Tecellii Şuunatı Zatiyye Dairesi
15. DERS:
TECELLİ-İ ŞUÛNÂT-I ZÂTİYYE[28] DAİRESİ
Musa aleyhisselam tahtında ve Sır’ın arş-ı âlâ’daki aslı ve karşılığıdır.
Hediyeden sonra “İlâhi Ya Rabbî, hazine-i gaybi ilahiyenden füyüzat ve rahmeti ilahiyeni ve şanı ilmi cami’ olan şuunatı rahmeti ilahiyyeni Fahri âlem Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin ruhaniyetine inzal ve irsal buyurmanı;
Andan Hazreti İsa, Musa, İbrahim, Nuh ve Âdem aleyhimüsselamın ruhaniyetlerine, andan Ebubekir Sıddık Efendimizin ruhaniyetine, andan cümle şeyhlerimizin ruhaniyetlerine, andan şimdiki şeyh efendimizin letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarına ve andan benim letâif, nefsi natıka, cem’i cevârih ve âzalarıma inzal ve irsal buyur, Ya Rabbî” der.
Hediye, feyz talebi ve rabıta yeryüzünde yapıldıktan sonra şeyh efendimizin ruhaniyetine sığınarak ve bürünerek ders halinde olduğun yerde kalbinden ruha geç, sırra geç hafiye geç, ahfâ’ya geç, nefsi natıkaya geç, nefsi natıkadan sonra soldan sağa doğru dönerek cami minaresine çıkar gibi bir kuş uçar misali semaya doğru döne döne çık. Yedinci kat sema, fezâ-i tevhid meydanını geçerek arş-ı âlâ’da sırrın karşılığına gelen makamda bin defa lisanen ve kalben gizli sesle “lâilahe illa’llah”ı zikreder. Her yüz başında bir defada “La ilâhe illa’llah Muhammedün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem diyerek zikir yapar. Sonra murakabesi îfa edilir ve yeryüzüne inilir.
Tecell-i Şuûnât-ı Zâtiyyenin Murakabesi
“…O’nun zâtından başka her şey helak olacaktır…” [29] âyet-i celîlesinin manâsını murâkebesinde tefekkür eder.
Bu makam Hz. Mûsâ aleyhisselâmın aleyhisselâmın kâdem-i şeriflerinin[30] altındadır. Ya*ni bu makam Hz. Musa’nın aleyhisselâmın adım attığı bir makamdır. Cenâb-ı Allah Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabb’i onunla ko*nuşunca “Rabb’im! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (Rabb’i): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o ye*rinde durabilirse sen de beni göreceksin!” buyurdu. Rabb’i o dağa tecellî edince onu paramparça etti, Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca dedi ki. Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” [31] Buyurmaktadır.
Nasıl ki Hz. Mûsâ aleyhisselâm âyet-i kerimede beyân edildiği üzere “Ya Rab! zâtını bana göster, seni göreyim” deyince Allah Teâlâ “Beni fâni gözlerinle göremezsin; dağa bak, dağı görürsen, beni de görürsün.” der. Hz. Mûsâ aleyhisselâm dağa bakınca, nazarından her şey kayboldu. Çünkü tecellî-i ilâhinin karşısında bütün âlemler bir zer*re kadar olmadığı için, tecellî-i irâde zuhur edînce, bütün varlıklar kendi küçüklüğünü idrâk ederler.
Kul, bu büyüklük karşısında zerre misâli olan kâinatında idrâk edilemeyecek zerreler, parçacıklar hâline geldiğini anlayınca, her Şey ona yok hâlinde görülür. Yıldızlar geceleyin görülür, ama güneş doğunca görünmez hâle geldikleri gibi, bu makama yükselen insan*larda tecellî-i ilâhî nuru altında iken var olanlar, yok hâline gelirler ve “fenâfillâh” denilen makam zuhur eder.
İhvân, bu makamda bütün zerrelerle Allah Teâlâ’yı zikretmeğe başlar ve her şeyin sıfât-ı ilâhî içerisinde mahvolduğunu id*râk eder.
Artık ihvân, büyük bir hayranlık içerisinde seyrettiği zerrelerin zikir zevklerinin idrâkıyla Allah Teâlâ’yı zikreder. Bu zevk sarhoşluğundan ayılınca Hz. Musa aleyhisselâmın kendine geldiğinde yaptığı gibi, Cenâb-ı Hakkı müşahede ederek, Allah Teâlâ’nın zât-ı ilâhîsinin sonsuz ve sınırsız olduğunu gerçek manada id*râk edip; Hz. Musa’nın aleyhisselâmın:
“Ya Rab, ben tevbe ettim, senin varlı*ğının hakikatini gözler ihata edemez, görmenin sınırı içine alamaz olduğuna ben iman ettim.” dediği gibi kul da Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarının sınırsız olduğunu idrâk etmeğe başlar.
Sonsuz bir zikir ile Allah Teâlâ’yı zikreden kul, hayran*lıklar içerisinde kalır. Kul bu makamda; Hz Musa’nın aleyhisselâmın Medyen’den gelirken çölde yolunu kaybedip soğuk bir havuda kurtulu*şu için bir yol veya yol gösterecek olan birisini ararken, uzaktan kendisine bir ışık görüldüğü gibi zikir ehli olan sâlikde de lutf-u ilâ*hi olarak, ilâhi tecellîler zuhur etmeye başlayabilir. Bu tecellîyâtın nereden, nasıl olacağını tesbit etmek mümkün olmaz.
Hz. Mûsâ aleyhisselâm etrafa bakarken ailesine, “Bana bir ışık görünü*yor, ben oradan ya biraz ateş alıp buraya gelirim, ateş yakar sizi ısı*tırım veya yol gösteren birisini bulurum.” deyip ışığa doğru gider*ken; ışık da ondan uzaklaşıyordu. Nihâyet ışık bir ağaçtan ona gö*rünür ve kendisine “ben senin Rabb’ınım” der. Bu hitapla Hz. Mû*sâ aleyhisselâm ilâhi kelâmın tecellîsine mazhar olduğu gibi, bu makamda*ki ihvân de manevî zevkin muhabbet cezbelerinin hayranlıkları içe*risindeyken, Allah Teâlâ hakikatlerin yüzünden perdeleri kaldırır ve hakkı hak olarak, bâtılı da bâtıl olarak görmeyi ona na*sip eder.
Hz. Musa aleyhisselâmnın Rabb’ıyla yaptığı bu konuşmanın ardından Fır’avun’a davetçi olarak gönderildiği gibi, ihvân de hakikatleri nefsine tebliğ etmek üzere bir mücadeleye bir davete başlamış olur.
Bu mücadelede insan ruhu şahit olduğu hayranlıklar içerisinde mücadelesini sürdürürken ay ve güneşi bulutların kapattığı gibi hakikatlerin üzerini de dalâlet ve şaşkınlık bulutları gelir kaplar.
Bu durumdaki kulun keşf-i hakikiye geçmesi için mevlâsını çok zikretmeye ihtiyacı vardır. Kul Cenâb-ı Hak’kın sıfât-ı selbiyelerinin tecellîsine mazhar olamayınca hakikatin yüzündeki cehalet bu*lutlarının uzaklaşması mümkün değildir. Bu bulutların dağılması bir sonraki derste olur.
__________________
“gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim.”
|