Velayeti Ulyada Mertebei Kemalatı Havvası Nübüvvet
32. DERS:
VELÂYET-İ ULYÂDA MERTEBE-İ KEMÂLÂT-I HAVASS-I NÜBÜVVET
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını, arş-ı âlâ’yı geçerek Velâyet-i Ulyânın Nübüvvet Mertebesinde zamansız ve mekânsızolarak bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Zatiyye’yi nübüvvet kemaliyle yapar ve dersten çıkar.
Mertebe-i Kemâlât-ı Havas-ı Nübüvvet
Mürşid-i Kâmil, ihvana merhamet edip, onun fazilet ve derecesini yükseltmek istediği zaman, ondaki toprak unsuruna teveccüh buyurur ve ihvana latifesine yapılan bu yöneliş ile Nübüvvet Velâyetinden feyiz gelir. Bu öyle bir kemaldir ki, bu kemal, Zat’î ve daimî tecelliden ibarettir. Bu makamın bilgisi bütün bilgileri yitirmektir. Yine bu makamda zaman, keyfiyet ve renkler —gizli olan haller dâhil— bir işe yaramaz hale gelirler. Bu makamda itikat ve imana taallûk eden şeylerin kuvveti meydana çıkar. Allah Teâlâ’yı bulmak için delil araştırmak yerine, akıl ve muhakeme delil yerine kaim olur. Bu makamın bilgisi, bütün nebilerin şeriatlarıdır. Bu makamda ihvanın gizli hallerinde genişleme meydana gelir.
İster Velâyeti Suğra, ister Kübrâ, isterse Ulyâ olsun, bu velâyet makamlarında derece derece ihvanda şerhi sâdır meydana gelir. Gizli hallere nisbetin yanında, göğüs darlığı ve ona benzer bir hal asla bulunmaz. Velâyetin her basamağında, bir basamağın diğer basamakla gerek surette gerekse hakikâtte bir alakası vardır. Yine bu makamda ihvanda kusuru kendinde görebilme, ümitsiz*liğe yakın bir halde kusurlarından dolayı kendi kendine darılma, ma*nen fazilet olan hallerin kendisinde kalmadığını sanma veya hizmet*lerinden bir fayda temin edememiş olmanın üzüntüsü içine dalma halleri meydana gelmeye başlar. İhvan bu hususlarda o duruma ge*lir ki; Kendisini manen bomboş ve hiç bir işe yaramaz halde zanne*der. Hatta zamanla kendisini bir kâfirden bile aşağı görür.
İhvanın bu halleri, daha önceleri kendisine ait bulunduğuna inan*dığı ve fazilet dolu sandığı hallerinin, (Susuz kimsenin, serabı su zannedip, yaklaştıkça hiçliğini anladıkça, düştüğü ümitsizlik ve peri*şanlık haline benzer). Benimdir diye inandığı ve güvendiği ve varlık*larını kabul ettiği şeylerin hepsi bu makamda ihvana birer hayal olur.
Ne zaman ki, mürşid-i kâmilin yönelişi ile bu makam ihvana keşfolur. Bu arada görme haline benzer bir hal de yine ihvan için kolay*laşır. Bu görme hali her ne kadar Allah Teâlâ’yı âhirette görme ha*line benzemezse de —biz âhirette meydana gelecek bu görme haline şimdiden inandık— bu görüş velâyet mertebelerindeki gözet*leme hallerine nisbetle daha rahat, daha engin ve daha kolay bir görüştür.
Âhirete mahsus bulunan görüş, âlemi halk’a mahsus olan gö*rüşlerdendir. Orada yapılan işler de yine âlemi halktan nasibi bulu*nan işlerdir. Nitekim âlemi emr’in latifeleri bu makamda âdeta (lâ-şey) dir. (Yani hiç bir şey değildir.) Nefis latifesinde ve unsurlara ait bulunan latifelerde de durum yine böyledir. (Yani bunlara ait latife*ler de (lâ-şey=yok) durumundadır.)
Bu muameleler toprak unsuru ile ilgili latifeye mahsustur. Her ne kadar diğer unsurların da toprak unsuru ile alâka ve bağlantıları dolayısı ile bu muamelelerden nasipleri varsa da ehemmiyeti yoktur.
Bu makam, şeriat hükümleri ile Allah Teâlâ’nın varlığından ve sıfatlarından haberler, kabir, haşir, cennet, cehennem ve bunlara ben*zer ne varsa en doğru haberci olan Allah Teâlâ’nın Rasûlünün haber ver*diği şeyler olup, hepsi de gözle görülen akıl ve mantığın kabul ettiği şeylerin makamıdır.
Bu makamda Hakk’ın kendi varlığı eşyaya ayna durumundadır. O’ndan başka ne kadar varlık varsa, hepsi de o aynada görülen su*retler gibidir. Aynadaki suretin yarlığı gerçek varlık değil, gerçek varlığa nisbetle bir hayaldir. Fakat hayal de olsa (yok) değildir. Gerçek varlığın gölgesi olarak vardır.
Suret gösteren bir aynada, ilk görülen şey ayna değil, resimdir.
Ayna, kendisine bakanın dikkatini üzerine çeker. Fakat bu makamdaki durum bu kaidenin tamamen aksinedir. Bu makamda aynanın varlığı ilk bakışta görülür. Eşyanın varlığı ise, tetkik neticesinde görülebilir, işte bunun içindir ki, Allah Teâlâ’nın varlığı bedihîdir.[64] O’nun varlığına nisbetle eşyanın varlığı nazarîdir. Bu makam yüceliği, yaygınlığı ve ortaya koyduğu meseleleri itibarîyle çok acâip bir makamdır. Bu manadaki acâibliklerin meydana gelmesi, yine bu makama bakışın karşılığıdır. Bundan daha acâibi ise, sofiye tarafından yapılan zikir*lerin bu makamda yalınız başına bir şey ifade edemeyişidir. Tilâvet esaslarına uyularak okunan Kur’ân-ı Kerim, edep ve erkânına dikkat gösterilerek eda edilen namaz, hadîsi şeriflerle sıhhati tespit edilen duâ ve niyazların hepsi bir arada bulunmak suretiyle bu makamda yükselmeye vesile olurlar.
Hadis ilmi ile meşgul olmak, sünnet-i şeriiyye’ye hakkiyle bağlı*lık göstermek, bu makamı hem nurlandırır, hem de kuvvetlendirir. Böylece ihvana “Kâbe kavseyni ev edna sırrı” (iki yay arası ve daha yakın olma) keşfettirilir.
Bu mer*tebede murakabe Zat’a yapılır. Zat’a yapılan murakabe nübüvvetin kemalinin kaynağıdır. Zâtın tecellîsinin dereceleri vardır. İlki nübüvvet kemâlâtıdır. Burada itibârları da araya katmadan zâtın murâkabesi yapılır. Burada feyzin geldiği yer, toprak unsuru latîfesidir. Kur’ân-ı Kerim okumak terakki hâsıl eder. Bâtın hâllerinin belirsizliği, anlatılamayan ve nasıl olduğu bilinemeyen hâller ele geçer. Devamlı olarak niyyet ve akideler kuvvetlenir. İstidlâli olan şeyler bedîhî olur. Kur’ân-ı Kerim’deki mukattaa harflerine ait sırlar, bu derecelere kavuşanlarda hâsıl olur.
Murakabe-i Zatiyye
Allah Teâlâ’nın ef’âl, sıfat ve zâtını kendisine layık olan şekilde düşünmektir. Diğer murakabelerin hepsini cem eder. Allah Teâlâ’ya hayran ve idraksizlik içinde bulunup, kulluğunun farkına varmaktır.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|