Mart ayı her gelişinde içimde yeniden canlanır yakın tarihin hatıraları. Çanakkale Türküsü eşlik eder her saatime.
Gelibolu'nun tepelerinde; Conkbayırı'nda, Seddülbahir'de, Kocaçimen'de, Arıburnu'nda siperlerde hala canlı duran ama unutulmuş bir ruhun sancıları saplanır durur mideme.
İngiliz keferesinin uçaklardan tohum saçar gibi heryere saçtığı zehirli çiviler batar hala ayaklarıma.
Siperlerde omuz omuza veren ırkı, dili ve cağrafyası farklı gardaşların birlikte ettiği dualar yankılanır kulaklarımda.
Sonra mısralar doluşur avuçlarıma, taşar.
Âkif der;
"Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek, İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek"
Âsım'ın kim olduğunu ilk merak edişim gelir aklıma. Asr-ı Saadete yolculuklarım tekrarlanır. O kutlu sahabenin, Âsım bin Sâbit'in yaptığı duayı hatırlatır Çanakkale.
Kimi nişanlıdır, kimisi evli, kiminin elleri kınalıdır, kimi henüz onbeş yaşındadır, düşerler toprağa al al. Düşen bombaların kaldırdığı toprağın altında kalır kimileri, ölmeden mezara koyulmuş gibi.
Çanakkale, acı bir farkına varışın gayretidir. Son nefeste şehadet getirmek endişesine tutulmak gibi, yılların uykusundan uyanmak gibi yürüdüler cephelere, dalga dalga.
Avrupa me/deniyetine hayranlıkla donuklaşmış bir milletin, yine o Avrupa'nın gerçek yüzüyle cephelerde acı tecrübelerle karşılaşması gelir aklıma.
Ne güzel ifade eder Akif;
"Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz."
Her mart gelişinde daha da zoruma gider yırtılan maskenin ardındaki o çirkin yüze benzeyen yüzlerimiz.
Oturup ağlasak halimize, taşar denizler.
Oturup ağlasak halimize, dağ taş parçalanır.
Çanakkale deyince cümleler hep kifayetsiz.
Âkif'in şiiri yeter herşeyi anlamaya ve anlatmaya!
Fotoğrafta Osmanlıca, "Allah bizimledir" yazıyor.