Mistisizm, Spiritüalizm, Okültizm ve Din
M. Halûk AKÇAM
Ruhsal Evrim dergisi, sayı 10 – 1982 Mayıs/Haziran
Birlikte ele alınması kaçınılmaz olan bu konular, aslında tek bir bütünün çeşitli ifadelerinden ibarettir. Ancak, “tek bir bütün” denildiğinde nelerin anlatılmak istendiği herkesce malum olmadığından, sanki bu konuların her biri ayrı bir hedefe yönelik ve birbirinden farklı öğretilere sahipmiş gibi zannedilmektedir. Hatta bazen içlerinden birinin diğerlerinden daha doğru veya daha güncel olduğu iddia edilirken; öbürünün batıl itikat, şarlatanlık, sapıklık, yobazlık veya devri kapanmış nasihatler olarak ele alındığı görülmektedir. Her konunun çalışma sahasında sahtekarlara rastlamak mümkün olduğu gibi, burada da şarlatanlar veya fanatikler karşımıza çıkabilir. Ancak, bu durum esas konunun batıl veya uydurma olduğunu ispatlamaz.
Herhangi bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için bile en azından, o şeyi bilen birisinin anlatımına başvurulur. Ancak bu anlatım biçimi pek açık değilse, başkalarınkiyle karşılaştırılır ve bu da yetersiz kalırsa, imkan nisbetinde kişisel deneyler sonucunda bir hükme varılır. Bilhassa bu konularda yapılan çalışmalarda, kişi eğer geçici bir hevesle konuya eğilmiyorsa, sonunda mutlaka kendi deneyleri, araştırıcı için en güvenilir kaynak olacaktır. Zaten bu konuların sübjektif bir değer taşıyormuş gibi görünmesindeki esas gaye, kişiyi bizzat denemeye sürükleyerek, kendisi için aslında gerekli olan değişimi ancak bu sayede gerçekleştirebilmesidir.
Konumuz olan eşyanın tabiatındaki herkese göre farklı bir değer taşıyormuş gibi gözükme özelliği, aslında bu eşyanın rölatif olduğundan değil, yönelen kişinin rölatif değer kavramlarını inkişaf ettirebilmesi bakımından gerekli olduğu için, yapısında mevcuttur. Diğer bir deyişle; bu sahada araştırılan şeyler aslında bizatihi mevcuttur. Ancak öyle bir özelliğe sahiptir ki, kişinin seviyesine göre herkesde ayrı bir değer yargısı uyandıracak mükemmelliyette varolmuştur. Böyle olmasındaki sebep de maksadından dolayıdır. Zira maksat, bu şeylerle karşılaşan insanın tekamül etmesidir.
Bu konular esasen herkesin her an karşılaştığı olayları kapsamaktadır. Şu dünyada bir bedenle yaşamak bunun en büyük delili sayılır. Mistik deneylerin, spiritüel irtibatların, okült çalışmaların, dinsel inançların sadece belirli bir takım insanların imkanı dahilinde olduğunu zannetmek hatalıdır. Çünkü herkesin başından bu olaylar geçmiştir ve geçecektir.
Ancak, bilimsel açıdan bir tarif gerekirse, bu olayları stilize edip bazı taraflarını yoğunlaştırarak, derinleştirerek özel bir maksat uğruna, her zaman rastlanamayan tipden olaylar şekline sokarak değerlendirdiğimizde; karşımıza mistik, spiritüel, okült veya dinsel bir tecrübe alanı çıkar. Bu alanda yapacağımız çalışma, günlük hayatın bir anlık bir devresindeki göze hiç batmayan özel bir durumunun, tipine göre seçilmiş zaman-mekan büyüteçleri altında yaşanması imkanını sağlar. İşte bu yaşantı içinde, insan şuuru günlük hayatında elde edemediği bazı imkanlar sayesinde, değişik boyutlara girerek önemli bazı değişimlere uğramaktadır.
* * *
Mistisizm alanına giren çalışmalar, daha ziyade kişi ile onun idrak kapasitesi dışında kalan hakikatler arasındaki ilişkiden ibarettir. Mistik bir yaşam içine giren kişi, fizik ortamın sınırlayıcı etkisinden sıyrılarak, şuur alanında bir genişleme sağlamaya çalışır. Fizik ortamın kaba tesirlerinden kendisini soyutlayabildiği ölçüde, hedef olarak sezgi yoluyla seçtiği müteal kavramlara yönelik bir şuur uyanması veya aydınlanmasıyla karşılaşacaktır. En ideal biçiminde vecd halini alan bu deneyde, hedefle bir birleşme veya beraberlik hasıl olur. Fakat, birleşilen şey objenin kendisi değildir, objeye ait daha mükemmel bir idrak halidir. O anda kişinin genişlemiş şuurunda bazı değerler inkişaf eder. Ancak, tekrar fizik ortamın şartlarına dönüldüğünde, bu yeni değerler nüve halindedir ve filizlenip yeşermesi için kişinin günlük olaylar içinde yoğrulması ve bu değerleri kullanabilme yetkisine kavuşması gereklidir. Mistik bir deneyden çıkmış kişi henüz ne olduğunu bilemez, fakat zamanla günlük yaşamın yardımıyla bu değişimin farkına varmaya başlar.
Spiritüalizm konusuna gelince, önce “spiritizm” ile arasındaki terim farkını anlamak gerekir. Spiritizm, ölülerle irtibat kurmak için bazı metodlardan faydalanma işlemidir. İrtibatı sağlamak için fincan, yazı tahtası, masa gibi aletlerden medyum denilen hassas kişilere kadar varan çeşitli vasıtalar kullanılır. Genel konusu ölmüş kişilerin yaşam şartları olan spiritizmin bünyesinden “spiritüalizm” denilen ve insanın doğmadan önceki, bu dünyadaki ve ölümünden sonraki yaşamını sebepleri ve neticeleriyle ele alan, bununla ilgili hipotezleri ve ahlaki bir öğretisi olan çalışma alanı ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, spiritüalizmi ölülerle haberleşme olarak ele almak yanlış olur. Spiritüalizmin hedefi, ölülerden ziyade, bu dünyadaki enkarnasyonlarını tamamlamış varlıklardan, insanın tekamülü ile ilgili bilgileri almak ve bu bilgilerin ışığında insan için en uygun düşünme ve yaşama biçimini belirlemektir. Ayrıca, fincan oynatan veya masa tıkırdatanların spiritüalist olması gerekmemektedir. Veya, bir spiritüalistin bunları yapması da icab etmez.
Bir medyum vasıtasıyla alınan bilgilerin değerlendirilmesi, araştırıcının özel bir durum yaratmadan günlük şuur alanı içinde yapıldığından, sonuçları - değişim açısından - yavaş olmaktadır. Zaten bu özelliğinden dolayı, gelen bilgiler kişinin bu durumu göz önünde tutularak, günlük hayatındaki olaylarla ilgilidir.
Okültizm konusu ise, spiritüalizmden de daha fazla istismar edildiğinden, adeta isminin akıbetine uğrayarak gizli kapaklı tarifler arasında büsbütün çarpıtılarak aksetmiştir. Okültizm; insanı, tabiatı ve arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimlere verilmiş kollektif bir isimdir ve akademist bir tabirdir. Fakat, bu bilimler akademist bilimlerden oldukça farklıdır. Belirli bir (tradisyonun) geleneğin devamı olarak düşünülürse, bunlara “hermetizm” denilmesi daha uygundur.
Akademik bilimlerin metodları malumdur. En belirgin özelliği: İnceleyen kişi kendisini olayın dışında tutar veya öyle görür. Dar şuur alanının belirlediği metodlar ve prensipler dışına çıkamaz. Kullandığı vasıtaların duyarlılık sınırları dışında kalan şeyleri yok sayar. Okült bilimlerde ise tam tersidir: Kişi araştırdığı konuyu olayın içinde bizzat yaşayarak kendisine akseden taraflarıyla inceler. Şuur alanını devamlı inkişaf ettirerek uyguladığı metodları buna göre tayin eder ve idrak alanı dışında kalan prensipleri gerektiğinde kabul eder. Yalnız bu dünyaya ait vasıtalar kullanmadığından dolayı, duyarlılık sınırı dışında kalan şeyleri analojik yoldan değerlendirmeye çalışır. Ayrıca, akademik bilimler yalnız bu dünyayı esas olarak kabul ederler. Okült bilimler ise, bu dünyayı bütün âlemler içinde sadece bir âlemin parçası olarak dikkate alırlar.
* * *
Okült bilimlerin sınıflandırılması ve çalışma alanları hakkında bilgi vermek, bu yazının hacmi içinde mümkün değildir. Sadece bir açıklık getirmesi bakımından en önemli üç dalının üzerinde duracağım. Bunlara da aslında bilim teriminden ziyade “sanat” tabirini kullanmak gerekir. Ama, sanatın asıl anlamı artık unutulduğundan yine bilim demek daha uygun oluyor.
Bunların içinde en popüleri olan “astroloji”, konuyu kavrayamayanların elinde yıldız falcılığına dönüştürülmüştür. Astroloji, insan-gökyüzü ilişkisini ele alır. Maksadı falcılık değildir ama metodları sayesinde kehanette bulunmak kabildir. Asıl gayesi, insanın yıldızlarla olan ilişkisine ait kanunları bulmak ve bunlardan faydalanmaktır. Bir diğer konu “alşimi”dir. Burada da insan-yeryüzü ilişkisi ele alınır. Zannedildiği gibi altın yapmaya veya devamlı genç kalmaya yönelik değildir. Ama, metodları sayesinde bunlara paralel sonuçlar elde edilir. Gaye spiritüel mütasyondur ve bu maksatla yeryüzündeki minerallerden, bitkilerden ve hayvanlardan faydalanılır. Asıl önemli olan üçüncüsü de “maji”dir. Maji genellikle büyücülük olarak tarif ediliyor. Aslında iradeye uygun değişiklik meydana getirme sanatıdır. Bu istenilen değişim de uygun bir tesirin uygun bir biçimde uygun bir vasıtayla uygun bir objeye tatbik olunmasıyla sağlanır. Büyünün işleyişi bu tarifin kapsamı içindedir, ama sadece bu yüzden majiye büyücülük denmesi abes olur. Maji hedef olarak insan-varlık ilişkisini ele almıştır.
Din konusuna geldiğimizde, akademik tarifler yetersizdir. Din, insanın belirli bir hiyerarşik düzen içindeki yerini, sebebini ve ilişkisini ifade eden hükümlerin ilahi kaynaktan vazedilmiş şekli olarak düşünülebilir. Bu hükümler ilahi iradenin kanunları neticesinde hasıl olduğundan, insanın da bu kanunlara tabi olduğu düşünülürse, değişmez ve zaman aşımına uğramazlar. En azından, insan var oldukça geçerlidirler.
Mistik çalışmalarda yönelinen kaynak, ilâhî kaynaktır. Spiritüel prensiplerle dini hükümler arasında da bir fark yoktur. Okült bilimlerin insanı ulaştırmak istediği hedef ile dini hükümlerin tarif ettiği yolun sonu aynı noktada birleşmektedir.
Dinin insana doğru yolu işaret ettiğini düşünürsek, bir sürü dinler yerine tek bir dinden bahsetmek gerekecektir. Nitekim, tarih boyunca, bütün dünyada zaman zaman ortaya çıkan bazı müstesna kişiler, değişik yerlerde daima aynı hükümleri vazeden bir ilahi kaynağın vasıtası niteliğindedirler.
Netice itibarıyla; mistik, spirit, okült yoldan elde edilmek istenen şeyler dini hükümlerde mevcuttur, denebilir. Ancak, dini hükümlerin yer aldığı metinlerin zamanla insanlar tarafından tahrif edildiği de akla gelebilir. Dolayısıyla bu metinlere körü körüne inanmak yanlıştır. Fakat, vecd halinde alınan sezgilerin, medyum vasıtasıyla gelen tebligatın, okült çalışmalarda varılan sonuçların da aynı ölçüde çarpıtılabilme ihtimali vardır. İşte bu noktada, insan yine kendi başına bırakılmaktadır. Zira, irade hürriyetinin işlerlik kazanabilmesi için gereklidir bunlar.
İnsanın tek başına kalmış olduğu bu noktada, kendisine yardımcı olan şey aklı selimidir ve vicdanıdır. Sağduyusuna güvenerek vicdanına göre hareket eden kişinin bütün bu konularda araştırma yapması mümkündür ve sapıtması nadir olur. Aksi takdirde, bir yönde giderken saplanıp kalarak, bulunduğu yerin dışında kalan alanları reddetme gafletine düşmesi kaçınılmazdır onun için.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|