bir gün bir çoban padişahın kızına aşık olmuş. aşkından deliye dönen çoban ne yapacağını bilmez ibr halde gezinirken döneminde alim bir zatta baş vurmuş. kendi helini alim zaata anlatan çobana anlatan çobana zaat, "biz sevdiğimizin adını zikrederiz her dem. var git sende sevdiğinin ismini zikret," demiş bu tavsiyeyi alan çoban varmış kulübesine kapatmış kapısını başlamış padişahın kızının adını zikretmeye. aradan bir ay kadar bir zaman geçtikten sonra padişahın kızında bir haldir baş göstermiş. daha önce hiç tanımadığı çobanla evlenmek istediğini babasına bildirmiş. babası her ne kadar olmaz dediysede dinletememiş. bakmış padişah iş olacak gibi değil, toplamış tüm mahiyetini, "varalım bulalım şu çobanı," demiş. çobanı bulup ta içeri girdiklerinde padişah, "ben ülkenin padişahıyım. kızım illede seninle evlenmek istediğini söyler. kızımı seninle evlendirmek isterim, ne dersin?" diye sormuş, çoban da bu defa, "Yok! ben istemem," demiş. "Neden?" diye kendisine sorulunca, "Ben onun adını kırk gün zikrettim. bana koca ülkenin padişahı kızını evlendirmek için geldi. bunu da bana bir alim söyledi. eğer ben beni yaradanın adını zikretseydim kim bilir bana neler verirdi... bu yüzden evlenmek istemem," demiş.
herkesi almış bir görme sevdası. onu göreyim bunu göreyim... gidiyor da gidiyor. peki ben sorayım görünce ne olacak? zenginlik mi lazım, kudret mi zalım? unutmayalım ki bizim istememiz gereken kapı yalnız rabbimizin kapısı. diyer tüm hususlar sadece rabbimizin bize nasip edeceği nimet için ancak bir vesile olabilir.
|