapmadığı tek bir secde yüzünden lânetlenip ilâhî huzurdan kovulmuştur. Senin şeytandan Allah’a sığınman, şeytanın sevdiği şeyleri terk edip, onun yerine Allah Tealâ’nın sevdiği işleri yaparak gerçekleşir. Bu iş sadece sözle, eûzü çekerek olmaz. Şu olayı düşün:

Bir adama yırtıcı bir hayvan veya bir düşman saldırsa, buna karşılık adam da yerinde sabit durarak, “Senden şu kaleye sığındım” dese, bunun ona bir faydası olabilir mi? Onu koruyacak olan, yerini değiştirmek ve kaçıp sağlam kaleye sığınmaktır. Bunun gibi, bir kimse şeytanın sevdiği ve Yüce Rahmân’ın kızdığı isteklerine tâbi olsa, sadece diliyle eûzü çekmesi bir fayda sağlamaz.

Eûzü sözüyle, şeytanın şerrinden Allah Tealâ’nın kalesine sığınma azmi birlikte olmalıdır. Allah Tealâ’nın kalesi “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhididir. Çünkü kudsî bir hadiste Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallah benim kalemdir. Kaleme giren kimse azabımdan güvende olur.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/192; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/234-235)

Bu kaleye sığınan kimsenin Allah Tealâ’dan başka taptığı, kendini adadığı bir şey olmaz. Nefsini ilâh edinen kimseye gelince; o kişi Allah Tealâ’nın kalesinde değil, şeytanın meydanındadır.

Kıraat

Kur’an okumakta insanlar üç gruba ayrılır:

Bir kısmının dili hareket eder fakat kalbi okuduğu ile birlikte değildir.

İkincisi, dilinin okuduğunu kalbi başkasından dinler gibi dinleyip anlar ve alır. Bu, amel defterini sağından alacak müminlerin derecesidir.

Üçüncü grubun ise önce kalbi okunan şeyin manasını anlar, sonra dili kalbin tercümanlığını yapar. Dilin kalbe tercümanlık etmesiyle, okuduğu ile kalbe bir şeyler öğretmesi arasında büyük fark vardır. Mukarrebîn makamındaki âriflerin dilleri kalbin tercümanı olup ona tâbidir; kalpleri dillerine tâbi değildir.

Namazda okunanların açıklamasına gelince:

Besmele ile yani “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle başlarım” dediğin zaman onunla Allah Tealâ’nın kelâmına başlamak için bereketlenmeye niyet et. Onun manasının şu olduğunu bil: Şüphesiz bütün işler Allah ile, O’nun ilmi, iradesi, kudreti, inâyeti ve rahmetiyle olmaktadır. Besmeledeki isimden murat, yüce Allah’ın zâtıdır. Bütün işler Allah Tealâ ile olunca hamd de O’na aittir. Bunun manası şudur: Şükür ancak Allah’a yapılır. Çünkü bütün nimetler O’ndandır. Kim nimetleri O’ndan başka birinden bilirse veya başka birine, onun nimeti Allah’ın takdiriyle ulaştırdığını dikkate almaksızın teşekkür ederse, bu yanlış yönelişleri ölçüsünde besmelesi ve hamdi noksan olur.

Sen, “O Rahmân ve Rahîm’dir” dediğin zaman O’nun her türlü ihsanını düşün ki rahmetinin genişliğini anlayasın. Bu da senin ümidini harekete geçirsin.

Sonra, “hesap gününün tek sahibidir” dediğin zaman, kalbinde O’na karşı saygı ve korkuyu harekete geçir. O, azamet sahibidir; çünkü bütün mülk, hüküm ve hâkimiyet O’na aittir. Korkuya gelince; yine O’nun sahibi olduğu hesap ve ahiret gününün dehşetinden korkmaktır.

Sonra, “Allahım, sadece sana ibadet ederiz” sözünle ihlâsını yenile, “Ancak senden yardım isteriz” derken de acizliğini, ihtiyacını, kendi başına hiçbir kuvvetinin ve kudretinin olmadığını yeniden hatırla. İtaat ve ibadetinin ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğini, bütün minnetin O’na ait olduğunu bil. Çünkü seni itaatine O muvaffak etti, seni ibadetine O seçti, O seni münâcât ehli yaptı. Eğer O seni yardımından mahrum etseydi, lânetlenmiş şeytanla birlikte ilâhî huzurdan kovulanlardan olurdun.

Eûzü besmele, Allah’a hamd ve her durumda ilâhî yardıma ihtiyacını dile getirdikten sonra, en önemli ihtiyacını talep ederek, “bizi dosdoğru yola ilet” de. Yani, “Allahım, bizi cennetine ve cemaline götüren ve rızana ulaştıran doğru yola ilet” de. Bu talebini biraz daha açarak, samimiyetle; “Allahım! Kendilerine hidayet nimetini bahşettiğin peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin ve sâlihlerin yoluna ilet. Gazabına uğrayan kâfirlerin, haktan sapan yahudilerin, hıristiyanların ve puta tapanların yoluna değil” diye dua et. Sonra duanın kabulü için “âmin” de.

Fâtiha’yı bu şekilde okuduğun zaman, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin kudsî hadiste Allah Tealâ’dan haber verdiği şu kimselerden olman umulur. Allah Tealâ buyurmuştur ki:

“Namazı (Fâtiha’yı) kulumla benim aramda iki kısma ayırdım (onun bir kısmı bana, bir kısmı kuluma aittir). Kul;

– ‘Bütün hamd ve övgüler Âlemlerin Rabbi’ne mahsustur’ dediği zaman Allah celle celâluhû;

– Kulum bana hamdetti, der. Kul;

– ‘O Rahmân’dır, Rahîm’dir’ dediğinde Allah celle celâluhû;

– Kulum beni övdü, der.

– ‘O hesap gününün tek sahibidir’ dediğinde, Allah celle celâluhû;

– Kulum beni yüceltti, der. Kul;

– ‘Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz’ dediğinde;

– Bu benimle kulum arasındadır. Kulumun istediği kendisine verilecektir, der. Kul;

– ‘Bizi kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolu olan sırat-ı müstakîme ilet ve onda sabit tut. Bizleri gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna sevketme’ dediğinde, Allah celle celâluhû;

– Bunların hepsi kulum içindir, istedikleri verilecek, buyurur.” (Müslim, Salât, 38, 40; Ebû Davud, Salât, 132; Tirmizî, Tefsîru Sûre (1) 2; İbn Mâce, Edeb, 52)

Eğer namaz kılmakta başka kârın olmasa, bu bile sana yeter. Bir de O’nun sevabını ve ihsanını beklediğinde kazancın nasıl olur, düşün!

Namazda okuduğun her sûrenin manasını anlaman gerekir. Ondaki ilâhî emirden, yasaklardan, vaat ve tehditten, öğütlerden, peygamberlerin haberlerinden, Allah’ın nimet ve ihsanlarından gafil olma. Her birinin hakkı vardır. Vaadin hakkı ümit, tehdidin hakkı korkmaktır. Emrin hakkı onu yapmaya, yasağın hakkı ise ondan kaçınmaya azmetmektir. Nasihatin hakkı öğüt almak, nimetin hakkı şükretmektir. Peygamberlerin haberlerinin hakkı ise ibret almaktır.

Rivayet edildiğine göre İbrahim en-Nehâî rahmetullahi aleyh, Allah Tealâ’nın “Gök yarıldığı zaman” (İnşikâk 1) âyetini okunduğu zaman bütün eklemlerine kadar tir tir titrerdi.

Abdullah b. Vâkıd rahmetullahi aleyh demiştir ki: “(Dedem) Abdullah b. Ömer’i namaz kılarken gördüm, sanki ateşte kızarmış gibi bir hal içindeydi.” (Bkz. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/243)

Yüce Rabbi’nin müjdeleri ve azap tehdidiyle namaz kılan kulun kalbinin yanması haktır. Çünkü o, Cebbâr ve Kahhâr olan Rabbi’nin huzurunda duran günahkâr, zavallı bir kuldur.

Bu manalar kulun okuduklarını idrak derecesine göre olur. İdrak ise ilim ve kalp safiyeti ölçüsündedir. Bu dereceler sayılamayacak kadar çoktur. Namaz kalplerin anahtarıdır; onda kelimelerin sırları açılır. Namazdaki kıraatin hakkı bu olduğu gibi, zikir ve tesbihlerin hakkı da budur.

Sonra okuyuşunda zâhirî kaidelere ve mahreçlere dikkat eder; ağır ağır okur, acele etmez. Bu okuyuş şekli, kalbi âyetlerin üzerinde tutmak için daha kolay ve uygundur. Rahmet, azap, müjde, tehdit, hamd, tâzim ve yüceltme içeren âyetlere geldiğinde, her birinin manasına göre ses tonunu değiştirir.

İbrahim en-Nehaî rahmetullahi aleyh namaz kılarken, “Allah çocuk edinmedi. O’nunla birlikte hiçbir ilâh da yoktur.” (Mü’minûn 91) âyetine benzer âyetlere geldiğinde, böyle bir şeyi dile getirmekten utanarak sesini kısardı.

Namazda kıyam, kulun kalbini Allah Azze ve Celle’nin huzurunda tek bir hal üzere tutuyor olduğuna işaret eder. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Namaz kılan sağa sola iltifat etmediği sürece Allah Tealâ ona (rahmet nazarıyla) yönelir.” (Ebû Davud, Salât, 165; Tirmizî, Emsâl, 3; Nesâî, Sehiv, 10)

Namazda başı ve gözleri sağa sola çevirmekten korumak gerektiği gibi, kalbi de namazın dışına yönelmekten korumak gerekir. Kalp başka şeye yöneldiği zaman, ona Allah Tealâ’nın seni gördüğünü, namaz kılanın gaflet ile Allah’a münâcât etmesinin çirkin bir hal olduğunu hatırlat ki kalp namaza dönsün. Kalbinin huşû halini korumaya çalış. İçin ve dışınla sağa sola yönelmekten kurtulmak, huşûnun neticesidir. Kalp huşû halinde olursa beden de huşû içinde olur.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem namazda sakalıyla oynayan bir adam görünce, “Eğer şu adamın kalbinde huşû olsaydı, âzaları da huşû içinde olurdu.” buyurmuştur. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sagîr, nr. 7447; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/39; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr.5891)

Ebû Bekir-i Sıddık radıyallahu anh namazda direk gibi hareketsiz dururdu.

Abdullah b. Zübeyr radıyallahu anh namazda iken yere dikilmiş ağaç dalı gibi sakin ve sabit dururdu.

Seleften bazıları öyle sakin bir şekilde rükû yaparlardı ki kuşlar cansız bir yere konar gibi üzerlerine konardı. (Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/247)

Dünya ehli tarafından büyük görülen bir kişinin huzurunda tevazu ile durmak gerekirken, sultanların sultanı Cenâb-ı Hakk’ı tanıyanların O’nun huzurunda böyle hassasiyetle durmasından daha tabii ne olabilir? Dünya ehlinin huzurunda saygılı ve edepli, Allah Tealâ’nın huzurunda ise lâkayt olmak, kulun Allah Tealâ’nın yüceliğini bilmedeki eksikliğindendir.

Rükû ve secdeler

Rükû ve secdelere giderken Allah Tealâ’nın azametini yeniden hatırlaman, azabından affını dileyerek ve peygamberinin sünnetine uyarak tekbir alman gerekir. Sonra Cenâb-ı Hakk’a karşı mahviyet ve tevazu göstererek rükû yaparsın. Bu arada kalbini inceltmeye ve huşûnu artırmaya çalışır; nefsinin düşüklüğünü ve Rabbi’nin izzetini, kendinin basitliğini ve O’nun yüceliğini hatırlarsın. Kalbindeki bu şuur ve ikrarı dilinle destekleyerek Rabbi’ni tesbih eder, O’nun azametine ve her büyükten büyük olduğuna şahitlik edersin. Rükû ve secdelerdeki tesbihatı tekrarlayarak kalpteki anlayışı kuvvetlendirirsin.

Sonra O’nun sana merhamet edeceğini ümit ederek rükûdan kalkar, kalbindeki bu ümidini kuvvetlendirmek için, “Semiallahu li men hamideh: Allah hamd eden kulunu işitti” dersin. Yani O kendisine şükredenlere karşılık verdi. Peşinden nimetin artmasını sağlayan şükür sözünü söyleyerek “Rabbenâ leke’l-hamd: Rabbimiz, sana hamdolsun” dersin.

Sonra secdeye gidersin. Secde, tevazunun son haddidir. Secdede bütün varlığını temsil eden yüzünü en aşağıdaki madde olan toprağın üzerine korsun. İmkânın varsa yüzünle toprak arasına bir şey koymadan doğrudan toprağa secde et. Çünkü bu daha fazla tevazuya vesile olur ve nefse düşüklüğünü hatırlatır. Bil ki sen onu tam olması gereken yere koymuş, parçayı aslına döndürmüş olursun. Sen topraktan yaratıldın ve ona döneceksin.

Secde anında kalbinde Allah’ın azametini tekrar düşün ve “Sübhâne rabbiye’l-a‘lâ: Yüce Rabbim’i tesbih ederim” de ve bunu (en az) üç defa tekrar ederek tasdik et. O anda kalbin inceldiğinde ve bunun alameti gözüktüğünde Rabbi’nin rahmetini ümit et. Çünkü O’nun rahmeti kendini beğenip kibirlenenlere değil, zayıflığını anlayıp Rabbi’ne boyun bükenlere koşarak gelir. Sonra bir kere daha bütün mahviyet ve tevazunla ikinci kez secdeye var.

Tahiyyat ve teşehhüd

Namazda teşehhüd için oturduğunda edeple otur. Bütün salâtların yani rahmetin, mağfiretin ve güzelliklerin Allah’a ait olduğunu açıkça dile getirerek, “Ettahiyyâtü lillâhi ve’s-salavâtu ve’t-tayyibât” de. Aynı şekilde bütün mülkün de O’na ait olduğunu söyle. Tahiyyat’ın manası budur. Tahiyyatta göz nurumuz Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi ve onun mübarek şahsını kalbinde hazır et ve şöyle söyle: “es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berakâtüh: Selâm sana ey Nebî, Allah’ın rahmeti ve bereketi sana olsun.” Selâmının O’na ulaştığını ve O’nun da senin selâmından daha mükemmeliyle sana karşılık verdiğini bütün kalbinle tasdik et. Sonra kendine ve Allah’ın bütün sâlih kullarına selâm ver; “es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi’s-sâlihîn: Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine olsun” de. Allah Tealâ’nın da sâlih kullarının sayısınca en güzel selâmla senin selâmına karşılık verdiğini düşün.

Sonra, Allah’ın birliğine ve Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin peygamberliğine şahitlik et. “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” de. Kelime-i şehadetle Allah ile olan iman ahdini yenilemiş ilâhî koruma altına girmiş olursun.

Namazın sonunda okunması tavsiye edilen duaları tevazu, huşû, yalvarma hali içinde, onların kabul edileceğini samimiyetle ümit ederek oku. Duana anne babanı ve diğer müminleri de ortak et, “Rabbeneğfirlî” duasını oku.

Selâm verirken meleklere ve hazır olan cemaate selâm vermeye ve onunla namazı bitirmeye niyet et. Seni bu ibadeti yapmaya muvaffak kılmasına karşılık Yüce Allah’a şükretmeyi bil. Bunun son namazın olabileceğini ve böyle bir ibadeti yapmaya bir daha vaktinin olmayabileceğini düşün.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, tavsiyede bulunduğu bir sahabiye şöyle buyurmuştur: “Namazı, hayata veda eden kimsenin kıldığı gibi kıl.” (İbn Mâce, Zühd, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/412)

Sonra namazındaki kusurlarından dolayı kalbinde bir korku ve hayâ oluşsun. Namazının kabul olmamasından, zâhirî veya bâtınî bir günahtan dolayı azaba uğramaktan ve namazının yüzüne çarpılmasından kork. Bununla birlikte Allah’ın lütuf ve keremiyle namazının kabul edileceğini ümit et.

Yahya b. Vessâb rahmetullahi aleyh namaz kıldığında bir müddet yerinde beklerdi. Namazının kabul olmayacağı düşüncesinden dolayı yaşadığı sıkıntı anlaşılırdı. (İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, nr. 36519)

İbrahim en-Nehaî rahmetullahi aleyh, namazdan sonra bir müddet olduğu yerde hasta gibi beklerdi. (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-Kübrâ, 8/396)

Buraya kadar açıkladıklarımız, namazlarını muhafaza ve ona devam eden, kulluklarında Allah Tealâ’ya güçleri nispetinde münâcâtta bulunan huşû sahiplerinin namazıdır. İnsan böyle bir namazı kılabildiği miktarınca sevinsin. Yapamadığı kısmına üzülsün ve bu şekilde namaz kılmaya devam etmeye çalışsın.

Gafillerin namazına gelince; o tehlikededir. Allah Tealâ belki lütuf ve keremiyle af ve kabul eder. O’nun rahmeti geniş, keremi boldur.

Allah Tealâ’dan bizi rahmetiyle sarmasını, mağfiretiyle kuşatmasını dileriz. Çünkü bizim, O’na itaat ve ibadeti hakkıyla yerine getirmekten aciz olduğumuzu itiraftan başka kurtuluş vesilemiz yoktur.

__________________
Ne senle yaşanıyor
Ne de sensiz oluyor
Şu garip bomboş dünyada..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147