Spritüel İnsanın Portresi - Bölüm 3
Önce olması gerekeni çizdim kendimce, sonra da olanı ama olumsuz yönleriyle, şimdi gelelim bir de portrenin güzel yanlarına...
Aslında genellikle önce olumluluklar söylenir sonra olumsuzluklar, ama bu bende tam ters biçimde tekabül etmiş. Önce olumsuzlukları söylerim sonra olumluları, bu tıpkı benim biber dolması yiyişim gibidir. Tabakta hiçbirşey bırakmama huyum vardır gerekmediği müddetçe. Biber dolmasının içini de çok severim, ama kabuğunu pek sevmem. Eee kabuğu da bırakmak istemediğim için önce sevmediğim tarafını yerim ki işin zevkli kısmı sonraya kalsın. Hayatım boyunca da bu böyle oldu. Önce hep sevmediğim tarafını hallettim ki sonradan seveceğim tadı daha keyifle alayım. Bu seride de aynen böyle oluyor. Şimdi gelelim işin keyifli kısmına...
Eleştirmek demek birşeyi yıkmaya ya da yoketmeye çalışmak değildir ve benim eleştirilerim de artık birlikte yaşadığım ve konuyu daha rahat anlatabilmek adına "spiritüel camia" olarak nitelendirdiğim kişilerin inançlarını ya da yaşam tarzlarına saldırmak ya da yıkmak değil ki ben zaten tüm bu konuştuklarımın son on senedir tamda ortasındayım. Ben bir nevi SWOT analizi yapmaya çalışıyorum ki güçlü yanlarımızı, güçsüz yanlarımızı görelim ve önümüzdeki gelişim fırsatlarını ve karşımıza çıkabilecek zorlukları önceden görebilelim. (SWOT analizi, şirketlerin kendilerini değerlendirmek için kullandıkları bir yöntem biçiminde açıklanabilir. Strength, Weaknesses, Opputunities, Threats şeklinde açılımı vardır) Seri ne kadar sürer bilmiyorum ama bittiğinde bir şirketi değerlendirir gibi bir SWOT analizi özeti sunacağım sizlere. Şimdi gelelim olumlu yanlara...
Bir kere herşey ama herşeyden önce en büyük güzellik kişilerin iyi niyetli olması!!! Birbirimizi eleştirip kapıştığımız noktalarda bile tartışmalarda kimsenin iyi niyet konusunda bir şüphe taşımadığını gözlemliyorum. Yalnız şunu da belirtmem lazım bu sözlerim tüm herkesi kapsamıyor. Bu konularla ilgilenen onca kişinin hepsinin birden iyi niyetli olduğunu söylemek zor. Arada provakatörü var, inançları sömürüp para kazanmak isteyeni var, üstünlük egosunu tatmin etmek isteyeni var falan filan. Ama bunların oranı genel kitleye bakıldığında çok çok yüksek yüzdede değil. Aynı zamanda ben "kendini tanıma yolunda yürümeye çalışanları" tanır ve bilirim, çünkü çevremde hep o tarzda kişiler oldu. Mesela gece gündüz UFO gözleyip, paranormal olaylarla ilgilenen ve olayın düşünsel boyutlarına girmemiş kişilerde var ve bunlar benim "spiritüel insan" tanımlamam içine girmiyor. Ben "ben kimim? ne arıyorum buralarda?" gibi sorularla içsel yolculuğuna atılmış kişileri kastediyorum. Bunu bir ayırdetmek istedim.
İyi niyetten bahsetmiştim. İster en zeki, en bilge olsun; ister en saf, en rahat kekleyebileceğiniz ya da en şaşkın tavuk ya da başkasının tarzı kendisininkine uymadığı için sinirlenenler... ben kimsede pek art niyet görmedim ve en art niyetli düşünebileceğiniz kişinin bile mesela sizin tekniğinizi beğenmediği için sizinle kapışan, artniyetinden değil derdini doğru düzgün kelimelerle ifade edemediği ya da iletişim sorunlarından böyle hareket ettiğini gözlemledim. Nitekim kanlı bıçaklı birçok kişinin karşı karşıya gelip öpüşüp barıştığını da gördüm. İyiniyet çok önemli ve değerli bir meziyet ve çok şükür ki çok az bir kitle hariç çoğunlukta mevcut.
Dürüstlük de çok değerli bir meziyettir ve yine çok büyük bir çoğunluk da bu da mevcut. Ha dürüst olmadığımız noktalar daha çok kendi iç dünyalarımızda ve birbirimizle konuşurken kullandığımız savunma mekanizmalarında mevcut. Ama ben kimsenin diğerini üçkağıda getirmeye çalıştığını da görmedim. Gerçi bu cümleleri yazdım ama bir anda son on sene içinde gördüğüm olaylar aklıma geldi. Evet büyük çoğunlukla mevcut ama... ama'larını da gördüğüm bir sürü olay da oldu yani. Daha çok gördüğüm olaylar arkadaşların birbirlerini kolaylıkla satmaları şeklinde vuku buldu, ama yine de benim direk başıma bu olayların gelmemesi ve diğer tarafları pek dinleme fırsatım olmadığı için satma kelimesi de ağır kaldığını düşünüyorum. Görüldüğü üzere kafam karıştı iyi mi? Yine de şunu söyleyebilirim ki bu anlaşmazlıklar çoğunlukla yanlış anlaşılmalar veya güçlü egolar nedeniyle olsa da bile bile yalan söyleyeni de az gördüm ve bu çok güzel bir durum bence. Ama sonuçta insanız ve sürekli kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz, umarım herkes durumlardan gerekeni alıyordur.
Özellikle durduğum nokta aklını kullanma. Ama aklını kullanabilme için de akla girecek malzeme gerekiyor ve bu da okumakla sağlanıyor. Okuma oranının düşük olduğu bir ülkeye göre harika bir yüzde var bu camiada, hatta kişilerin birbirine çoğunlukla uyarısı da "yeter artık okumaktan kafayı yiyeceksin" veya yakınmaları "yoruldum yahu biraz okumaya ara vereceğim" oluyor. Yani okumamaktan değil, okumaktan şikayetçi bu camia ki bu da absürd bir durum. Tabii bunda bu bilgilerle ilgilenenlerin neredeyse %90'ının üniversite mezunu olması ve okuma alışkanlıklarının bulunması da etkili. (bu sayıyı tahmini attım ama bunu bir şekilde araştıracağım) Okuma yüzdemizle, okuduklarımızı akıl süzgecinden geçirme süreci yüzdesini birbirine yaklaştırdığımızda olay bitmiştir arkadaşlar. (Karşımıza çıkan her bilgi; evet, karşımıza çıkması gerektiği için çıkmıştır! Fakat bu durum onun illa doğru yönü işaret ettiğini söylemez. ÖSS'de bir sorunun beş yanıtı vardır, ama doğru olan sadece bir tanedir. Yanlış yanıtlar da karşımıza çıkması gerektiği için çıkmıştır çünkü sınavın esprisi budur. Doğruyu, yanlışlardan ayırabilme yetisi kimde en fazlaysa o kazanır. Benim anlatmaya çalıştığım bu işte. Aklımızı kullanarak bizi sınırsızlaştıran, bağımlılıklardan kurtulmayı işaret eden, özgürleştiren doğru yanıtı bulmak. Çünkü ÖZ'ün doğrusu ruhun özgürlüğündedir.)
Kendinden şüphe etmek ve güvensizlikler de aslında çok güzel özellikler bence. Ama bu, bu şüpheler ve güvensizliklerin üzerine gidip onlarla yüzleşme cesareti olduğunda "güzel" anlamını kazanır, çünkü insana gelişim fırsatı yaratır. Yerinde sayıyorsa kişi bu "güzellik" fırsatı elinde patlar ve hiç de şık durmaz hani. Bunun bir de tersi aşırı güvenli haldir ki bu güvensizlikten daha tehlikelidir. Çünkü kişi sadece göründüğünü sandığı şeyi görür ve kasım kasım ortalarda gezinir. Çok şükür ki evren güvensizin prangalarını kıracak, kasıntının kıçını yere vurduracak deneyimleri onlara gönderir ve gelişimleri için fırsat yaratır. Bizim camiada ise yoğun bir güvensizlik hali revaçtadır, kasıntıların ise pek şansı olmaz "egolu" diyerek şutlanır veya "öyle sevilip kabul edildiğine" dair onaylamalar eşliğinde gene şutlanır. Kendine güvensizlikler içlerinde muazzam bir gelişim potansiyeli taşıması açısından güzeldir de güzel olmasına bir süre sonra adamın kendine güveni gelse bile "egolu" derler mi acaba korkusuyla gıkını çıkartamaz hale gelmesi nedeniyle gene absürddür. (Bu camiada adama "p.şt" de, "i..e" de ama "egolu" deme arkadaş. En büyük hakarettir mazallah. Biri hakkında öyle desin kırk gün hipoyla yıkansan çıkartamazsın o sözü.) Ha bir de "kendimizi ne kadar tanıyoruz ve neyimizi tam düzeltebildik ki bu kadar güvenli ve rahat konuşuyoruz" tavrı da vardır ki adamı hem paranoyak yapar, hem de ayağa kalkmasını engeller. Bunu bir de gerçekten güvenilir ve kişilerin sözlerini dinlediği kişilerden duymak adamı daha da delirtir, çünkü bu kişiler bu tavır içinde ayağa kalkmadıkları içinm meydan 3-5 yarım yamalak bilgiye tutunan dingozlara kalır, onlar da ortalarda gek gek dolaşıp ortalığı birbirine katarlar.
Arkadaşlar aynanın karşısına geçip kendini acımasızca dürüst değerlendirmek demek yüzde çıkan sivilceler için sokağa çıkmaktan vazgeçmek demek değildir. Esasında acımasızlık kendinin olumsuz yönlerine bakabilmek de değildir, kendi güzelliğine gözlerini kaçırmadan doya doya bakabilmektir. Maalesef birine "sen iğrençsin" dediğinizde karşınızdakinin kolayca kabullendiği ama "sen ne güzel varlıksın" dediğinizde elinin ayağına dolaştığı absürd bir gezegendeyiz. Bu durum dil kodlamalarımızda bile görülebilir. Birine hakaret edin alabileceğiniz yüzlerce yanıt; savunma; saldırı; karşı küfür kelimesi varken, iltifat ettiğinizde veya güzel birşey söylediğinizde "teşekkür ederim"den başka verilen bir yanıt yok. (Bir de "evet öyleyim" var ama o çoğunlukla olumsuz karşılanıyor) İşte kendimize acımayacağımız nokta güzelliğimize başımızı kaldırıp bakabilmek olmalı ki gelecekteki nesiller için güzel cümleler karşısından "teşekkür ederim"den daha fazla yanıt verebilme fırsatı olabilsin.
Dönüp dürüstçe kendimize bakalım ve bizim dışımızdakilerle bir kıyaslayalım her ne kadar bunu pek sevmesek de. Bu yazıyı okuyabildiğinize göre internete girebilecek maddi olanaklara sahipsiniz ki bir kısım belki kafelerden veya okullarından giriyor olsa ve maddi sıkıntı yaşıyor olsalar bile durum ümitsiz değil. Yine çeşitli zorluklara rağmen aç değilsiniz açıkta değilsiniz. Eğitim düzeyiniz üniversite çoğunuzun, olmayanların da diploma dışında eksiği yok. Yani en temel ihtiyaçlar karşılanıyor ve toplumun A ve B düzeyi olarak nitelendirilen düzeyindesiniz. Bunlar önemli çünkü karnı aç adama tanrı bile ekmek dışında bir formda görünmek istemez diye bir laf vardır.
Şimdi gelelim diğer kısımlara. İyi niyetlisiniz, kendinizi geliştirmek için vargücünüzle çalışıyorsunuz, düşünüyorsunuz, sorguluyorsunuz, özellikle eksikliklerinizin üzerine gidiyorsunuz. Kaderini eline almanın ne olduğunu ya çok iyi öğrenmişsiniz, ya da öğrenmek üzeresiniz. Çevrenizde çok da sevilen birisiniz çünkü diğerlerine göre daha pozitifsiniz ve yüzünüz gülümsüyor ve herşeyden öte iyiniyetlisiniz. Sözünüz dinleniyor ve çevrenizi etkiliyorsunuz çoğunlukla. Bunlar çok çok önemli özellikler.
Evrenin işleyiş prensibini gittikçe daha fazla öğreniyorsunuz ve niyetlerin, inancın tek bir kişide olsa bile neleri değiştirebileceğini de biliyorsunuz. Keza içsel dünyanızın dışarı olduğu gibi yansıdığını ve diğerlerini etkilediğini ve ruhları sıkıntılı onca insanın arasına tek bir pozitif, gülümseyen birinin girdiğinde bile hepsine bu özelliğini bulaştırıp onları etkilediğini de görüyorsunuz. Her bir kişinin içsel durumunun gezegenin ortak titreşimini etkilediğini ve gülümseyerek hayata bakan her bir kişinin titreşimi yükselttiğini ve büyük etkiler yarattığını tam hissedemiyorsanız bile en azından okumuşsunuzdur. (Karanlıkta tek bir mumun bile ne kadar uzaktan görülebileceğini hatırlayın. Binlerce karanlıkta bekleyen ruhun arasında tek bir aydınlanmış kişi de bu etkiyi yaratır ve aynı fıkradaki gibi ışığı gören de gelir hani) Yani manevi yönden de durum hiç de fena değil hani!!!
İşte potansiyelimiz çok kısa bir özetle bu arkadaşlar. Tüm bu şartlar altında biz kendi potansiyelimizi farketmeyip, değerlendirmediğimiz sürece, meydan bunu yaptığını iddia eden bir sürü gek gek'e kalıyor ki koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi deme durumu ortaya çıkıyor. Hem bir yandan da keçileri, henüz koyun olmadıkları amaolabilecekleri durumunu hatırlatma fırsatından mahrum bırakıyoruz.
Herşeyden öte de iç huzurunu hissederek, aynada ve hayata karşı gülümseyerek yaşamanın keyfini hepimiz bir şekilde biliyoruz. Çevremizden ve dünyadan ve evrenden önce kendimiz için başımızı kaldırıp aynaya bakmalı ve güzelliğimizi görmeliyiz. Sadece görmek de değil, o güzelliği sonuna kadar kabul edip ruhunda hissetmek de lazım ve bunu ifade edebilmek de... (Bunu hissedertek yaptığımız vakit de kimseden "megaloman" damgası falan yemeyiz) Bunu yapabilen kişilerin sayısı arttıkça, bu hal çevredekilere de yayılacak ve dünyanın bütününü de etkileyecek. İşte bir gezegeni değiştirmenin temel işleyiş prensibi de budur arkadaşlar.
Geldik son ama en önemli, en güzel yönüne işin... Bu cümleleri yazabiliyorum çünkü bu gözlemleri yapabildiğim ya da öğrenimleri kazanma olanağı yaratan o kadar çok kişi var ki etrafımda. Yazdıklarım sadece konuşulanların bir derlemesi aslında. Aynada kendine bakan ve gördüklerini yavaş yavaş kabullenmeyi öğrenmiş insanlar henüz azınlıkta ise de aynada gördüğü kendini tanımaya çalışan veya bakma cesaretini toplamış ve bakmaya hazır veya en azından bakma düşüncesini kabullenmiş çok fazla kişi var ve esas çok güzel ve çok umut verici ve harika.
Gelecek konusunda gerçekleşebileceği söylenen bir sürü olumsuz senaryo dolanıyor etrafta veya umutlar 2012 gibi tarihlere bağlanıyor falan. Ama şunu söyleyeyim mi gelecek konusunda özellikle de dünyanın geleceği konusunda hayatımın bir dakikasında olsa bile en ufak bir umutsuzluk ve karamsarlık taşımıyorum. Bilakis harika şeyler göreceğimizi biliyorum, bunun için dünyanın potansiyeline bakmama bile gerek yok; çevreme bakmam bile yetiyor...
Siz de görmek istiyorsanız bu potansiyeli önce aynada kendinize iyice bir bakın, sonra da çevrenize...
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|