Cinlerin iki yüzlülükleri
iddiaları bitmediği gibi, çelişkileri de bir türlü bitmek bilmiyor. Alın size bir mantıksızlık örneği daha: Bir taraftan uzayın on binlerce, milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklığından gelip dünyada herhangi bir Kaosa, düzensizliğe neden olmamak, normal gidisi bozmamak için müdahalelerden kaçınmaktalar, ama diğer taraftan da insanlığın, her alanda iyiliğini düşünen bu varlıklar, yutturabildiklerine tanrısal güçleriyle tüm dünya ve insanları ve hatta biraz daha uçarak galaksileri, evrenleri perde arkasından yönettiğini söylemekte, buna karsın onlar için hiç de zor olmayan güçlerle, geçmişte ve su anda devam etmekte olan savaşlara, katliamlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, açlık ve sefalete hiç müdahale edip önlememektedirler. Böylece de insanları, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayallerle aldatmaktadırlar.
Mesela, basta bulunan yetkili birkaç kişinin beynini İfrit'e etmek suretiyle tüm bunları önleyebilirler. Diyelim ki, elli milyondan fazla insanın ölümüne, yüz milyonlarca insanın da yaralanıp bu savaştan birinci dereceden kötü etkilenmesine neden olan Hitler’i durdurabilirlerdi. Ama olmadı.
Yıllardır, üstün tanrısal güçleriyle yeryüzünde sevgiyi, barısı tesis etmeye çalışıyorlar, ama gezegenimizde hâlâ sevginin kırıntısı bile yok. Üstelik, top yekun büyük bir savaşa doğru giden bir dünyada. Bu yüzden, devamlı geleceğe dönük çeşitli olaylar veya Mehdilerin, Mesihlerin (bazen onlara aracı olan insanların, bazen de kendilerinin bu önderler oldukları zannını uyandırarak, vehmederek) gökten geleceklerini, kendilerinin bir gün uzay gemileriyle herkesin gözleri önünde araçlarıyla inip, kendilerini bizlere tanıtıp insanların üç günlük egolarını tatmin edecek Altın Çağı kuracakları vaadinde, kehanetlerinde bulunmakta, bazen de tarih bile vermekte ama zamanı gelip de bunlar oluşmayınca da bu sefer çamura yatarak, “yapmanız gerekenleri yapmadınız, ortam ve şartlar oluşmadı, biz sizleri inançlarınız konusunda deniyoruz...” gibilerinden cümlelerle insanları kandırıp bu olayın başka bir zamana alındığını söylemekte ve o zaman da bir türlü gelmemektedir.
Bu kehanetlerde deprem, yanardağ patlamaları, sel ya da dünya dengelerini sarsacak büyük afetler gibi olaylar da yer almakta olup söyledikleri yer ve tarihlerde böyle bir şey olmamakta nadiren olsa bile, oluş sekli ve zamanı hiçbir şekilde tutmamakta bunu da göksel güçlere sahip kendilerince engellendiği yalanıyla geçiştirmeye, olayın üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Bazı söylemlerinde, sahip oldukları güçlerle bizleri felaketlerden koruduklarını açıkça dile getirseler de sadece yüzyılımızdaki deprem ve felaketlerde ölen milyonlarca insanı, canlıyı bir kenara bıraksak dahi, Endonezya depreminde resmi olarak üç yüz bin, kayıplarla birlikte beş yüz bin insanın her halükarda yasamaya hakları vardı sanırım, akıl sağlığını yitirmeyen sıradan bir insana göre.
Zaten, mantıksal bütünlüğe sahip olamadıklarından, karsılaşma ve kaçırılma olaylarında da hep bu durum görülmekte olup bir sonra yaptıkları, bir öncekileriyle ters düşmekte bunu fark edince de başka vizyonlarla kamufle etmeye çalışmaktadırlar.
Sadece uzaylı kimliği ile değil, çeşitli melekler suretinde, Aziz, Azize, Kutsal kişilikler ya da Hz. isa (a.s), Hz. Meryem suretlerine bürünerek de zaman zaman insanlara gelecek birtakım olaylar hakkında kehanetlerde bulunmuşlardır.
Bunlardan en çok bilineni ise, 13 Ekim 1917 yılında Portekiz’in Fatıma yöresinde üç kardeşin bir ağaç kenarında beliren ısın topunun içindeki Meryem Ana suretini görmeleri ve bu kişinin, Vatikan’a verilmek üzere onlara söylediği üç sırrı içeren kehanetidir. Bunun öncesinde de yine aynı yerde, vınlama sesiyle birlikte beliren ısın topu içinde ısınsal yapılı çok yakışıklı bir erkek melek görünmüş ve bu melek onlara, bir duayı öğretip bunu çokça okumalarını tembih etmiştir. Bu görüşmeler, çeşitli zamanlarda aylarca sürer (hatta daha da küçükken bu türden varlıkları sık sık görmekteymişler).
Daha sonra ise, aynı yerde Meryem Ana görünür ve onlara korkmamalarını, cennetten geldiğini ve her ayın 13’ ünde onları beklediğini söyler. Ancak en son görüşmelerinde ise, eğer altı ay içinde gelecek olurlarsa onlara büyük bir mucize göstereceğini belirtir. Çocuklar bunu saklayamaz ve yetmiş bin kişiyle oraya gelirler. Ancak, her defasında onu gördükçe transa giren çocuklar dışında hiç kimse, o varlığı görüp konuşamasa da çeşitli duygular içinde olan kalabalık, yine de normal üstü bir olaya tanıklık ederler. Önce, bulutlar içerisinden yine vınlama esliğinde dönerek çok parlak renkli ışıklar saçan gümüşi bir cisim ortaya çıkar ve buluttan adeta dans ederek aşağıya doğru iner ve insanların üzerinden hızlıca geçim gider. Öyle ki, yaymış olduğu güçlü ısı yağmurdan ıslanan insanları ve elbiselerini kurutur.
Sırlar, Vatikan’a ulaşır, fakat iki sır açıklanıp üçüncüsü saklanır. Sırdan haberdar olan bazı kişiler ise, bunu politik amaçları doğrultusunda kullanır ve bu da olayı daha önemli hale getirir.
Kehanetlere baktığımızda ise, olağanüstü bir yanının olmayıp çok genel ve sıradan şeyler içerdiği görülmektedir. Ancak, bizler için gelecek nasıl bilinmezliğini koruyorsa, yapıları dolayısıyla bizi şaşırtacak düzeyde geleceğe ait birtakım vukufa sahip olsalar dahi, büyük bir oranla onlar için de gelecek, her zaman bilinmezliğini korumaktadır.
Allah’a ayna olabilecek kabiliyetten yoksun oldukları için de Kader sırrı onlara, dolayısıyla onlarla rezonansta olanlara tamamen kapalıdır. Oysa ne geçmişte ne de günümüzde, uzaylıların ve taraftarlarının iddia ettikleri böylesine somut şeyler olmaktadır. Yani oluşmamaktadır. Üstüne üstlük, kendilerinin belirttiği o muazzam bilgeliklerine rağmen bugüne kadar da insanlığı aydınlatacak, insanlığa ışık tutacak, yol gösterecek hiçbir bilgi, buluş, teknik araç da vermiş değillerdir ve aslında veremeyeceklerdir de.
Yine cinler, tarihte dönüm noktalarını oluşturan olaylara, toplumlara büyük etkileri olan, onlara yön veren tüm önderlerin, sanatçıların, bilim adamların... aslında maddeleşmiş birer uzaylı, dolayısıyla Cin olduklarını lanse ederek insanların aslında hiçbir şey yapamayan ilkel, aciz daima kendileri tarafından güdülen kapasitesiz varlıklar olduğu görüntüsünü, imajını zihinlerde oluşturarak biz insanları bu şekilde de aşağılamaktadırlar.
Bununla birlikte sistemin gerçekte, yukarıdan aşağıya (özden-dışa) doğru Nur (meleki), Nar (ateş), madde ve katmanları olan boyutlar seklinde sıralanırken yanı sıra da insanın, Nurani boyutlara bilinçsel sıçrama yapıp melekleşme potansiyeline sahipken buna karşılık cinler ise, bunu başaramayacak özelliklerle yaratılmışlardır.
Cinlerin, Nur boyutunun yoğunlaşmasıyla oluşan Nari (ateş) boyuttan meydana gelmesi ve melekleri de yaradılış amaçlarının dışında bir şey yapmayan varlıklar, kendilerini ise, çok zeki görmeleri nedeniyle, kendilerini meleklerin daha tekamül etmişi daha gelişmişi olarak algılamakta, bizden daha üst boyutta olup bazı üstün özelliklere sahip oluşlarından dolayı da insanlardan üstün tür olduklarını görmekte, bu yüzden de verdikleri mesajlarda bu boyutsal sıralamayı çarpıtarak insanın kaderinin tabandan tavana, önce sudan, Nura doğru oradan da, ateşe (Nar’a) yükselerek çizildiğini dile getirmektedirler. Bu sebeple kendilerini bize, bu teknoloji çağında üstün bilgeliğin ve teknolojinin bulunduğu (insanlar için üst değer olarak bilinen) meleki boyutların ferdi ve sahibi olarak lanse etmektedirler.
Oysa teknoloji ve ona dayalı bilim, biz insanlar için geçerli olan şeylerdir. Melekler ve cinler için değil. Çünkü bu kavramlar Meleki boyutlarda anlamını yitirmektedir. Ve bu bulundukları Nari ısınsal boyutu da “Ran” veya “Omega” olarak isimlendirmektedirler.
Bu kelimeler de tesadüfi değil. “Ran” kelimesi, her şeyi ters olarak göstermeye çalışan ve daima, olumsuz yönde fiilleri ortaya koymaya programlanan seytaniyet vasıflı cinlerin bulunduğu Nar boyutun tersten okunuşudur. İkincisine gelince, İncil'in Vahiy bölümünde Isa (as), “Alfa ve Omega Benim” demektedir yani, “Baslangıç ve Son Benim”, anlamında. Çünkü Yunancada alfa ilk harf, Omega da son harftir. Yani yükselisin, zirvenin en son noktasının Omega dolayısıyla Cin boyutu olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca Omega harfi, (Ù) sembolüyle gösterilmektedir ki, dikkât edilirse bu da tipik bir UFO'nun yandan görünüşünü ifade etmektedir.
Kendilerini Cebrail (as), Mikail (as), ... v.b. melek ya da Ulu Ruh gibi tanıtan Cinler, bazen kontrol mekanizmalarını kaybedince kendilerinin aslında birer Rab olduklarını Rablerin Rabbinin ise, bedenlenerek yeryüzünde kulları arasında açığa çıkacağını belirtmektedirler. Yani bizlerin yaratıcısı meğer Cinlermiş. Simdi onlar, insanlara yardım eden ve tanrıyla iletişimimizi sağlayan tanrının has kulları olan melekler mi? Ya da tanrıyla bütünleşmemizi sağlayan tanrısal ruhlar mı? Yoksa Tanrıdan, Rablerin Rabbinden üstün konumda olup Rablerini paketleyip bizim aramıza gönderenler mi?... görüldüğü üzere çelişkilerin ardı arkası kesilmiyor.
Uzaylı varlıkların, uzayın mekansallık kısmına değil de, boyutsal ikizine ait varlıklar olduğuna (ki, o zamanda uzaylı kavramı düşmektedir) ilişkin en önemli bir kanıt da, Wodoo’dan tutun da kabile dinlerine kadar hepsinde farklı isimlendirme ve suretler esliğinde hep aynı benzer tanrı ve bu tanrının eli, kolu, ayağı olan tanrısal ruhların varlığının söz konusu olmasıdır. İnsanlar, bu tanrısal ruhlar aracılığıyla tanrısal katla ilişki kurmakta, bazen de onunla birleşmektedirler. Yani, bu tanrısal ruhlar tarafından yönlendirilmektedirler.
Geçmişte insanlara çeşitli ruhlar seklinde görünen cinler, bugün sadece isim ve sekil değiştirip günün popüler konuları ve anlayışları istikametinde görünseler de ortaya koydukları özellikler hep aynıdır, değişmemektedir. İnsanları, gerçeği yansıtmayan ve tamamıyla akıllarını allak bullak etmek için de, önce hayali sistem üstü sistemler, konseyler, tanrı kere tanrılar, rabler yaratmakta sonra da, bunların gönderdikleri medyumik peygamberler aracılığıyla kitaplar indirmektedirler. Böylece de Allah kavramını, Resullük, Nebilik işlevlerini ve dahi sistemi ve insanın hakikatini anlatan Kitapları basite indirgeyerek bunların aslında alelade şeyler olduğu imajını oluşturup insanları hakikatten soğutarak dinden imandan uzaklaştırmayı, dinin hükümlerinin, ibadetleri geçersiz kılmayı yani, hem enerji hem de şuursal yönlü gelişmeleri engellemeyi amaçlamaktadırlar.
Cinlerin, uzaylı olduklarını pekiştirmek için gösterdikleri bir hayal karsılaşmalarda ya da kaçırılma vakalarında görülen bir diğer şey de uzay gemilerin üzerinde dikkati çeken ilginç amblem, sembol, resim ve yazıların bulunmasıdır. Bu şekillerle Cinler, güya bir taraftan geçmiş toplumlara ait sembol ve dilleri (hiyeroglifleri) çağrıştırarak o uygarlıklarla da bağlantılı oldukları imajını verirken, diğer taraftan tamamen farklı, yabancı ve üstün uygarlıklara sahip oldukları düşüncesini insanda uyandırmaya çalışmaktadırlar.
Zaten uzaylılara inananların bir büyük iddiası da, uzaylı varlıkların geçmiş dönemde de insan ve topluluklarıyla irtibat ve hatta dinlerde bile yer aldıkları yönündeki görüşleridir. Gerçekten de günümüzdeki bazı ilkel kabilelerin tarihten gelen bilgilerine ya da eski Mısır, Yunan, Hint-Tibet, Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, Irka, Kuzey Amerika yerlileri olan Kızılderililer... vs. yani, kısacası dünyanın çeşitli yörelerine ait eski uygarlıklara baktığımızda, isim ve bazı küçük sekil değişiklikleri dışında hep ortak söylemler, algılamalar, vizyonlar bulunmakta olup (bunlar nesilden nesle anlatımların dışında yazılı metin ya da resimler seklinde de mevcuttur); bu söylemlerde de din adamlarının, önderlerinin BDD (beden dışı deneyim) yoluyla yıldızlara yolculuk ettikleri, orada üstün varlıklar ve uygarlıklarıyla karsılaşıp onlardan uygarlıkları ve evrensel sırlara ait birtakım bilgiler aldıkları, hayatlarını ve yasam biçimlerini bu bilgiler istikametinde yönlendirdikleri, kiminde, direkt uzaydan gelerek dumanları arasında beliren uzay araçlarının içinden çıkıp yarı insan, yarı hayvan görünümlü ya da “nordik” tipindeki insanlar seklinde o toplumları ziyaret ettikleri, on emir gibi ahlaki kurallar içeren öğretiler ile dünya ve uzay hakkında o an için bilinmesi mümkün olamayan bilgiler verdikleri ve bu bilgilerin bazılarının içinde, insanların atalarının kendileri oldukları (bazen de bu atalar tamamıyla ruhsal varlıklardır) yıldızlardan dünyaya geldikleri, onları daima gözetledikleri, içlerinden seçtikleri kişilerle mesajlarını ilettikleri ve zamanı gelince de yetiştirdikleri ürünleri toplamak için, tekrar yeryüzüne topluca inecekleri, bunlardan bazılarında da, kendilerini tanrı olarak gösteren bu uzaylıların kadınları kaçırıp kendi uygarlıklarına götürdükleri ve onlardan çocuklar edindikleri veya uçkuruna hakim olamayan bu tanrıların yeryüzünde kadınlarla ilişkiye girdikleri ve hatta bunlardan bir kısmında ise, insanların gözleri önünde gökyüzünde savaştıkları... yer almaktadır.
Günümüzde ise bu aynı tanrısallıklarını, insanlarla çeşitli şekillerde görüntülü ya da görüntüsüz olarak bağlantıya geçim çağın getirdiği modern dille, evrenimizin öz yapısı olan holografik yapılı enerjiyi projekte edenlerin bile, aslında kendileri oldukları seklinde ifade etmektedirler. Yani, evrenimizi dolayısıyla sayısız evrenleri ve boyutları kendilerinin yarattıkları, var ettikleri yalanını dile getirmektedirler. Zaten Cinlerin insanları kandırma yöntemlerine baktığımızda bir, gerçekten o şey hakkında kendilerinin de bilgisi yok ama bilgisi varmış gibi davranmakta; iki, o şey hakkında birtakım doğru bilgilere sahip olmalarına karsın bunu bilinçli olarak yanlış sunmaktadırlar.
O dönemde bilinmesi mümkün olmayan birtakım bilgilerin o varlıklarca, (hatta bazısının ilkel bir durumdaki) o toplumlara, insanlara verilmesi olayı ise, cinlerin yapıları gereği bizim algılayamadığımız, hassas cihazlarımızla ölçümleyemediğimiz çeşitli boyut ve mekanlara vukuf sahibi olmaları dolayısıyla olmaktadır. Ayrıca sunu da hemen belirtmek gerekir ki, bilinen her doğru bilgi değil, sadece belli bilgiler onlar tarafından verilmiştir. Bunun dışında, o dönemde Hakikatini bilen Resuller ve Nebiler aracılığıyla da öğretilen birtakım bilgilerin olmasının yanında, o dönem insanların kendi yetenekleri dolayısıyla elde ettikleri bilgiler de bulunmaktadır. Mesela, kalemi ilk olarak bulan, kalemle yazı yazan ve ilk defa iğne ile elbise dikip giyen insanın, Hz. İdris (as) olması gibi.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|