Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Şeytan İçin Önemli Olan, İnsan Yeter ki Allah'a Secde Etmesin!
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 05.04.22, 22:09
Skoda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Skoda Skoda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 27.01.20
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 1,175
Etiketlendiği Mesaj: 18 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Namazda ne yapıyoruz?

Bedenimiz namaz kılarken kalp âlemimizde neler olup bitmekte; düşüncelerimiz, duygularımız namaza ne kadar iştirak etmektedir? Bu hususta hepimizin kendince bir muhasebesi var elbette. Fakat eksiğimizin önemli bir kısmı kıyam, rükû, secde gibi namazda bedenimizle yaptıklarımızın sırlarını, derin manalarını bilmemekle ilgili. Namazın başta ahlâkımız olmak üzere bütün hayatımızı değiştirmesi için “namazda ne yapıyoruz?” sorusunu kendimize samimiyetle sormamız, belki yaptıklarımızın bir kısmını yapmamız gerekenlerle değiştirmemiz gerekiyor. Konuyu İhyâu Ulûmi’d-Dîn’den iki ana başlık altında uyarlayarak hazırladık.

Kalp Namaza Nasıl Katır?

Önce şunu bil: Bir müminin Allah Tealâ’nın yüceliğini bilmesi, O’ndan korkması, rahmetini ümit etmesi ve O’na kullukta kusurundan dolayı hayâ etmesi gerekir. Bu hallerin kuvveti ve sürekliliği imanın kuvveti ölçüsündedir. Yine de iman ettikten sonra hiçbir mümin bunlardan tamamen ayrı kalamaz.

Âlemlerin Rabbi’nin huzuruna çıkmak olan namazda ise bu hallerden uzak kalmanın asıl sebebi düşüncenin dağılması, namaz dışında alanlara kayması ve namazdan gaflet halidir. İnsanı namazın hakikatinden alıkoyan, kalbi meşgul eden boş düşüncelerdir. Kalbi namazda tutmanın çaresi bu düşünceleri kalpten atmaktır. Bir şeyi yok etmek, ancak sebebini ortadan kaldırmakla mümkün olacağı için şimdi bunun sebeplerini açıklayalım:

Düşünceleri engellemenin yolu

Namaz harici düşüncelerin kalbe gelmesi ya dıştaki bir sebepten ya da kişinin kendi içindeki bir durumdan kaynaklanır.

Dıştaki sebepler, işittiği veya gördüğü şeylerdir. Bunlar düşünceyi kendine çeker, peşine takar ve etkiler. Sonra ilk düşünceden başka bir düşünce doğar ve bu böyle sürüp gider. Kimin niyeti kuvvetli ve yönelişi yüksek olursa gözünün gördüğü, kulağının işittiği şeyler onu namazda meşgul etmez. Fakat zayıf kimsenin gördüğü ve işittiği şeyler sebebiyle namazda fikri dağılır, kalbi karışır.

Bunun ilacı, namazda gözü sağa sola kaymaktan korumak, hafif karanlık bir mekânda namaz kılmak, önünde kendisini meşgul edecek bir şey bırakmamak, görüş mesafesini kısa tutmak için bir duvara karşı namaza durmak, cadde ve yol üzerlerinde, nakışlı ve işlemeli yerlerde, desenli ve boyalı seccadeler üzerinde namaz kılmamaktır.

Bunun için bazı âbidler, dikkatlerini dağıtmamak ve düşüncelerini namazda toplamak için ancak secde yapabilecekleri kadar küçük ve loş bir yerde ibadet ederlerdi. Halleri kuvvetli olanlar ise mescidlere giderdi, fakat namazda gözlerini korurlar, secde yerinin ötesine bakmazlardı. Onlar, kişinin sağındaki ve solundaki kimseleri tanımayacak kadar huşû içinde kıldığı namazın tam bir namaz olduğu görüşünde idiler. Bunun için Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ, namaz kıldığı yerde kitap, kılıç ve yazılı kâğıt gibi bir şey bulundurmazdı. Bunlar zâhirî/dış sebeplerden kurtulmak için alınan tedbirlerdir.

Bâtınî/iç sebeplere gelince; bunlarla baş etmek daha zordur. Çünkü düşüncesi derede tepede dolaşıp duran kimsenin fikri bir noktada durmaz; bir o yana bir bu yana koşup durur. Gözünü kapatması ona bir fayda sağlamaz, önceden kalbe yerleşmiş şeyler onu meşgul etmeye yeter.

Bundan kurtulmanın yolu kendini zorlamaktır. Namazda okuduklarına kalbinin katılmasını sağlamak ve onu başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymak için zorlamak…

Mesela namaza giriş tekbirinden önce ahireti hatırlayarak Rabbi’ne “münâcât”a kendisini hazırlamalıdır. Namaz Allah Tealâ’ya münâcâtın en mükemmel haldir. Peki, münâcât nedir? Münâcâtın kelime anlamı “fısıldaşmak ve bir sırrı paylaşmak”tır. “Yalvarmak, yakarmak, dua ve hâli arz etme” manasında da kullanılır. Şu halde kişi namazda Rabbi ile konuşmakta, O’na yalvarıp dua etmektedir.

Kişinin ayrıca Allah Tealâ’nın huzurunda durmanın ağırlığını, mahşerde ilâhî huzurda hesap vermenin dehşetini düşünmesi de kendisini namaza hazırlamaya yardımcı olur. Tekbirden önce namaz harici bütün düşünceleri gönlünden çıkararak kalbini namaz için hazırlar, meşgul edecek bir şey bırakmaz. Böylece kararlı bir şekilde kendini namaza hazırlar.

Sebebi bulup yok etmek

Kalbe gelen düşünceleri, boş fikirleri engellemenin yolu budur. Eğer bu yolla tedavi olmaz ise onu kurtaracak olan şey, hastalığını bünyeden söküp atacak ilacı kullanmaktır. O da kalbin namaza iştirakine mani olan şeylerin neler olduğunu araştırmaktır. Şüphesiz bunlar kişinin düşünce dünyasıyla ilgilidir. Düşünceler de genellikle nefsin istek ve yönlendirmelerinden kaynaklanır. Bu durumda nefsini bu isteklerden çekip alarak, onlarla bağını keserek cezalandırır. İnsan şunu bilmeli ki onu hakiki namazdan alıkoyan her şey dinine zıttır ve düşmanı olan şeytanın yardımcılarıdır. Onları tutmak, taşımak, terk etmekten daha zararlıdır. Kişi onları başından atarak kalbini meşgul etmesinden kurtulur. Şu örneklerde olduğu gibi:

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bir defasında Ebû Cehm radıyallahu anhûnun getirdiği nakışlı bir elbise ile namaz kıldı. Selam verdikten sonra, onu çıkararak; “Bundaki nakışlar beni meşgul etti. Bunu Ebû Cehm’e götürün de bana onun sade elbisesini getirin.” buyurdu. (Buhârî, Salât, 244; Müslim, Mesâcid, 61; Ebû Davud, Salât, 168; Nesâî, Salât, 187; İbn Mâce, Libâs, 1)

Bir defasında Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin ayakkabısının bağı eskimişti. Onları deriden yeni bağlarla değiştirdikten sonra namaza durdu. Yeni olduğu için namazda onlara baktı. Selâm verdikten sonra bunların ayakkabıdan çıkarılmasını, yerine eski bağların takılmasını istedi. (İbnü’l-Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, nr. 383)

Yine bir defasında yeni bir ayakkabı giymişti. Namazda ayakkabının güzelliği hoşuna gidince hemen secdeye kapandı ve “Gazabına uğramayayım diye tevazu ile Rabbim’e secdeye kapandım.” buyurdu. Sonra o ayakkabıyı çıkarttı ve karşılaştığı ilk dilenciye verdi. Daha sonra da Hz. Ali radıyallahu anhûya bir çift sade ayakkabı satın aldırdı ve onları giydi. (Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 3/204)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem haram kılınmadan önce yeni bir altın yüzük takmıştı. Minberde iken ona dikkatle baktı, sonra çıkarıp attı ve “Bir size bir buna bakarken beni sizden alıkoydu.” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/322; Nesâî, Zînet, 81)

Burada şu hususu hatırlamakta fayda var. Elbette Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Rabbi’nden bir an bile gafil değildi. Hele de namazında bizimki gibi bir gaflete düşmesi söz konusu olamazdı. O’nu tedirgin eden haller kendi nübüvvet makamına göredir ve bu hadiseler ümmetine örnek teşkil etmek üzere vuku bulmuştur.

Rivayet edildiğine göre, Ebû Talha radıyallahu anh içinde meyve ağaçları bulunan bahçesinde namaz kılıyordu. O sırada daldan dala konan yabani bir güvercin hoşuna gitti ve namazda bir müddet ona baktı. Bu arada kaç rekât kıldığını bilemedi. Başına geleni Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme anlatarak; “Ya Resûlallah, bu bahçe sadakamdır, istediğin yere kullan.” dedi. (Mâlik, el-Muvatta, 1/98)

Benzer bir hadise bir başkasının da başına gelmiştir. Bu kişi bahçesinde namaz kılıyordu. Bahçedeki hurma ağaçları meyve ile doluydu. Namaz esnasında onlara baktı ve hoşuna gitti. Bu arada kaç rekât namaz kıldığını unutuverdi. Gelip durumu Hz. Osman radıyallahu anhûya anlattı ve “Bu bahçe sadakadır; onu Allah yolunda kullan.” dedi. (Mâlik, el-Muvatta, 1/99)

Onlar bunu, ibadet esnasında kalplerini meşgul eden düşünceyi kesip atmak ve namazdaki kusurlarını telafi etmek için yapıyorlardı. Kalbe gelen düşünce hastalığının tedavisi işte budur.

Takıntılar ve namaz

Bu bahsettiğimiz tedaviler ve namazda okuduğuna kalbi iştirak ettirme çabası, kalbin içine yerleşmemiş, etrafında dönüp duran düşüncelerde fayda verir. Kalbe kök salmış kuvvetli istek ve yönelimlerde ise bunlar fayda vermez. Aksine sen düşünceyi çekersin, o seni çeker ve sonra seni yener. Bütün namazın boyunca bu meşguliyetle uğraşıp durursun.

Bu durumu bir misalle anlatalım: Bir adam bir ağacın altında bütün dikkatini toplayıp önemli bir mesele düşünüyor. Bu sırada ağaçtaki kuşların sesi dikkatini dağıtıyor. Adam kuşları kovalıyor ve düşüncesine dönüyor. Kuşlar tekrar geliyor, adam yine kovalıyor. Bu durumda ona, “Senin bu yaptığın iş kısır döngü, sonu gelmez. Eğer bunlardan kurtulmak istiyorsan ya ağacı yok et ya da onu terk et.” denir.

Nefsin tutkuları da böyledir. O kökleşip dal budak salınca kuşların ağaca, sineklerin pisliklere hücum ettiği gibi düşünceler de ona doğru akar. Onları uzaklaştırmaya çalışmak çok uzun sürer. Kovulan sineğin dönüp geri gelmesi gibi, nefsin istek ve yönlendirmelerinden kaynaklanan düşünceler de kalbe yeniden hücum eder. Bunun tek çaresi bu istek ağacını tamamen terk etmek, kökünden kesip atmaktır.

Ayrıca kalbi meşgul eden şehvetler yani istek ve yönelimler çok çeşitlidir. Onlardan uzak kalan kimse çok azdır. Hepsinin aslı tekdir; o da dünya sevgisidir. Dünya sevgisi bütün günahların başıdır. O her kusurun temeli ve her bozulmanın kaynağıdır. Kimin kalbi dünya sevgisiyle dolar, elde ettiği dünyalıkları ahirete hazırlanmaya yardımcı yapmazsa, o kişi namazda Rabbi ile buluşmanın, O’nunla konuşmanın lezzetini beklemesin. Çünkü dünyalık şeylerle sevinen kimse, Allah Tealâ ile münâcât halinin zevkine varamaz. Kişinin kalbî yönelişi, sevinci, üzüntüsü en çok değer verdiği şeyle birliktedir. Gözü dünyalıkla aydın olan kimsenin himmeti kaçınılmaz olarak ona yönelir.

Fakat bütün bunlarla birlikte yine de mücadeleyi terk etmemek, kalbi namaza yöneltmeye çalışmak ve onu meşgul eden şeyleri azaltmak gerekir. Bu çok acı bir ilaçtır. Acı ve zor olduğu için insan tabiatı ondan kaçar, hastalık da kalıcı hale gelir, dert ağırlaşır. Öyle ki büyük zatlar kalplerinde hiç dünya düşüncesi bulunmadan iki rekât namaz kılmaya çalışmış, fakat çoğu aciz kalmıştır. Bizim gibiler için bunu yapabilme ümidi yok gibidir. Ama keşke biz kıldığımız namazın yarısını yahut üçte birini düşüncelerden uzak kılabilseydik! Böylece bazı amellerini bozuk yaparken bazılarını güzel yapan kimselerden olurduk.

Kısaca, kalpte dünya düşüncesiyle ahiret düşüncesinin durumu yağ dolu bir bardağa su dökmek gibidir. Bardağa ne kadar su girerse o miktarda yağ dışarı çıkar. İkisi bir arada toplanmaz.

Önce şunu söylemek isteriz: Eğer kişi ahiret saadetini isteyen bir Hak yolcusu ise namazını günlük hayatının en önemli işi kabul etmeli, yukarıda anlatıldığı üzere hakiki manada namaz kılmasına engel olan hususlar üzerine düşünüp gereğini yapmalı.

Şimdi ezan, taharet, setr-i avret, kıbleye yönelmek, ayağa kalkmak ve niyet gibi namazla ilgili bazı hususların nasıl anlaşılması ve bunlarda ne yapılması gerektiğini açıklayalım.

Ezan

Müezzinin sesini işittiğinde kıyamet günündeki çağrının dehşetini düşün. Hemen zâhirin ve bâtınınla davete uymaya ve koşmaya hazırlan. Çünkü dünyada bu davete derhal icabet edenler, büyük hesap gününde lütuf ve ihsanla çağrılır.

Ezan okunurken namaza davet ediliyorsun. Kalbine bu daveti sun. Eğer onu sevinçli, ferah ve davete hemen uymaya yönelmiş buluyorsan, bil ki ilâhî hüküm gününde yani mahşerde sana müjde ve kurtuluş çağrısı gelir. Bunun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, “Bizi namazla rahatlat ey Bilâl” buyurmuştur. (Ebû Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/206, 268)

Yani bizi namazla ve ona yapacağın çağrı ile rahatlat. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin gönlünün sevinci ve huzuru namazda idi.

Tahâret

Namaz kılacağın zaman önce namaz kılacağın yeri gerekiyorsa temizlersin, temiz seccadeni serersin. Orası bedenine ve elbisene göre dışarısıdır, uzaktır. Elbisenin de namaza mani kirlerden temizlenmiş olmasına özen gösterirsin. O da namaz kılacağın yere göre sana daha yakındır. Daha yakın olan ise bedenindir, onun da temiz olması gerektiğini bilirsin.

İşte bunları temizlediğin gibi, senin özün ve kendin olan kalbini unutma. Onu da tevbe, geçmiş kusurlarına pişmanlık ve gelecekte bir daha yapmama azmiyle temizlemeye çalış. İçini temizle, çünkü orası Yüce Rabbi’nin nazargâhı, yani seni değerlendirdiği yerdir. (Bkz. Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Kitâbü’z-Zühd, 9)

Setr-i avret

Setr-i avret, bedenin görülmemesi gereken yerlerini insanların gözünden örtüp gizlemek demektir. Senin bedeninin dışı insanların baktığı yerdir; onu elbise ile örtersin. Peki, sadece Yüce Rabbi’nin gördüğü iç âlemindeki kusurları, ayıpları nasıl örteceksin?

Şu gerçeği bil ki başkalarından sakladıkları Allah Tealâ’dan asla gizli değil. Onları sadece pişmanlık, Allah’tan utanma ve gazaptan korkmak temizler. Bunları hatırlayarak korku ve hayâ kuvvetini harekete geçir. Nefsin namazla alçalsın. Kalbin utanma altında boyun eğsin. Allah Tealâ’nın huzurunda, efendisinden kaçıp sonra pişman olarak geri dönen suçlu kölenin duruşu gibi hayâ ve korkudan boynun eğik dur.

__________________
Ne senle yaşanıyor
Ne de sensiz oluyor
Şu garip bomboş dünyada..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147