Telepatik Sistem Akışı
Telepati sık sık “mucizevi”, “paranormal” ve kesinlikle de “kural dışı” olarak yargılanmıştır. Sırf görünürdeki “acayipliği” nedeniyle, ateşli şüpheciler telepati raporlarının gerçek deneyimler naklettiği ihtimalini bertaraf edecek ve hem bu fenomene dahil olanları hem de bu fenomeni inceleyenleri “aptalca” demeseler de “bilimsel değil” diye damgalayacaklardır. Örneğin, The Journal of Personality and Social Psychology (Kişilik ve Toplumsal Psikoloji Dergisi) herhangi bir “parapsikolojik içeriği” olan makaleleri gözden geçirmeyi reddetmektedir.
Bu makale telepatinin “gerçek” olduğunu tartışmamakta; bunun yerine, telepatinin bilim adamları ve kamuoyunun doğal olarak kabul ettiği diğer toplumsal psikolojik fenomenler kadar gerçek olduğunu ve nihayetinde telepatinin nereye kadar indirgenebileceğini göstermek gibi daha mütevazı bir amaç taşımaktadır. Algılanan acayiplik, gerçeğin araştırılmasını belirleyen bir faktör olmamalıdır; bizler bir yandan karizma ve bir başkasının duygularını anlayabilme (empati) gibi bir şeyi gerçek olarak kabul ederiz, ki aslında bunlar genel olarak kabul edildiklerinden daha gariptirler, öte yandan telepati ise, rasyonel olarak incelendiğinde bazılarının umduğundan daha az gariptir. Eğer teklif edilen model doğruysa, telepati ancak bu diğer kabullenilmiş şeylerle birlikte göz ardı edilmelidir.
Şüphecilerin Meydan Okuyuşu
Paranormal olarak farz edilen fenomenin gerçekliği hakkındaki şüphecilik, David Hume’un “mucizeyi” olana karşı aldığı tavrı benimseme eğilimindedir: “Hiçbir kanıt; sahteliği, meydana getirmeye çalıştığı gerçekten daha mucizeyi olmadıkça, bir mucizeyi saptamak için yeterli değildir.”
G.Price, sadece bu taktiği kabul etmektedir ve “parapsikologların bulgularının yazım sırasında oluşan veya istatistiki hatalara ve kasıtlı olmayan duyusal ipuçlarına bağlı olduğu ve açıkça izah edilemeyen ekstra şanslı sonuçların kasıtlı hilelere veya biraz da anormal zihinsel koşullara bağlı olduğu” sonucuna varmıştır. Onun bu tutumu, Davies’in şu gözleminin aşırı bir hali gibidir: “[Bilim adamları açısından] en güvenilmeyen birey sokaktaki adamdır; kendisine açıklanabilen her şeyi objektif biçimde gözlemleyebilme ama açıklanamayan şeyleri hayal etme becerisi atfedilmiştir.” Price, doğanın alt üst olması yerine şahitlerin (şuurlu veya şuursuz olarak> yalan söylüyor olmasını daha mümkün görmektedir; daha doğrusu, aksi takdirde kendi tabiat anlayışı yarım olacaktır.
Price, anlaşılan o ki, parapsikolojideki laboratuar çalışmasını ıskartaya çıkararak, parapsikolojiyi ortadan kaldırmaktadır. Price, parapsikologların da birçoğu gibi, parapsikolojideki gerçekten önemli verilerin, bu disiplinin yapısı gereği, laboratuardan değil yaka raporlarından geldiğini unutmaktadır. Laboratuar çalışması, günlük yaşamda rapor edilen deneyimleri yeniden yaratma ve kontrol etme çabasıdır, bir tepkidir. İlkini ortadan kaldırdığınızda, ikincisinin ortaya koyduğu geçerli sorular ortada kalakalırlar.
Birçok toplumbilimci Hume’un kriterlerini bu raporlara uyguladığında, Price’ınkinin aksi bir sonuca varacak gibidir. Bu gibi olayları rapor edenlerin aslında ahmak, zihnen hasta veya aşağılık kişiler olduğu varsayımı yerine, psi deneyimlerini açıklamalarını teşvik eden bir şeylerin olduğu sonucuna varmak daha mantıklıdır; kadınların ve erkeklerin sürekli olarak kendi deneyimleri hakkında diğerlerini ve kendilerini aldattıkları varsayımı yerine, bizim tabiat anlayışımızın eksik olması daha muhtemel görünmektedir. En azından, onların bağımsız gerçekliklerine yönelik sorular ertelenmiş olsa bile, fenomenin sosyal gerçekliği kabul edilmeli veya üstünde çalışılmalıdır.
Sağlam karşıt delillerin olmadığı durumlarda, parapsikolojik yaka raporlarının özünde, bireylerin belirli kelimeleri kullanarak dürüstçe aktarmaya çabaladığı etkileyici ve özgün bir deneyimin olduğu sonucuna varmalıyız. Yani aktarılan deneyimler yeterince gerçektir ve onların açıklanışı, insanoğlunun dünya üstünde yaşadıklarını inceleyen araştırma dallarının öğrencileri için yasal bir problem teşkil etmektedir.
Parapsikolojinin ödevi basitçe şöyle ifade edilebilir: Rapor edilen, görünüşte olmuyor olması gereken ve böylece “kural dışı” veya “paranormal” olarak adlandırılan bu deneyimleri anlamlandırmaktır. Bu görev şimdiye kadar farkına varılmayan süreçlerin keşfedilmesini ve birleştirilmesini icap ettirebilir. Cevapların, bizim zaten belirlediğimiz ama değerinin altında paha biçtiğimiz süreçlerin yeniden gözden geçirilmesinde yatıyor olması daha da muhtemeldir. Bu makale, bizim “telepatik diye adlandırdığımız olayların karizma ve/veya bir başkasının duygularını anlama tarzındaki sosyal psikolojik süreçlerin uç örnekleri olduğunu önermektedir ve böylece bunların ikisi de bizim normal olarak kabul ettiğimiz ve tartıştığımız diğer fenomenler kadar gerçek olmaktadırlar.
Telepati
Telepati ilk olarak ve en iyi şekilde 1882’de F.W.H. Myers tarafından “kabul edilen duyu kanalları olmadan düşüncenin nakledilmesi” diye tarif edilmiştir. Daha yakın zamanlardaki açıklamalar telepatiyi “...şimdilik bilinen fiziksel veya biyolojik mekanizmaların terimleriyle açıklanamayan kural dışı bilgi veya enerji aktarma süreci” olarak sınıflandırmıştır; bu da, kolektif olarak “psi” terimiyle açıklanmaktadır. İlk olarak, Myers telepatiyi pozitif bir olay olarak tarif etmektedir; bize telepatinin ne olduğunu söylemektedir. Kural dışı olaylardaki terimlerin açıklamaları bize telepatinin ne olmadığını söylemektedir, çünkü o şimdilik açıklanabilir değildir. Ama bu durum, günün birinde değişebilir, o noktadan itibaren de, bir bilim dalının odağındaki fenomen için açıklayıcı bir kriter olarak uygun olmayacaktır.
Bertrand Russel, felsefeyi tanımlayan şeyin sadece bu negatif tanımlama olduğunu iddia ediyor: “Kesin cevapları olan sorular zaten bilime yerleştirilmişlerken, şimdilik kesin cevap verilemeyenler ise felsefe denilen şeyden arta kalan şeyi şekillendirmek için kullanılır.” Tıpkı, amacı sonunda kendini her kural dışılıktan arındırmak olan parapsikoloji gibi, “herhangi bir konuyla ilgili kesin bilgi muhtemel hale geldiğinde, bu konuya felsefe denmesi sona erer ve o, ayrı bir bilim dalı haline gelir”. Bu bakış açısına göre, en azından parapsikologlar, disiplinlerini bir bilim yerine bir felsefe olarak inşa ederlerken potansiyel olarak kendilerine zarar vermektedirler.
Muhtemelen daha da kötüsü, “kural dışı olaylara” ait standartların parapsikolojiyi teolojinin bir alt dalı haline getirebilecek olmasıdır. Antropolog Raymond Firth, mucizenin tanım olarak “doğanın olağan süreçlerinin dışında kalan bir olay olduğunu, sürekli olmadığı ve fiziksel prensiplerle açıklanamadığı için dikkate değer olduğunu” iddia etmektedir. Eğer parapsikoloji mucizenin incelenmesi bilimi ise, açıkçası kendini dini tezin karşısına yerleştirmektedir. Böylece Firth psikologların önceden bilme ve duyular dışı algılamalar üzerindeki son çalışmalarının bilimsel ilgiden ziyade dinsel yönünden dolayı ilgi çektiğini” varsayımında bulunabilir. Öte yandan, parapsikolojinin bu fenomenleri “mucizeyi değildir” biçiminde açıklamayı hedeflemesi ise, temelde din karşıtı bir gayret olarak görülebilir. Bu birçok bilimsel tez için geçerli olsa da, bu durum genelde kasıtlı biçimde meydana gelmemektedir.
İkinci itiraz daha önemlidir. Alternatif açıklama “fiziksel veya biyolojik mekanizmaların” terimleriyle konuşmaktadır. Bunların, telepatinin en verimli biçimde iyice incelenebileceği uygun tabir veya modeller olup olmadığı net değildir. Bu açıklamada ve onun ilham ettiği çalışmada, insan iletişimi olayı ile ilgili olarak bir yerine oturmuşluğun eksikliği sırıtmaktadır; bu açıklamada toplumsal veya psikolojik değişkenler hakkında hiçbir ima yoktur. Parapsikolojideki fizik-kıskançlığı bu sahada yaygındır ve muhtemelen, problemin yeniden kavramlaştırılmasındaki hamleyi bloke eden en büyük engellerden biridir.
Karşıt eğilimlerden biri de Schmeidler tarafından önerilmiştir. Schmeidler, - psi’nin psikolojik bir süreç olduğunu ve bundan dolayı da diğer psikolojik süreçler gibi işlediğini” ama ne kendisinin “ne de başka birinin bunun doğru olduğunu bulmak için sistematik bir çaba göstermediğini” kabul etmektedir. Aslında burada rehberlik eden hüküm, Schmeidler’in pek üstünde durmadığı “normal ve paranormal fonksiyonlar o kadar benzerdir ki, psikolojik süreçleri öğrenmek parapsikolojik süreçler hakkında kullanışlı bilgiler verecektir” tarzındaki önerisi olmalıydı. Bunlar, aslında “aynı” alamazlar mı? Muhtemelen, bizi daha olağan psikolojik oluşumlardaki genetik bir ilişkiyi görmekten alıkoyan, sadece bu acayip olayları teşvik eden güçlü fenomenler olmuştur. Kişi ancak bu olasılık tüketildikten sonra daha garip açıklayıcı tasarılara başvurmalıdır.
Bu makale, Schmeidler’in telepati gibi psi fenomenlerinin mekanik değil psikolojik olduğu kabulünü paylaşmaktadır. Böylece, telepatiyi başarıyla modellendirmek için uygun tezler maddi bilimlerden değil, sosyal ve psikolojik disiplinlerden gelecektir.
Karizmatik Etken ve Bir
Başkasının Duygularını Anlayabilen Alıcı
Bu bölüm telepatinin; empati, yani bir başkasının duygularını anlayabilme ve karizma diye bilinen sosyal psikolojik süreçlerden sayılabileceği tezini desteklemektedir. Bu, kendini ilk olarak yaka raporlarını belgelemek için kullanılan dilin karşılaştırılması vasıtasıyla sunan bir olasılıktır.
Antropolog Dan Sperber “insan iletişiminin genelde başardığı şey sadece iletişimci ve dinleyicinin düşünceleri arasındaki benzeyişin bir derecesidir” der. Karizma, empati ve telepati; bunların her birini katılımcıların zihin yapılarının birbirine yaklaşmasını içine alan bir iletişim süreci ve bu yolla da duygusal tonların kişiler arasında paylaşılması olarak karakterize eden dilde yüzeysel bir benzerliği paylaşmaktadırlar.
Friedman, Riggio ve Casella telepatiyi etkili bir şekilde “arzu ve duygularla iletişim kurmayı içine alabilen ve böylece diğerlerine ilham veren dramatik yetenek” diye tanımlamaktadırlar; Lindholm ise “karizmatik olanların şiddetli duygusal halinin izleyicilere kendiliğinden nakledildiğini” önermektedir.
Diğer taraftan, empati “bir kimsenin kendisini imajinatif olarak bir başka kişinin düşüncesine, duygusuna ve fiillerine doğru oturtması ve böylece dünyayı o diğer kişi gibi yapılandırmasıdır”; bu öyle bir şekilde yapılmaktadır ki alıcı gerçekten de diğer kişinin duygularını ve düşüncelerini deneyimler hale gelir”. Bir başkasının duygularını anlayabilme deneyiminin özü hür-ilişkilendirme veya ben-diğerleri tarzındaki bağları, diğer kişiye gelen uyaranların benlik tarafından deneyimlenecek şekilde gevşetmektir”.
Karizma ile empati arasındaki tam ilişki daha çok açıklamayı gerektirmektedir. “Zihinsel bulaşma” empati veya karizmanın örnekleri de olabilir; “Biz hepimiz diğer insanların duygularıyla hareket ettirilmekteyiz!... Öğretmen, sınıfında kötü bir tesir yaratan öğrencisinden yakınır... Psikiyatrist.., bulaşıcı kitle psikozlarını tarif eder.” Lindholm, karizmatik kişiliklerin prototipsel örneklerini tarif ederken (Adolf Hitler, Charles Manson ve Jim Jones>, onlara aynı zamanda sıra dışı empati dereceleri de atfetmektedir. Bu durum, bu kişilerin iki bağımsız yeteneğin kesişme noktasında oldukları (örneğin, Cunningham, “iyi bir göndericinin her koşulda diğerlerinin sözsüz iletişimini almakta çok zayıf olduğunu bulmuştur) veya bu iki yeteneğin farklı ama ayrılamaz olduğu anlamına mı gelir? Karizmatik lider ve takipçilerini “birbirlerinin duygularını anlayan bir birleşmede birbirlerine dolanmış” oldukları biçimindeki tarifinin teorik olarak ima ettikleri nelerdir?
Bu makalenin amacı gereği, karizma, bireysel aktörler için doğuştan gelen bir nitelik olarak anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, başka araştırmacılar karizmayı algılanandan ziyade algılayıcıların ümitsizlik veya değer kıtlığı, yabancılaşma, sıkıntı veya şahsiyet çözülmesi kabiliyetlerinin (Ludwig, 1983) kendilerine ait bir vasfı olarak tanımlamaktadırlar. Kluckhohn, Zuni Kızılderilileri arasında yaygın olduğu gibi, dağınık çocukluk bağlılıkları olan bireylerin “Hitler tipindeki liderlere özel olarak dirençli olduklarını” bulmuştur. Eğer karizma gerçekten bir faaliyet değil de sadece bir faaliyetin vasfıysa, o zaman karizma, sonucu tefrik edilemez hale gelinceye dek empatiye indirgenebilir gibi görünmektedir. Öte yandan eğer karizma, karizmatik olan kimsenin bir vasfıysa empatiyi meydana getirenlerde de aynı değişkenlerin bulunduğu ama onların farklı biçimde birbirlerini etkiledikleri yorumu akla daha uygun görünmektedir. Her durumda da, karizma ve empati görünüşte özdeş veya en azından özdeş ama farklı unsurlarla birbirlerini etkilemektedirler.
Empati ve karizma, telepatik deneyimlerin ortak anlatımlarıyla birlikte güçlü tanımsal örtüşmeleri açığa vurmaktadırlar. Aslında, Weber karizmayı orijinal olarak kavramlaştırırken, telepatiyi bu tanıma karizmanın bileşiklerini meydana getiren “sıra dışı güçlerden biri olarak dahil etmişti. Lindholm, Charles Manson çetesinden Susan Atkins’in “kendisi bazı takipçileri idare etme görevine atandığında, tıpkı Charles Manson gibi, onların düşüncelerini okuyabildiği ve onları idare edebildiği” iddiasını nakletmektedir. Böyle tanımlamalar, karizmanın telepatiyle ilişkilendirilebileceği fikrini ilk bakışta akla yatkın bir hale getirmektedirler.
Benzer şekilde, Strayer’ın yukarda empati tanımı, psişik karşılıklı etkileşimlerin aşağıdaki analizi gibi görünmektedir: “Psişikler, sık sık, bir müşteriyi ‘okumanın’ kolay olduğu, bunun o müşteriyle ‘bir hale gelmek’ meselesi olduğu ve sonra da ‘kendilerini okumak’ olduğu yorumunu yapmışlardır. 0 zaman, psişiklerin yaptığı şey edebi veya mecazi olarak benlik bağlarının ‘erimesine izin verme’ yeteneği olarak saptanabilir.”
Wagenfeld de “birbirine yaklaşma”ya dikkat etmişti: ‘Empati ve telepatiyle ilgili bu görüşlerin birçoğu eşanlamlı olmaya böylesine yaklaşsa da, muhtemelen telepati, empatinin en şiddetli tipidir.” Stet ise karşılıklı ipnozdan geçen iki süjenin deneyimini tarif ederken onların “birbirlerinin deneyimlerine karşı büyük bir hassasiyet ve anlayış gösterdiklerini (ama bunun illa ki bir kabul olmadığını) rapor ediyor. Sonraki konuşmalar süjelerin birbirlerine karşı telepatik görünen çok fazla bir uyumluluk hissettiklerini açığa çıkarmıştır...” Benzer örnekler, özellikle psikoanalitik literatürde boldur. Bizim modelimiz için esas oluşturan, başarılı empati bağlantılarının, sıklıkla taraflar arasındaki benzerliğin bir fonksiyonu olduğu yolundaki tekrarlanan bir gözlem de vardır.
Demek ki, iddia edilen telepatik fenomenin detaylarını hikaye etmek için kullanılan ve de karizma ve empatinin her ikisini de karakterize eden tanımlayıcı dilin örtüştüğü bir düzey mevcuttur. Bu metot “muhtemel dünya modeli” diye adlandırılmıştır; dilsel teori sınırları içinde bir analiz metodunu da akla getirmektedir. Muhtemel dünya modelinde, taraflar kanıksanabilecek iletişimsel açıdan ilişkili gerçeklik önerileri üstünde fikir birliğine vardıklarında, başarılı iletişim sağlanır. Ne kadar fazla önerme paylaşıldıysa, bu değiş- tokuş o kadar başarılı olmuştur. Karniol, paylaşılan önermeler fikrini sadece olaylara dayanan (veya beyan edici) bilgiyi değil ama aynı zamanda gerçekleri ve inançları ustalıkla idare etmek ve kanıtsız kabul ettirmek üzere kullanılan prosedürel bilgiyi de içine alacak şekilde genişletmiştir.
Bu önermelerdeki farklılıkların her bir bileşimi, o konuşma için husus) bir muhtemel dünyayı tanımlamaktadır. Bütün önermelerin özdeş olduğu bu tek muhtemel dünyayı paylaşmak, kelimenin tam anlamıyla “tek bir zihin olmaktır”. Açıkçası, böylesine bir eşzamanlılık aşırı nadir görülür ve asla sürdürülemez. Daha tipik bir örnek ise, benzerliğin göreceli derecelerinden biridir. Crapanzano etnografik saha çalışanlarının, paylaşılmış gerçeklik Önermelerini, diğer kültürlerden olan kişilerle etkileşime girdiklerinde nasıl birleşik gerçeklik biçiminde düzenleyip, bir uzlaşma zemini bulmaları gerektiğini tarif eder.
Karizma ve empati, muhtemel dünya modeli açısından bakıldıklarında, birbirine yaklaşan önermeleri sağlama mekanizmalarıdırlar ve fenomensel olarak güçlü olaylarla meydana geldiklerinde telepati olarak adlandırılırlar.
Karizma bir kimsenin kendi önermelerini diğerine empoze ettiği süreç olurken, öte yandan empati ise kişinin kendi önermelerini isteyerek bir yana bırakıp başka birinin önermelerini içselleştirmesi süreci olacaktır. Telepati, karizma ve empatinin ikili süreçleri yoluyla elde edilen, o anda katılımcıların zihninin dışında olacak kadar sıra dışı bir derecede olup da daha sıradan empatik veya karizmatik bağlantılarda mevcut çok az şeyi veya hiçbir şeyi içermeyen bir önerme yakınlığı deneyimidir. Bu suretle, muhtemel dünya modeli, Ehrenwald’ın “benlikten benlik dışına uzanan bir ortak yaşamlı eğilim” kavramını sunan hipoteziyle ve David Bohm tarafından incelenen hal-paylaşımı modeliyle ortak bir şeye sahip gibi görünecektir. Bu modele uygun olarak, telepati raporlarının ortak bir dili paylaşanlar, “kültürel açıdan uygun” olanlar veya “yakın bir kişisel ilişkiyi” paylaşanlar arasında daha başarılı olduğunu öğrenince şaşırmamaktayız.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|