Velayeti Kübra Dairesinde Murakabei Ademiyyet
20. DERS:
VELÂYET-İ KÜBRÂ DAİRESİNDE MURAKABE-İ ÂDEMİYYET
Velâyet-i Kübrâ dairesi, Gavs’ı da içine alan üç dai*reden meydana gelir. Velâyet-i Kübrâ’ya mahsus bulunan bu üç dai*reden âlemi emirden olan beş letâifeye (kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ) mahsus bulunan dairelere kadar uzanır. Bu dairede yükselme yeri ve feyiz kaynağı beş lâtife ile birlikte, nefis lâtifesidir.
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’nın üstünde Velâyet-i Kübrâ Dairesinde kalbin karşılığı olan yerde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Ademiyyet’de bir süre karar edilir ve yeryüzüne inilir.
MURAKÂBE-İ ÂDEMİYET
Allah Teâlâ’nın güzel isimleri (Esmâu’l- Hüsna) zatları itibariyle âlemin varlığını gerektirirler. Bundan dolayı yüce Allah Teâlâ bu âlemi normal, düzgün bir beden olarak yarattı ve Âdem aleyhisselâmı da bu bedenin ruhu olmasını öngördü.
Âdem derken insanî âlemin varlığı kast edilir.
“Allah Teâlâ Âdem’e bütün isimleri öğretti.” [56] Çünkü bedeni yönetip yönlendiren, sahip olduğu güçler itibariyle ruhtur. Nitekim isimler İnsan-ı kâmil için güçler konumundadır. Bu yüzden “âlem büyük insandır” denilir. Ancak âlem, içinde insanın var olmasıyla bu niteliği kazanır. İnsan, ilâhî huzurun bir özetinden ibarettir. Allah Teâlâ’nın özel olarak ona suret vermesinin nedeni de budur.
Hadiste ” Allah Teâlâ Âdem’i kendi suretinde yarattı.”, bir rivayette “rahman’ın suretinde” denilmiştir. Allah Teâlâ onu âlemin gayesi olan öz/aynı kendisi kılmıştır. Tıpkı nefs-ı natıkanın (konuşan nefis) insan şahsının varlığının maksadı olması gibi. Bu nedenle kâmil insanın yok olmasıyla dünya harap olur ve insan ahirete taşındığı için de ümran/bayındır hayat ahiret yurduna intikal eder. Dolayısıyla insan maksat itibariyle ilk (evvel), varoluş itibariyle son (ahir), suret itibariyle açık (zahir) ve menzil itibariyle gizli (batın)dir.
İnsan Allah Teâlâ’nın kulu, âleminse rabbi (idarecisi)dir. Bu yüzden onu (Âdem’i/insanı) halife, soyunu da halifeler kılmıştır. Nitekim âlemde insandan başka hiçbir varlık rablık iddiasında bulunmamıştır. İnsanın bu iddiada bulunmasının nedeni de içinde bulunan bazı güçlerdir. Yine âlemde insandan başka hiçbir varlık kulluk vasfını nefsinde bu kadar sağlam bir yere oturtmamıştır. Varlıkların en düşük menzilinde bulunan taşlara, ağaçlara dahi kulluk etmiştir. Yani rabblığı itibariyle insandan daha aziz, kulluğu itibariyle insandan daha zelil bir varlık yoktur. İnsanın varlığıyla kast edilen husus budur. [57]
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|