Mertebei Zilali Esmai Sıfat Dairesi, Mutakabei Maiyyet ve Hüviyet Dersi
18. DERS:
MERTEBE-İ ZİLÂL-İ ESMA-İ SIFAT DAİRESİ:
Nefsi Nâtıka’nın arş-ı âlâ’daki aslı ve karşılığıdır.
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’da Nefsi Nâtıka’nın karşılığına gelen makamda bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne inilir.
Mertebe-i Zilâl-i[34] Esma-i Sıfat Dairesinin Murakabesi
Nefs-i natıkanın bedendeki makamı iki kaşın arasındadır. Ancak ihvan çalıştığında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Sidre-i Müntehâ’ya, oradan da imkân dâiresinin üstüne yükseldiği gibi, ihvânın ruhunun basîret gözü alnından sonsuzluğa doğru yükselir, imkân âleminin üstünden Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin Sidre-i Müntehâdan bakışı gibi kâinata bakar.
İşte o zaman sonsuz feyz deryasından, sağ kaşının üstünden; feyz ve letâif makamları denilen ahfâ, hafi, sır, rûh ve kalbe doğru beşerî bünyenin kaldıramayacağı kadar feyz akmağa başlar.
19. DERS:
MURAKABE-İ MA’İYYET VE HÜVİYET DERSİ
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’da zamansız ve mekânsız bir halde Murakabe-i Ma’iyyet dersini yapar. Daha sonra hali zuhur edince zamansız ve mekânsız halde bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra Murakabe-i Ma’iyyet bir süre kalır ve yeryüzüne inilir.
MURAKABE-İ MA’İYYET VE HÜVİYYET
Murakabede اِنَّ ٱللهُ مَعَنَا [35] âyet-i kerimesini ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Mekke’den hicret ederken sığındıkları Hira Mağarasında Ebû Bekir-i Sıddîk radiyallâhü anh Hazretlerine:
“Ya Ebû Bekir, mahzun olma Allah Teâlâ bizimledir” buyur*duğu hadis-i şerifini düşünerek Allah Teâlâ’nın her an bizim*le beraber oluşunun tecellî sırlarına mazhar olmak İçin ma’iyyet der*si olan tevhidin sırrına ermektir.
Bu dersin gayesi varlığın Allah Teâlâ ile oluşudur. Allah Teâlâ’dan başka varlıklar müstakil bir varlık değildir. Yalnız müstakil varlık vâcîbul vücûd olan Allah Teâlâ’nın varlığıdır.
Çünkü kâinat yokken Allah Teâlâ var idi. O yokken bir zerrenin varlığını dahi düşünmek mümkün değildir. Bu varlık yok olacak olsaydı O’nun varlığı hüviyeti asla değişmez olduğunu bilmektir. Bu sır ve perdelerinin kalkması için mai’yyet ve hüviyet murakabe dersi olur.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|