Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Titreşim Etkisi
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 01.02.17, 15:26
SiLence SiLence isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,471
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Arrow Titreşim Etkisi

Çekim yasası var mı yok mu tartışmasını bir tarafa bırakıp, evrendeki

her şeyin titreşerek bir arada duran parçacıklardan oluştuğu gerçeğini

kabul etmeye sanırım kimsenin itirazı olamaz.



İnanan ya da inanmayan herkesin bir arada yaşadığı bu evren, sayılamaz

titreşimlerle bir şeyleri bir şeylere çekiyor ya da itiyor! Galiba

tartışılması gereken çekim yasası değil, titreşim yasası…



Katı ve cansız cisimlerde maddenin özelliklerini de belirleyen

titreşim, canlı organizmaların tümünde çok daha karmaşık ve çoğunlukla

da gizemli pek çok şeyin sebebidir.



Özellikle İnsan beyninin üzerindeki çalışmalarda keşfedilmesi gereken gerçek secret lar hala sayılamayacak kadar çok.



Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875

yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz otuz yıla rağmen bu konuda hala

sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor.



Taşıdığımız bir sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı.





“Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar

sinirlendim ki onu parçalamak istedim; duyduklarım beni o kadar

rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda

pek çok soru oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki

kalbim yerinden çıkacak…”



Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz,

ayrı dalga boyunda frekanslarda titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her

dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını

değiştiriyor.



BEYİN DÖRT ANA DALGA BOYUNDA TİTREŞİYOR



Alpha -Tetha- Beta- Delta, adlı dört ana dalganın hangisinde hangi

duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.







7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın,

farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin

dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla

uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun

titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla

aynı. Dünyanın manyetik frekansına “Shumann” frekansı deniyor ve 7,8

ile 8 arasında tanımlanıyor. (Fakat son yıllarda bilim adamları Shumann

frekansının epeyce yükseldiğini ifade ediyor.)



Gözler kapanıp derin nefes alındığında ve dış dünyadan alınan mental

etkiler azaldığında Alpha boyutuna geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken

yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku

halinde bu dalga hiç görülmüyor.

Meditasyon, yoga, reiki gibi çalışmalar esnasında beynimiz Alpha boyutundadır.



Zihin açık ve uykunun derinliğine dalmadan önceki geçiş koridorunda

hissettiğimiz o duyguların yaşattığı huzur, ilginç bir şekilde dünyanın

titreşimiyle aynı dalga boyunda.







Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor.

Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve

derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu

temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu

için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık…



Çok usta meditasyoncuların derin meditasyon halindeyken bu dalga

boyunda olduğu tespit edilmiş. Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en

canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı

düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri

esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en

düşük seviyede olduğu biliniyor. ( yani 7 ile 8 arası) Onların kendi

içe dönüşlerinden bize hediyelerle geri dönmeleri ne güzel…



Yapılan bazı araştırmalara göre şifacıların Tetha bandında uzun süreli

ve kontrollü olarak kalmayı başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin

geliştiği ortaya çıkmış.







13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak

tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama,

dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz

dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres,

gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.







0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan

kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az

çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar.

Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç

kalmayı sağlar.



Bu dört ana dalga boyunun dışında son yıllarda tespiti yapılan Gama

frekansı, 40 Hz’in üzerinde tanımlanıyor. Üst benlik bağlantı

çalışmaları sırasında üretildiği ve Hindu Monkların meditasyonları

sırasında ölçümlendiği biliniyor. (Hinduizmde kendini mabede adamış

kişilere Monk denir.)





BEYİN DALGALARI KONROL EDİLİP DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ?





Beyin dalgaları, duygu ve ruh durumuna göre kendiliğinden değişirmiş

gibi görünse de o titreşimleri bilinçli ve istediğimiz yönde kontrol

edip değiştirebileceğimiz ve kendimizi istediğimiz duygu frekansına

çekmeyi başarabileceğimiz gibi bir gerçek de mevcut. Bunu nasıl

yapabileceğimiz aslında yine kendi titreşimlerimizin içinde saklı bir

bilgi. Sadece o frekansı duyabilmeyi ve ayırt etmeyi başaracak bilime

ve bilgeliğe ulaşmanın zamanını kendimizde yakalayabilmeyi öğrenmemiz

gerekiyor.



Çoğu zaman farklı Hz’lerde pek çok titreşimin içinde kayboluyoruz.

Özellikle de 30 Hz civarında dolaşıyor tüm dünya. Yani şiddet, savaş,

bencillik ve paylaşımsızlık frekansında…



Günlük hayatımızda genellikle küçücük şeylere takılıp, öfkeleniyor,

hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. Sevgi- sadakat- şefkat-

minnet- huzur-neşe gibi duygulara az kulak veriyoruz nedense…





Düşüncelerimizin bütün bu çeşitliliğine göre beynimizden ve

hücrelerimizden değişik frekanslarda yayılan titreşimlerle tüm

vücudumuzun etrafında bir enerji alanı oluşuyor. Bu enerji alanı anlık

değişimlerle, ruh ve vücut sağlımızı yansıtıyor gözle görünmese de. Son

yıllarda alternatif tıp alanı altında kabul edilen enerji dengeleme

yöntemlerini kullanarak tedavi sağlama tekniklerinin sayısı epeyce

arttı ve gitgide bilimsel olarak desteklenmeye başlandı.





Tedaviye yardımcı olduğu iddia edilen meditasyon ve Reiki, NLP

çalışmaları artık bilimsel tedavilerin yanında yardımcı olarak yer

almaya başladı.





Amerika’da pek çok hastanede bu konuda ciddi ve resmi uygulamalar

yapılıyor, kemoterapi birimlerinin yanı başında Reiki uzmanlarının da

bölümleri açıldı, hemşireler ve doktorlar hızla Reiki öğreniyorlar.



Türkiye bu tür çalışmalarda biraz tutucu tavır sergilese de beyin

dalgalarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesi için reiki ve

meditasyondan daha bilimsel bir yöntem olan Neurofeedback yöntemini

kullanarak stres, Down sendromu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı,

otizm, kişilik bozuklukları gibi hastalıkları tedavi etmeye çalışan

merkezler ve hastaneler açılmaya başlandı.



Meditasyon, Yoga, Reiki, Neurofeedback adı ne olursa olsun

bütün bu yöntem ve tekniklerin peşinde olduğu tek bir amaç var:



Beyin dalgalarını istenilen frekansa çekebilmek ve uygun dalga boyunun

titreşimsel ışınımını yakalayarak DNA üzerinde pozitif değişiklik

yaratabilmek…

IK VE TİTREŞİM DNA ÜZERİNDE DEĞİŞİKLİK YARATABİLİR Mİ?



Her organımızı ve beynimizi de oluşturan en küçük özgün birim olan

hücrenin 1980 li yıllarda bilim adamlarının yaptığı çalışmalarla foton

yaydığı tespit edilmiş. Hücre fotonunun frekansı ölçülmeye

başlandığında ise yan yana gelen iki ayrı hücrenin aynı frekansa

girdiği ölçülmüş. Yani iki ayrı enerji birbirinden etkileşiyor ve ya

iterek ya çekerek birbirlerini değiştiriyorlar.





Kuantum biyologu olan Dr. Vladimir Poponin tarafından yapılan basit

mantıklı ama derin bir deneyde önce bir kabın içi boşaltılıyor. Kabın

içinde bir vakum yaratılıp içine fotonlar bırakılıyor. Fotonların kabın

içinde rast gele bir şekilde dağıldıkları görünüyor ve sonra kabın

içine DNA lar bırakılıyor. Kabın içindeki fotonların DNA’ların dönüşüne

göre uyum göstererek düzenli ve sürekli döndükleri tespit ediliyor. Bir

sonraki aşamada DNA’lar çıkarılıyor ve fotonlar tekrar izleniyor.

Beklenen sonuç Fotonların yine rast gele dağınık olmaları iken

DNA’ların ritim ve düzeniyle döndükleri görülüyor. Işık parçacıklarının

neye bağlı olarak sistemli dönmeye devam ettiklerinin cevabı

bulunamıyor.



Barışın ve Duanın Gücünün Bilimi” kitabının yazarı Gregg Braden buna

benzer deneyleri de anlattığı kitabında bizim henüz tamamen

algılamadığımız bir enerji alanının ve ağının tüm evrende mevcut

olduğunu ve DNA’nın fotonlarla bu ağ ile iletişim kurduğunu kabul

etmemiz gerektiğini söylüyor.



Başka bir deneyde epeyce sayıda deneğe plasenta DNA’ları taşıyan deney

şişeleri veriliyor. DNA şişelerinin her biri için aslında her biri

uzman olan deneklerden belli bir duygu üretmeleri ve hissetmeleri

isteniyor. Her şişe için ayrı bir duygu ve bir denek kullanılıyor.

Sonuçta DNA’ların iyi duygularda açılıp gevşediği ve kötü duygularda

büzüşüp kapandığı görülüyor. HIV virüsü taşıyan deneklerin DNA’larında

bu deney tekrarlandığında minnettarlık-sevgi-takdir-neşe taşıyan duygu

titreşimlerinin DNA’yı önceden ölçülen dirence göre yüz binlerce kat

daha dirençli hale geldiği tespit ediliyor.



Braden’e göre pozitif duygular ve sevgi içinde olmayı başarabilen insan

kendi DNA’sını değiştirebiliyor ve bunu yapabilmesinin sebebi olarak da

tüm her şeyi kapsayan bir enerji ağının mevcut olduğunu söylüyor.



Bizler kendi titreşimlerimizi etkileyebildiğimiz gibi bu yaratılış

ağını da etkileyebiliyoruz. Karşılıklı bu titreşimlerin itme ya da

çekme derecelerini henüz sayısal olarak isimlendirip ölçemiyorsak da,

gelecek zamanlarda bilimin titreşim ve kuantum alanındaki çalışmaları

arttıkça sorular cevaplarını bulacak.



Dün, bugün ve yarından fazla boyutu olan zaman, soruların cevaplarını

“ŞİMDİ” de saklasa da biz henüz uzanıp alacak frekansla titreşemiyoruz.



Evrensel titreşimden payımıza düşen frekanslarda hissettiklerimizle

yaşadığımız kendi dünyamız, reel ya da sanal olduğunu aslında

bilmediğimiz gizemli bir rüya sanki…
ALINTIDIR...

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147