EDEP HAKKINDA
• Bil ki edebi muhâfaza etmek hem muhabbetin semeresi hem de onun tohumudur. Muhabbet ne kadar kâmil olursa muhibbin Hazret-i Mahbub’un âdâbına riâyetine ihtimamı da o kadar fazla olur. Edebin sureti sevende ne kadar zâhir olursa, Hazret-i Mahbubunun ona nazarı daha fazla olur, be sebeple Ebû Osman Hıri şöyle demiştir: “Muhabbet sahih olduğunda, muhibbin edebe riâyeti de güçlenir.” O halde ilâhî muhabbet bir kulun kalbinde ne kadar sabit ise Hazret-i İzzet’in âdâbının riâyetine ihtimamı da o kadar fazla olur. Onun zâhîri ve bâtınî tehzibi kendisini sürekli olarak ilâhî muhabbet ve riyâzet suretinde onun nazarına sunacak şekilde galip gelir, suç ve günah suretinde değil. Hazret-i İzzet’e yakınlığı ne kadar fazla olursa onun şahsında âdâbın inceliklerine dikkat daha kuvvetli olur. Şüphe yoktur ki, Hazret-i Malik’in yakınlarının işi, dünyevî sultanların vezir, nedim ve bunlar gibi etrafındaki kimselerin hata ve yanlış yapmalarından daha zor ve daha tehlikeli olacak, onlardan çok daha fazla edep istenecektir.
• Hazret-i Ulûhiyyet’in âdâbından birisi Rubûbiyetin cemâlinin müşâhedesinde nazardan başka bir şeyle meşgul olmamak ve gayrıya iltifat etmemektir. Rivâyetlerde kulun namaza kalktığında hakikate Hazret-i İlâh’a hâzır olduğu nakledilmiştir. O halde kul başkasına bakarsa Âlemlerin Rabbi: “Ey kul, kime bakıyorsun? Senin için benden daha iyi olana mı bakıyorsun? Ey Âdemoğlu bana dön ki ben senin için o baktığından daha iyiyim.” Rivâyetin aslı şöyledir: “Kul namaza durduğunda Rahman’ın iki eli arasındadır. Başkası ile meşgul olduğunda Rabbi ona şöyle der: “Kime yöneldin? Ey Âdemoğlu bana yönel ki ben senin yöneldiğin kimseden daha hayırlıyım.”
• Diğer bir edep padişaha yakınlık ve Hazret-i İzzet’e muhadese mecali ve onun indinde makam elde etmekle kendi mertebesini unutmamak, ubudiyet haddini, fakirlik ve acziyet izhârını aşmamaktır ki bu yüzden tuğyana düşmesin. Meşhur bir hikayede şöyle anlatılmaktadır: Bir gün (Gazneli) Mahmud yalnız olarak Eyaz'ın odasına gitmeye karar verdi. Vardığında Eyaz’ın karşısında bir post ve eski bir külahın bir çiviye asılmış halde durduğunu gördü: “Bu ne?” diye sorunca Eyaz şöyle cevap verdi: “Sultana kulluk yolunda devlet eli bana intizam bağışladığından üzerimde bu iflas elbisesini çıkardı ve kerâmet hilatini giydirdi. Bunun için ben de insan nefsinin gereği olan unutkanlığı def ve isyânı menetmek için onu gözümün önüne astım. Ne zaman ona baksam kendi geçmiş hallerimi hatırlıyor ve mertebe ve değerimi unutmuyorum, sultanın ihsanıyla elde ettiğim süslü külah ve altın işlemeli elbiseden dolayı gururlanmıyor ve haddi aşmıyorum. Biliyorum ki benim zatî elbisem odur ve şu anda sahip olduklarımın hepsi sultanın fazlındandır.” Kelâm-ı Mecîd iki âlemin efendisinin (Salavatların en faziletlisi ve tahıyyatların en temizi ona olsun) Hazret-i Kurb’un bu iki edebine riâyet etmesi hakkında şöyle buyurmaktadır: “Göz şaşmadı ve haddi aşmadı.” Musâ (Aleyhisselâm) Hazret-i İlâh’a yönelme hususunda göz kaymasına uğramamasına rağman hâlinin doluluğundan, ilâhî kelâmı dinlemenin lezzetinden ve yakınlık bulmanın zevki ve tevhîd kâselerini içmenin verdiği kalp mestliğinden dolayı aklî gücünü kaybetti. Kulluk haddinden çıkarak genişlik ve ferahlık arzusu ile “Göster bana, göreyim seni” nidasında bulundu ki maveradan izzet hitâbı gelerek onun talebini reddetti ve şöyle buyurdu: “Beni göremezsin,” daha sonra mele-i aladan şöyle bir ses geldi: “Toprak kim, Rablerin Rabbi kim.”
• Diğer bir edep, ilâhî kelâmı dikkatlice dinlemek ve emirleri ve yasakları dinlemenin hüsnüyle nefis sözünün dinlemeyi terk etmektir. İlâhî kelâmı dinlemek demek, ne zaman kendi diline veya başkasının diline namazda veya namaz dışında Kur’an-ı Mecîd’den bir kelime gelirse o kelimeyi hâkîki mütekellimden işitmek ve kendi veya diğerlerinin dilini ortada yalnızca vasıta bilmektir ki Hak Teâlâ onu sebep kılarak kendi kelâmını onun kulağına ulaştırmaktadır. Tıpkı ağaç vasıtasıyla kadîm hitâbın kendini “Şüphesiz ben, ben Allah’ım” şeklinde Hazret-i Musâ’nın kulağına iletmesi gibi. İlimlerin saf hâle gelmesi ve Kur’an kelimelerinin anlayış inceliklerinin mübarek hâle gelmesi nefsin sükûtu ve onun sözünü dinlemeyi terk etmekle mümkün olur. Bu âyetin manası da bu hakîkati işaret etmektedir: “Kur’an okunduğunda hemen onu dinleyin ve sükût edin, umulur ki rahmet olunursunuz.”
• Başka bir edep ise dilek ve hitâbı güzelleştirmek edebidir. Şöyle ki eğer dilek ve hitap emir, nehiy ve nefiy suretlerinden ne kadar uzak olursa, edebe o kadar yakındır. Nitekim İbrahim (Aleyhisselâm) asilere bağışlanma ve rahmet dilerken emir cümlesi kullanmaktan kaçındı ve şöyle dedi: “Kim bana isyan ederse şüphesiz sen bağışlayansın, esirgeyensin.” “Onları bağışla ve esirge” demedi. Aynı şekilde İsa (Aleyhisselâm) ümmetten azabın kaldırılmasını isterken ve Hazret-i İzzet’ten mağfiret dilerken hitabını emir ve nehiy şeklinden uzaklaştırdı ve şöyle dedi: “Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır ve eğer bağışlarsan şüphesiz sen azizsin, hekimsin” “Onlara azap etme ve onları bağışla” demedi. Yine Eyüp (Aleyhisselâm) şifa ve rahmet talebinde emir sığası kullanmadı ve şöyle dedi: “Bu dert bana dokundu ve sen merhametlilerin en merhametlisisin” Bana rahmet et” demedi. İsa (Aleyhisselâm) kendisine gelen “İnsanlara beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah olarak kabul edin diye sen mi söyledin?” ilâhî hitabına cevaben şöyle dedi: “Ben bana öğrettiğini söyledim” “Ben söylemedim” demedi ki nefiy suretinden uzak olsun ve Hazretin edebini muhafaza etmiş olsun.
• Diğer bir edep ise ilâhî nimetlerin zuhurunda kendi varlığını ve nefsini yok görmektir. Nitekim Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Arz bana gösterildi, onun doğusunu ve batısını gördüm.” “Ben gördüm” demedi. Kendi varlığını fiile nispet etmeyerek gizledi ki edebe daha yakın olsun. “Sana övgüyü sayamam, sen kendini sena ettiğin gibisin.”
• Bir diğer edep ilâhi sırları korumaktır. Rubûbiyet sırlarından birine vâkıf olduğunda o sırrın emini ve koruyucusu olmalıdır. Hiçbir şekilde onu ifşa etmek caiz değildir. Aksi takdirde yakınlık makamından uzaklaşır ve gazaba uğrar. Hadiste şöyle gelmiştir: “Rubûbiyet sırrını ifşa etmek küfürdür.”
• Başka bir edep dilek, dua, susma ve sükût vakitlerinin edebine riâyettir. Bu mana dua ve dilek için ganimet ve fırsat olan lütuf, rahmet ve genişlik vakitlerinin ve aynı şekilde sükûtun ve dilekten kaçınmanın gerektiği kahır, gazap ve darlık vakitlerinin bilinmesine bağlıdır. Kim bu edebe riâyet etmez ve dua vaktinde sükût, sükût vaktinde dua ederse vakti boşa gitmiştir. Nitekim Ebul Hüseyin Nuri şöyle demiştir: “Kim vaktin edebine riâyet etmezse vakti onu zayi eder.
Hazret-i Kurb’un âdâbı çoktur. Kim bu yedi edebi muhâfaza ederse umulur ki diğer edeplerin inceliklerine nasipsiz kalmaz.
(Misbâhu’l-Hidâye ve Miftâhu’l-Kifâye)
.
__________________
Nesimi'ye sormuşlar;
O YAR ile hoş musun?
Hoş olayım olmayayım o YAR benim
Kime Ne!
|