Velayeti Kübra Dairesinde Mertebei Ruhi Kül Zatı Baht Murakabei Gavsi Muhabbet
30. DERS:
VELÂYET-İ KÜBRÂ DAİRESİNDE MERTEBE-İ RÛH-İ KÜL ZÂT-I BAHT – MURAKABE-İ GAVS-İ MUHABBET
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’nın üstünde Velâyet-i Kübra Dairesinin Ruh-i Kül[62] Mertebesinde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Gavs-i Muhabbet’de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.
Murakabenin muhabbet üzere yapılması ile mahlûkatın Allah Teâlâ ile olan ilişkisinde yani kül’ün (her şeyin) özünde ve cevherinde bulunuşu ve bu hakikate ulaşmada sevginin esas olmasıdır.
Mertebe-i Ruh-u Küll Zât-ı Baht
Hakk ehli olan zatlar kendi hakikatlerinin Allah Teâlâ’nın zât-ı ile ayrılmaz bir bütün olarak müşahede ederek tevhid ve vahdet etmeleridir. Yani kulun ayrılıktan kurtulmasıdır.
VİLÂYET-İ ULYÂ (Velâyetin en yüce mertebesi)
Kısaca makamları tekrar hatırlamak gerekirse;
Velâyeti suğrâ: Büyük nebiler ve meleklerin dışında kalan velilere mahsus olarak görülen haller, Allah Teâlâ’nın isim ve sı*fatlarının gölgeleridir. Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarının görünüşü*nün gölgeleri olan bu mertebenin seyridir.
Velâyeti Kübrâ: Büyük nebîlere mahsus olarak görülen haller de Allah Teâlâ’nın esma ve sıfatları ile yine O’nun maksadına ait bir takım iradelerin görünüşüdür.
Velâyeti Ulyâ; Melâike-i Kiram’a ait olarak görülen hallere ki, bu haller taayyünâtın[63] parçalarıdır. Bu makamlara Unsurların Sey*ri adı verilmektedir. Toprağa bağlı unsurlar bu unsurlara dâhil de*ğildir.
Mürşid-i Kâmil, ihvana himmet ve merhamet murat edince, ona Velâyeti Kübra dairesi içerisinde yönelişte bulunur ve her daireye ait halleri ihvanın latifelerine himmetiyle doldurur.
Yine Mürşid-i Kâmil ihvanda Şerhi Sadr meydana gelmesi için yönelişte bulunur, ihvan bu himmet eseri yönelişle beyin faaliyetinin göğüsle yakın ilgisini görür. Bu himmetin eseri olarak göğsünde genişleme hali bulur. Bunun neti*cesi olarak da toprak, su, hava ve ateş gibi unsurları için ilâhî cez*beler (kendinden geçme) idrak eder. İşte bu cezbelerden de yücelme ve yükselmeler meydana gelir. Bu arada ihvana renkle ilgili güzel haller gelmeye devam eder. Batına müsemma olan zat’ında ihvanın fanî olması böylece kolaylaşır. Varlığı yok olur. Yüce makama eren ihvanın baka mertebesine ermesi kolaylaşır ye artık melâike-i kiram ile münasebetler meydana gelir.
Velâyeti Kübrâ’nın seyri Allah Teâlâ’nın “Zahir” ism-i şerifinde, Velâyeti Ulyâ’nın seyri ise, “Batın” ism-i şerifindedir.
Zahir ism-i şerifin seyrinde, Zat’a ait olan düşüncenin dışında, yalnız sıfat’a ait tecelliler vardır. Batın ismi şerifinin seyrinde ise, her ne kadar esma ve sıfatlara ait tecelliler meydana geliyorsa da, ba*zen de Zat’ının tecellisine şahit olunmaktadır.
Bazen temsili olarak ve evvelki tecellilere ilâveten ihvan bir su*ret keşfeder ve keşfettiği bu sureti dıştan görür. Fakat ihvanın gör*düğü bu sureti, Allah Teâlâ’nın esma ve sıfatları kaplar. Bu kap*layış, güneşin ışınları ile bir şeyi kaplayışı gibidir. İhvan bazen gördüğü bu sureti tecellî çizgisi olmadan görür. Böyle bir görüşte dahi, gördüğü suretin renkleri yine mükemmeldir. Suret üzerinde meydana gelen tecelli hatları böyle bir görüşte bilahare gizliliğe döner.
Velâyeti Ulyâ öz, Velâyet-i Kübrâ bu öz’ün kabuğu gibidir. Buna göre bir üstteki bir derecelerin bir alttaki derecelere nisbetle durumu da yine böyledir. Bir üstteki öz, bir alttaki, o özün kabuğu durumundadır.
Nübüvvet kemâlâtı için durum böyle değildir. Velâyet makamlarına nisbetle, nübüvvet makamları arasındaki münasebetler nebilerden başkası için tasavvuru bile mümkün olmayan şeylerdir. Onlar, Bâtın ism-i şerifi ile isimlenmiş Zât’ın murakabesini bu makamdan yaparlar.
Nübüvvet Velâyetinde feyzin kaynağı, toprak unsuru dışında ka*lan üç unsurdur. (su, hava ve ateş) Bu makamda lisanen yapılan zikir ve uzun kıyamlarla edâ edilen nafile namaz*lar yükselme vesilesidir. Yine bu makamda şerîatın ruhsat olarak saydığı şeylerle amel etmek doğru değildir. Belki, faydalı olabile*cek amel, şeriatta azimet olarak kabul edilen amellerdir. Bu husustaki inceliğe gelince: Ruhsatla amel etmek insanı insanlığın gereği olan nefsaniyyet yönüne çeker. Azimet olan şeyle*rin amel olarak yapılması ise, meleklik, hasleti ile bezenmesi ve melekliğe yaklaşmayı ortaya koyar. Ne zaman insanda melekliğe ait hizmetler fazlalaşırsa bu velâyet mertebesinden süratle daha yüce mertebelere yükselme kolaylaşır. Bu velâyette (Nübüvvet Velâyeti) meydana gelen sır, Tevhîd-i Vücûdî ve Tevhîd-i Şuhûdî sır*ları gibi, değildir. Tevhîd-i Vücûdî ve Tevhîdi Şûhûdî’nin sırlarını an*lamak ve anlatmak bir dereceye kadar mümkündür. Hâlbuki velâyetin (Nübüvvet Velâyetinin – Velâyeti Ülyâ’nın) sırları gizlenmeye daha lâyık olup, söz ve yazı ile ifadesi mümkün değildir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|