Ayet-el Kürsi ve Namazın Fazileti (Yaşanılmış Bir Hikaye)
Çok samimi iki, arkadaştılar. Her yere birlikte gider, her haltı birlikte yaparlardı.
Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.
Birlikte büyümüşler, aynı okula gitmişlerdi, çoğu konu da zevkleri bile aynıydı.
Aynı elbiseyi beğenir, aynı tür yemekleri sever, saçlarının şeklini aynı yaparlardı.
Aynı kızdan hoşlanır, onu tavlamak için kıyasıya rekabet ederlerdi.
Birbirlerine o kadar bağlıydılar ki biri, birkaç günlüğüne ailesiyle bir yerlere
gitse ötekinin suratı asılır, arkadaşı gelinceye kadar da keyfi yerine gelmezdi.
Aileleri de artık bu durumu iyice kanıksamış ve onları iki kardeş gibi kabul eder
olmuşlardı. Yıllar çok çabuk geçmiş ikisi de birer delikanlı olmuşlardı.
Herkes gibi onlarda çevreden etkilendiler ve özentiyle sigaraya, içkiye,
zamparalığa başladılar. Bir tek kumarları yoktu çok şükür. Yalnız bir şey vardı
onları birbirinden ayıran. Serkan, hiç Camiye, nâmaza yaklaşmazken arkadaşı Aykut
nâmazlarını hiç kaçırmazdı. Hatta sarhoşken bile. Başta Serkan olmak üzere tüm
arkadaşları dalga geçerlerdi.
— "Oğlum içkili, içkili nâmaz kılınır mı?"
— "Ulan daha demin zina yaptık, hamamdan çıktık, şimdi camiye gidiyorsun
bu ne biçim iş?"
— "Oğlum ya birini seçecen, ya öbürünü bu senin yaptığın dine saygısızlık (!)"
— "Yahu daha genciz, hele yaş bir kırkı geçsin birlikte bırakırız bu hayatı. Birlikte
başlarız o zaman."
— " Ulan oğlum böyle daha çok günaha giriyorsun, Allâh’ın huzuruna böyle sarhoş,
berduş çıkılır mı(!)? "
Aykut ise Rahmetli Babasının söylediklerini düşünüyor, susuyordu.
Bir gün çok sıkıştırdılar niye böyle yapıyorsun diye o da anlatmak
zorunda kaldı:
— Arkadaşlar rahmetli babamın vasiyeti bu. Ölürken beni yanına çağırdı.
Oğlum sana vasiyetimdir. Her ne durumda olursan ol, nâmazını bırakma.
İster, içkili ol, ister zina yapmış ol. Aklın başında olduktan sonra nâmazına hiçbir
mazeretin olmasın. Eğer beni seviyor ve sana hakkımı helal etmemi istiyorsan,
bu vasiyetimi unutma ve istisnasız yerine getir. Yoksa hakkımı helal etmem
bilesin dedi. Ben onun vasiyetini yerine getiriyorum.
Arkadaşları değişik tepkiler gösterdiler. Kimisi "Böyle saçma vasiyet mi olur" dedi,
kimi "Çok şükür benim peder nâmaz kılmaz, ben ucuz atlattım" diye kendince
alay etti, kimi de Serkan gibi susmayı tercih etti.
Yıllar su gibi aktı geçti. Bizim kafadarlar evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı
çoktan. Gene yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu, gene canciğerdiler.
Anne babaları gibi eşleri de onları kanıksamış ve bu şekilde kabul etmişlerdi.
Zamanla diğer arkadaşlarının hepsi bir yere dağılmıştı. Onlar ise hiç ayrılmıyordu.
İçmeye beraber, gezmeye beraber.
Çok sevdikleri bir söz vardı.
’’Yârin yanağından gayrı her zaman, her yerde, hep beraber”, diye.
Balık tutmak en büyük tutkularıydı.
Her Cumâ günü akşamı üşenmeden düzenli olarak balığa giderlerdi.
Cumartesi öğleden sonra dönerlerdi. Tabi balıkla içtiklerini söylemeye
gerek yok.
Serkan’ın tabiriyle ‘’İçkiyle yemezsen balık ağlardı’’.
Günler böyle geçip gidiyordu. Ta ki o güne kadar.
O hafta sonu yine balığa gitmişlerdi neşe içinde. Daha ucuza gelmesine rağmen
onlar kafileye katılmaz, ikisi birlikte kendi arabalarıyla giderlerdi. Yakıt ve diğer
masrafı bir hafta biri karşılardı, bir hafta diğeri.
Üç kuruş için tadımız kaçmasın ne idüğü belirsiz kişilerle, diyordu Serkan.
Aykut ‘da aynı fikirdeydi. O hafta da her zaman olduğu gibi kafileden ayrı birlikte
çıkmışlardı balığa. Yeni bir yer keşfetmişlerdi. Bu hafta iyi balık alacağız diyordu Serkan.
Oltalarını attılar ve beklemeye başladılar.
Serkan’ın içinde anlam veremediği garip bir sıkıntı vardı. Aykut biraz uzaklaşmıştı.
Ortalık henüz ağarmamıştı. Birden garip şekiller görmeye başladı Serkan.
Siyah renkli küçük bir sürü yaratık etrafını sarmıştı. Üzerine saldırdılar.
Ayak parmaklarından, girip vücuduna doluşmuşlardı adeta. Çığlık çığlığa
bağırmağa başladı zavallı Serkan. Bırakın beni, gidin buradan, diye bağırıyordu.
Koşarak gelen Aykut bir şey anlamamıştı. Serkan canhıraş çığlıklar atıyordu
ama görünürde hiçbir şey yoktu. Serkan aklını mı oynatmıştı yoksa?
Endişeyle yaklaştı arkadaşına ve kuvvetle sarsmaya başladı.
-“Serkan kendine gel, Serkaaan”, diye de bağırıyordu bir taraftan.
Kaçmaya kurtulmaya çalışıyordu onlardan. Duyduğu korku ve çaresizliği
karanlıkta bile yüzünden okunuyordu adeta.
Aykut birden ne olduğunu anladı. Evet, kesinlikle öyle olmalıydı.
Babası bahsetmişti cinlerden. Gerçi o zaman zavallı adamı hiç ciddiye almamış
hatta içinden yahu ben babamı bayağı aydın ve mantıklı bir adam zannederdim
böyle saçmalıklara nasıl inanıyor, hayret(!), demişti kendi kendine. Ama arkadaşının
durumu yıllar evvel babasının anlattıklarıyla tıpatıp uyuşuyordu. Hemen babasının
tembih ettiği gibi koşarak göle gitti ve ‘’Abdest’’ aldı. Sonra da "Ayetu'l-kursi"yi
okuyarak önce önüne, sonra arkasına, sonra sağına, sonra soluna, ayaklarına ve
başına üfledi. En son okuduğunu da içine çekti. Tam 7 kez okumuştu. Sonra bir daire
çizdi yerden aldığı bir sopayla etrafına ve onun içine de üfledi. Şimdi hazırdı.
Koşarak gitti arkadaşının yanına ve yüksek sesle ‘’Ayetu’l-Kursî‘’ yi okumaya
başladı. Arkadaşı birden sakinleşmişti. Hemen aldı arkadaşını ve arabaya bindirdi.
Hızla uzaklaştılar oradan.
Bu olay ikisini de çok etkilemişti. Günler, haftalar geçmesine rağmen
etkisinden kurtulamamışlardı.
Aykut’un babasının bir hoca arkadaşı vardı. Rahmetliyle sağlığında çok samimiydiler.
Bu baba dostuna gitmeye karar verdi Aykut. Serkan’ı da aldı ve birlikte
Nihat hocaya gittiler. Zaten rahmetli babası hep söylerdi. Bir müşkülün olursa
Nihat hocaya git oğlum diye.
Hoca onları güler yüzle karşıladı. Çok sevinmişti Aykut’u gördüğüne.
Hocaya başlarına geleni anlattılar. Önce dinledi Nihat hoca ve anlatmağa başladı.
-"Çocuklar siz cinlerin ikamet ettikleri bir yere gidip bilmeden onları rahatsız etmişsiniz.
Çok şükür ki ucuz atlatmışsınız."
Serkan korku ve ürpertiyle dinliyordu hocayı..
Adeta o anı tekrar yaşıyordu..Aykut sordu.
- "Ne olabilirdi hocam?"
- "Sizi öldürebilirlerdi veya delirtirlerdi.,"
- "Ama sizi bir şey korumuş.."
- "Ne korumuş hocam?"
Hoca gülümseyerek baktı Aykut’a ve ;
- "Nâmazlar’ın evladım dedi, nâmazların...."
Ve onların soran bakışlarını görünce memnun bir şekilde açıkladı :
Bakın çocuklar Allâh Celle Celâluhu ’’İnsanoğlu’nu’’ tüm kainata efendi olarak yarattı.
Ve kendisine muhatap seçti. Ona bir paye (rütbe, makam) verdi.
Sen ‘’Eşref-i mahlûkat’’ sın dedi.
Tabi aynı insanların kendi aralarında olan kıskançlıklar gibi Âdemoğluna verilen
bu makamı çekemeyip kıskananlar oldu.
En başta şeytan, sonra cinler. Vücudumuzu görünmeyen mikropların etkisinden
korumak için nasıl ilaç alıyorsak, yine çıplak gözle göremediğimiz manevi mikroplara
karşı ancak ‘’imânımız’’la karşı koyabiliriz.
İşte bizzat yaşayıp şahit olduğunuz gibi önce saldırıları karşısında çaresiz kaldığınız
o görünmeyen düşmanları Manevi bir silahla kolayca yendiniz. Ama eğer sen nâmaz kılıyor
olmasaydın, hem ‘’Ayetu'l-Kursi’’yi okumak aklınıza gelmez, okusanız da Maneviyatınız çok
zayıf olduğu için size faydası olmazdı. Nâmaz dinin direğidir. İşte sizi o sağlam direk
yıkılmaktan kurtardı.
Hoca daha konuşacaktı ki Serkan araya girdi.
- "Hocam izin verirseniz bir şey anlatacağım:
Aykut beni kurtarmağa gelirken Kendi aralarında konuşuyorlardı.
Birisi, saldırıp onun da işini bitirelim dedi. Diğeri endişeyle bağırdı. Eyvah, buna
bir şey yapamayız. Görmüyor musunuz alnı nasıl parlıyor, bu nâmaz kılanlardan.
Hem büyük Âyeti yöntemiyle okuyup kendini emniyete aldı.
Üstüne gidersek hepimizi mahvedebilir, haydi kaçalım dediler ve kayboldular."
- "Çocuklar yaşadıklarınız fazla söze mahal bırakmıyor. Aslında bu tür olaylar
"Rabbimizin şefkat tokatlarıdır’"(!)
Aykut merakla sordu.
- "Nasıl yani hocam?"
- "Şimdi düşünün, sen ne yapıyorsun, nâmaz kılıyorsun ama haram olan
içkiyi içiyorsun ve diğer haramlara da dikkat etmiyorsun, Serkan ise hiç nâmaz
kılmıyor. Eğer böyle bir olayla Rabbimiz sizi sarsmasa kendinize çekidüzen
vermeyi hiç düşünür müydünüz?"
- ?..
- "Peki bu olay ne zaman oldu?"
Serkan düşünceli, cevap verdi:
- "15 gün kadar oluyor."
- "Peki serkan o günden beri ağzına içki koydun mu hiç?"
- "Hayır hocam."
- "İşte çocuklar sonuç ortada. Rabbimiz gönderdiği kitabında bize diyor ki:
’’Ey kullarım sizin hâyr zannettiğinizin altından şer, şer zannettiğinizin altından
hâyr çıkartırım. Allâh bilir siz bilmezsiniz. (Âyet)’’
- "İşte bu olayda öyle bir olay. Görünüşte şer gibi, ama daha şimdiden hâyrlı
meyve vermeye başlamış ki size 15 gündür içki içirtmiyor."
Serkanın kafası karmakarışık olmuştu.
- "Hocam ben de Aykut da zaten içkiyi bırakacak, biraz yaşlanınca kendimize
çekidüzen verecektik."
Hoca acı, acı gülümsedi.
- "Yavrularım, dedi bunlar şeytânın hile ve tuzaklarından başka bir şey değildir.
Ne garantiniz var 60-70 yıl yaşayacağınıza dair?
- !?..
Şunu iyi bilin ki şeytânın size işlettiği her günah kalbinizde siyah bir nokta bırakır.
Öyle bir an gelir ki kalbiniz kapkara olur. O andan sonra isteseniz de dönemezsiniz.
Çünkü şeytan sizi iyice esir almış, köleleştirmiştir.
Serkan’ın kafasını yıllardır meşgul eden bir soru vardı.
- "Hocam" dedi. - "Malum biz genciz, çevremizdeki renkli hayat bizi cezbediyor.
Gençliğin verdiği cahillikle çoğu zaman günah işleme ihtimali var. Yani içki içebilir,
fuhuş yapabilir genç insan. O yüzden diyordum belli bir yaşa gelince diye.
Yani yıllarca eleştirdim Aykut’u, hem nâmaz, hem günah bir arada olur mu diye.
O da sırf babasının vasiyeti olduğu için yaptı bunu. Yoksa sorularıma cevap veremiyor,
hatta nâmaz kılarken suçluluk duyduğunu, yaptığı günahlar aklına geldiği için ezilip,
utandığını söylüyordu."
Hoca aksakalını sıvazladı, gözlerinin içi gülüyordu adeta.
- "Yavrularım" dedi.
- "Şeytan hep soldan vurmaz. Bazen sağdan vurur. İşte bu şekil mazeretlerle avutur,
kandırır ve kulu ‘’Rabbine secdeden alıkoyar‘’. Çünkü nâmaz kılan Müslüman ne kadar
günahkâr olursa olsun Allâh Celle Celâluhû’yla bağını koparmıyor ve ona iltica ediyor.
“Günahkârım ama sen büyüksün, affet. Ben acizim, sen değilsin, yardım et “diyor.
Rabbi de bu duâya icabet edip kulunu koruyor.
O’nun koruduğuna ise şeytan bir şey yapamaz. Yanıltıp günah işletse bile ayağını
kaydıramaz, köleleştiremez."
Aykut atıldı. Hocam dün akşam ben bir rüya gördüm bir de onu tabir etseniz.
- "Buyur anlat evladım," dedi Nihat hoca.
- "Rüyamda siyahlar içinde çok korkunç görünüşlü bir yaratık, serkanla bizi kovalıyor.
Öyle bir yere geliyoruz ki çıkış yok, önümüz arkamız uçurum.
Bastığımız yeri görmüyoruz ve uçurumdan aşağı düşmeye başlıyoruz.
Tam ümidi kesmişken yüzü ışık saçan biri çıkıyor ortaya ve elini uzatıyor.
Öyle nur yüzlü ki o nurdan ortalık aydınlanıyor. Elini ben tutuyorum, Serkan tutamıyor,
onu da ben yakalıyorum son anda. İkiniz çok ağırsınız diyor adam, çekemiyorum.
O anda kan ter içinde uyandım."
Nihat hoca gülümsüyordu yine.
- "Evladım tabiri çok kolay bu rüyanın. Sen nâmaz kılıyor fakat günah işlemeye
devam ediyorsun. Serkan ise hiç kılmıyor ama senden etkileniyor ve kılmadığı için
suçluluk duyuyor. O siyahlar içindeki korkunç yaratık bizi gölge gibi takip eden şeytan,
karanlık, içinde bulunduğunuz çelişkileri ifade ediyor. O nûr yüzlü zat ise kıldığın
nâmazların evladım. Ama hem sen hem arkadaşın günah işlemeğe devam ettiğiniz
için ağırlığınız fazla geliyor. Bilmem anlatabildim mi?"
- !?..
İki kafadarın başları öne eğik, gözleri nemliydi.
Artık gitme vakti gelmişti, izin istediler.
Hoca kapıya kadar uğurladı onları,
- "Her zaman beklerim çocuklar" dedi.
Bu nur yüzlü adamın elini öpüp oradan ayrıldılar.
Onlar gittikten sonra abdest alıp iki rekât şükür nâmazı kıldı Nihat hoca.
Allâh’ım şükür sana. Bana evlat vermedin ama bu yavrulara doğru yolu
gösterecek ilim verdin. Çok şükür, sen de ey arkadaşım Tahsin. Huzur içinde yat.
Bak verdiğimiz aşı tuttu. Evladın yavaş, yavaş kendini toparlıyor.
İyi ki sözümü tutup ona her ne koşulda olursa olsun nâmazını kılma
ve bırakmamayı vasiyet etmişsin. Bak meyve vermeye başladı diktiğimiz
ağaç çok şükür. Artık evladın günah işlemeyecek, sen de orada acı çekmeyeceksin
çok şükür. Mekânın cennet olsun, huzur içinde yat kardeşim.
Ağlıyordu Nihat hoca. Gözyaşları aksakalından aşağı süzülüyordu.
Ama bunlar hüzün değil sevinç gözyaşlarıydı…
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|