devamı ;
Nur Külliyat'ında bu meşrebin “salih” olduğu, mensuplarının da "ehass-ı havas" oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir.
“Hulefa-i râşidinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarihen görünmüyor.”
denilerek, bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığı vurgulanır.
Ne sahabeler, ne mezhep imamları ne de asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmişlerdir. Onlar bütün gayretlerini "nübüvvet vazifesi" dediğimiz, insanları irşat etme, ikaz etme, hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişlerdir. Bu kutsî vazife ise istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilir. Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de
“Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın.”
buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını beyan etmiş bulunuyor.
|