Tecellii Şuunatı Sıfatı Selbiyye Dairesi
16. DERS:
TECELLİ-İ ŞUÛNÂTI SIFAT-I SELBİYYE DAİRESİ
İsa aleyhisselâmın tahtında ve Hafî’nin arş-ı âlâ’daki aslı ve karşılığıdır.
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’da hafî’nin karşılığına gelen makamda bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne inilir.
Tecell-i Sıfat-ı Selbiyye Murakabesi
“…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.’’ [32] âyet-i celîlesinin manâsını murâkebesinde tefekkür eder.
İhvân bu makamda şaşkınlıklar ve hayretler içerisinde, Allah Teâlâ’nın sıfatlarıyla diğer varlıkların sıfatlan arasında hiç benzerlik olmadığını, gerçek manâda idrâk eder.
İnsan görür, Allah Teâlâ’nın da görme sıfatı vardır. Ama bunlar birbirlerine hiç benzemezler; İnsan bir tarafa bakarken meş*gul olduğu için, diğer yönleri göremez. Allah Teâlâ’nın görmesi ise, böyle değildir. O her şeyi bir anda ve birbirine karıştırma*dan görür.
Allah Teâlâ’nın işitmesi de bizim gibi değildir. Bizi, din*lediğimiz herhangi bir ses meşgul eder, diğerini duymaya veya id*râk etmeye gücümüz yetmez. Allah Teâlâ’nın duyması ise böyle değildir. O, bütün sedaları birbirine karıştırmadan, bir anda dinler. Allah Teâlâ’nın bütün sıfatları bu misâllerde belirtil*diği gibi şümullüdür.
İhvân, bu makamda, bu düşünce ile Allah Teâlâ’yı tefekkür edînce, Allah Teâlâ’nın sıfatlarıyla, kendi arasındaki cehalet bulutları yavaş yavaş dağılmaya başlayarak Allah Teâlâ’nın zâtında benzeri olmadığı gibi, sıfatlarında da benzeri olmadı*ğının hakikati, kalbinde yerleşir.
Bu makamda zuhur eden nûr siyah bir renktedir. Çünkü kul ya*şadığı karanlıklar ve hayranlıklar içerisinden kurtulması için yine zikrullaha muhtaçtır.
Bu makam Hz. İsa aleyhisselâmın kâdem-i şerifi altındadır. Yani bu makamda hakkıyla Allah Teâlâ’yı zikreden Hz. İsa aleyhisselâmdır. Hz. İsâ aleyhisselâmın bu makamda mazhar olduğu haller, bu makama yükselen in*sanlarda da zuhur edebilir.
İhvân bu makamlardan yükselirken mevlâsını sıfatlarıyla tanıyıp hakkıyla zikretmeye başlar. Mevlâsını hakkıyla zikredince, Rabbi de onu sever, o da mevlasının muhabbet cezbelerine kapılır. Çünkü Allah Teâlâ kulunu sevince kul da o muhabbet cezbeleri ile Allah Teâlâ’ya doğru yaklaşır. Kafesteki bülbüller gibi, Allah Teâlâ’nın varlığını azamet ve kudretini tefekkür ederek zikretmeğe başlayınca, ihvânın ruhu mânevi zevklerin merkezi hâli*ne gelir.
Kul (zakir) kalbine yerleştirdiği ve sığındığı diğer ilâhları terk ederek gerçek Mevlâsına teveccüh eder. Dünyanın süslenmiş, yal*dızlanmış malı, mülkü, makamı, mevki’si ve aile yuvası Rabbi’yle arasına girerek onu Rabb’inden ayıramaz. Artık kulun mi’râç gece*si yaklaşır. Rûh mi’râç etmek, mevlâsına kavuşmak için bütün gü*cünü kullanmaya azim ve gayret sarf etmeye karar verir.
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz mi’râç gecesinde muhabbet cezbeleri ile yanıp kavrulmuş olarak Beytullahın karşısında hâzin hâzin beklediği gibi; kul da Rabb’ul İzzetin muhabbet kapısında kalbi muhâbbetullahla pişmiş, kebap olmuş bir şekilde, imkânsız*lıklar içerisinde beklemeğe başlar.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sabırsızlık ve imkânsızlıklar içerisinde beklerken Cebrail aleyhisselâm geldi. Burağı getirdi ve:
“Sevdiğin, gerçek manâda dostun olan Allah Teâlâ seni davet ediyor. Kalk Burağ’a bin,” dediği an Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz yola çıktığı gibi, etrafındakileri görmek için sağa sola başını çevirmeyip Kâbe-i Muazzama’dan Mescidi Aksâ’ya doğru giderken sağına ve soluna değişik varlıklar geldi canlandı, ağladılar, güldüler, süslendiler ve: “Ne olur lütfet ve bize bak,” dediler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ise ba*şını hiç bir tarafa çevirmeden maksuduna ulaşmak için yoluna de*vam ettiği gibi; ihvâna da Allah Teâlâ’nın yardımı yetişir ve Mevlâsı ona bir dostunu, mürşid olarak gönderir. O mürşid Cebrail aleyhisselâm gi*bi, ihvâna hizmetçi olur ve ihvâna kendisini Hakk’a ulaştıracak en kısa yolu gösterir. İhvân; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Mescidi Aksa’da bü*tün enbiyâların ervâhlarıyla buluştuğu gibi, bu makamdaki ihvânda enbiyâların ve evliyâullahın ervâhıyla buluşur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Mekke’den Mescidi Aksâ’ya kadar Bu*rak üzerinde, Mescidi Aksâ’dan Sidre-i Müntehâ’ya kadar değişik vasıtalarla giderken Cebrail aleyhisselâmın ona rehberlik ettiği gibi; ihvânın da bu yolculuğu tamamlayabilmesi için bir yol göstericiye, mürşide ihtiyacı vardır.
İhvân; hâfî makamında beden vasıtasını bırakır, mürşidin yerini de muhabbeti ilâhi alır. Sevgililer sevgilisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem rûh yolculuğu yapma kemâlâtına erince ihvâna bir sonraki verilir.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|