1833 yılında o zamanlar Türk idaresinde bulunan Bulgaristan’ın Tırnava kasabası kadısı Ahmet Şükrü Efendi, bu kasabada yaşanan bir olayı “Tırnovada cadı türedi, gün battıktan sonra ortaya çıkıyor, un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katıyor, yastık, yorgan ve bohçaları açıp dağıtıyor, insanlara saldırıp tecavüz ediyor ..... Bunu önlemek için Nikola adlı bir
cadıcıyla pazarlık ettik ...... Mezarlıkta cadıların yerini buldu. Kalpleri-nin üzerine kazık çakıp, kaynar su dökerek öldürdük†diyerek hükümete resmi bir mektup yazmış, bu yazı devletin o zamanlar resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 19 Rebiülevvel 1249 tarih ve 68 numaralı nüsha-sında yayınlanmıştır (Koçu 1962: 310).
Şu anda Romanya sınırları içinde olan Sarıgöl’ün Çor ve Kırımşah köyle-rinde topraktan ve mezardan korkunç bir sesle kalkan cadılardan, bunla-rın evlere, hayvanlara zarar verdiğinden, çocukları tabanlarından emerek öldürdüğünden, ancak yüreklerinden yere çakılıp, üzerlerine kireç dökü-lerek yakılırsa yok olacaklarından bahseden anlatılar vardır (Saygı 1962: 150). Gagavuz Türklerinde ise ölüm saçan kambur bir yaşlı kadın şeklin-de düşünülen taun (meçikli), günahkar insanların mezarlarda hayvan şekline girerek oluşturduğu, her şeyi yiyip yutan, salgın hastalıkları yapan obur (hobur), uzun gömlek giyerek, viranelerde çeşme başlarında oturan ve insandan korkan tılsım adlı cinler vardır (Güngör 1991: 39-43).
Şeytan: İslamiyetten önceki Arap inanışlarında “kötülük yapan cin†olarak dile getirilen şeytan kavramı, Yahudi, Hristiyan ve İslam geleneğinde Allah’ın yarattığı ilk insan olan Hz. Adem’e secde etmediği için cennet-ten kovulan, ‘baş kaldıran melek’ anlamında kullanılmıştır (Hançerlioğlu 1994: 582). Kur’an-ı Kerimde adı İblis olarak da geçen şeytandan (Bil-men tarihsiz: Ayet 7-11) çeşitli ayetlerde bahsedilir (Bakara-34, Ali imran-36, Nisa-117, Araf-11, Hicr-17-18, Nahl 98-100, İsra 26-27-53 vb.). Şeytan kurnaz ve hilekar olarak düşünülür. İnsanları doğru yoldan çıkarmak onun en önemli işidir. Türkçede; şeytan azapta gerek, şeytan diyor ki, şeytan dürtmek, yüzünü şeytan görmek, şeytan kulağına kurşun, şeytanın bacağını kırmak, şeytana pabucunu ters giydirmek (Aksoy 1984: 893) gibi pek çok deyimde adı geçen bu şeytan, yaptığımız olumsuz ve hatalı davranışlarımızın sorumlusu ilan ettiğimiz bir olağanüstü yaratıktır.
Şeytan resim ve karikatürlerde insan gövdeli, boynuzlu, sivri kulaklı, çatal ayaklı, kuyruklu, elinde mızrak taşıyan korkunç bir varlık olarak tasarlanır.
Peri: Cinlerin dişileri peri adıyla anılırlar (Doğan 1981: 811). Güzellik ve yardımseverlik sembolü olarak kabul edilen periler, problemleri çözme ve becerikli olma özellikleriyle de tanındıkları için daha çok masal kah-ramanları arasında yer alırlar.
Bunlardan başka yaptığımız araştırmada tarlaguzan, kalfa, keruş, keruşereş, İfrit, ferit, albız gibi olağanüstü varlıkların isimlerine rastladıysak da haklarında bilgi edinemedik (Taner 1983: 13). Bazı anlatılarda hırtik, çıtlık kuşu, kul, yol azdıran, gelincik (Çobanoğlu2003: 140) gibi isimlerle de karşılaştık.
Umacı, öcü, dev, gulyabani, dunganga, kuyu kızı gibi isim taşıyan yaratıklar ise yaramazlık yapan, ağlayan, uyumayan çocukları korkutmak amacıyla uydurulan, her çocuğun kendi hayalinde korkunç bir şekilde canlandırdığı, var olduğunu ve kendisine zarar vereceğini düşündüğü varlıklardır.
Bu olağanüstü yaratıkların özellikleri ve yaşadıkları yerlere gelince; i-nanmalara göre, aslında aynen insanlar gibi fakat insanlara görünmeden topluluk halinde, padişahlar ve beyler tarafından yönetilerek yaşarlar. Erkek ve kadın cinsleri vardır. Evlenip çoluk çocuğa karışırlar. Çocukla-rını da kendilerinden olan varlıklar doğurtur. Hatta bazı güç doğumları da insan ebeleri kandırıp, kaçırarak yaptırırlar (Taner 1983: 12). Müslüman-ları ve kafirleri vardır. Eğlenceyi özellikle topluluk halinde def, darbuka, zurna çalıp, şarkılar söyleyerek eğlenmeyi çok severler. Bazen bu şenlik-lerine insanları da kaçırarak zorla iştirak ettirirler. Metamorfoz en bilinen özellikleridir. Her an kılık değiştirip, kedi, köpek (özellikle siyah ve be-neksiz), yılan, horoz, tavuk, deve, keçi, tavşan, tay, tilki, örümcek gibi hayvan, hayvanla insan arası bir yaratık, kefenli ölü, arap, gelin, uzun saçlı beyaz sakallı bir yaşlı evliya şekillerine girebilirler. Bazen ayakları ve kolları geriye doğru ters olup, anormal derecede büyük ve çirkin yara-tıklar olarak görünürlerse de (Karadeniz 1986: 5) genellikle küçücük, minik insanlar olarak kendilerini belli ederler.
Tabiat üstü varlıkların iyileri, kötüleri, hayırlıları, hayırsızları, dindarları hatta evliyaları vardır. Hayırsız olanları evlerin daha çok eşik, ocak başı, merdiven altı gibi yerlerini mesken edinirler. Bazen kendilerini yukarıda saydığımız kılıklarda gösterirlerken bazen de varlıklarını kilitli kapıları açmak, eşyaların yerlerini değiştirmek gibi çeşitli şekillerde belli ederler. Halk bu gibi yerlere tekin değil der. Burada yaşayan göze görünmeyen varlıkların insanı çarpacağına, ağzını, yüzünü eğeceğine inanır (Balcıoğlu 1952: 555). Tekin olmayan evlerin kira veya satış fiyatları çok düşüktür.
“İyi saatte olsunlar†ın önemli özelliklerinden birisi de bir anda ortaya çıkıp, aniden kaybolmalarıdır. Evlere anahtar deliğinden, bacadan, kapı altlarından süzülüp girebilirler. Hemen hepsi bilgilidir. İçlerinde cahil olanları pek azdır. Hastalanıp, sakat kalabilirler, ölümleri daha çok bir kaza sonunda olur. Ölülerini çöplüklere, tuvalet kenarlarına, pis yerlere gömerler. Onların mezarlıkları buralardır.
Görünmeyen bu varlıkların yaşadıkları yerler arasında açıktaki tuvaletler, çöplükler, ulu ağaçların dipleri, ormanlar, saçak altları, bulaşık sularının birikintileri, izbe, ürkütücü, korkunç yerler, mezarlıklar, ıssız dere yatak-ları, terkedilmiş değirmenler, küllükler, kuyu başları, pınar kenarları, nehir yatakları, denizlerin kirli bölgeleri (Sabri 1933: 143), göl kenarları, bataklıklar, çeşme önleri (Ülkütaşır 1933: 84), mağaralar, büyük terke-dilmiş evler, köşkler, kale ve saray harabeleri, hamamlar, samanlıklar, ahırlar, evlerin eşikleri, ekmek kırıntılarının döküldükleri yerler, oturulmayan, kimsenin olmadığı bölgeler sayılabilir (Boratav 1976: 89). ‘İn-cin top atıyor’ deyimi buraları anlatmaktadır.
Cinler insanlarla bazen iyi bazen kötü ilişkiler kurabilirler. Ellerinden herşey geldiği için yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Kızdırılmazlarsa veya kendilerine bir kötülük yapılmazsa genellikle kayıtsız kalırlar. Ba-zen bir yolcuyu yanlış yönlendirmek, olmadık bir yere tuvalet ihtiyacını yaptırmak gibi şakalar yaparlar. Bazen de durmadan bir insanın adını seslenirler. Buna önem verilmezse bir şey yapmazlar. Şayet kötü kelime-lerle tepki verilirse o insanı kaçırırlar. Böylece o kişi ecinnilere karışır. Zaman zaman kadın veya erkekler cinlerle evlendiklerini söyleyerek normal hayatlarından uzaklaşırlar. Bunlara da karışmış insanlar denir. Bu varlıklar kendilerine yardım ve mutlu edenleri ödüllendirirler. En büyük ödülleri sevdikleri kişiye soğan, sarımsak kabuğu hediye etmektir. Bunlar eve götürüldüğünde veya gün ışıdığı zaman altın olurlar. Bazen tersini de yaparlar, altın, gümüş, diye verdikleri sabahleyin soğan kabuğuna dönebilir. Bu durum insanların yaşadıklarını bir başkasına anlatması halinde ortaya çıkar. Bunlar insanları kandırıp köle haline getirebilir, bütün işle-rini yaptırabilirler.
Cin ve peri padişahları adaletlidir. Şehir dışındaki ulu ağaçların altına mahkeme kurup, onların zarar verdiği insanların şikayetlerini dinlerler. Cin muhafızı tarafından mahkemeye getirilen cin, yargılanır. Şayet suçlu bulunursa ölüme bile mahkum edilebilir (Bayrı 1972: 199).
Ecinniler insana tek başınayken görünürler. İki kişi bir aradayken ortaya çıkmazlar. Gün ışığını sevmezler. Akşam karanlığı iyice çöktükten sonra gezmeye çıkıp, gün ışıyıncaya ve horoz sesleri duyuluncaya kadar dola-şırlar. Gece herkesin uyuduğu saatte Kur’an okunursa onların rahatça gezmelerine engel olunacağı için bunu istemezler. Okuyan kişinin yanına yaklaşmazlar fakat çeşitli şekillerde korkutarak yatmasını sağlarlar.
Tabiat üstü varlıkların insana verdiği zararlar; çarpılmak, uğramak, eriş-mek, karışmak, dokunmak, ilişmek gibi kelimelerle adlandırılır. Eskiden bazı Türk boyları cin çarpmasına ‘kovuç’ veya ‘kovuz’ diyorlardı (Kaşgarlı 1986: III, 163). Bu adlarla anılan hastalıkların sebep olduğu belirtiler olarak, insanın ağzının çarpılması, eğrilmesi, dilinin tutulması, kolunun çolak olması, kendini kaybedip çırpınması, sayıklaması, yürür-ken dengesini kaybetmesi, ayaklarının aniden tutmaması, yıkanmak iste-memesi, kirli, pis, saçlı sakallı dolaşması, mevsime uymayan kıyafetler giymesi (Hulusi Ahmet 1972: 94) şayet söz konusu bir çocuksa sürekli ve sebepsiz yere ağlaması sayılabilir. İnanışa göre dişi cinlerin çarpması daha tehlikelidir. Çünkü bunlar etraflarına erkek cinleri toplayıp grup halinde gezerler, (Taner 1983: 12) saldırgandırlar.
Bilinmez varlıkların verdiklerine inanılan zararlar bu kadar büyük olunca elbette bazı önlemler de geliştirilmiştir. Öncelikle bu varlıkların adları söylenmez. Bahsetmek gerekince “iyi saatte olsunlar, bizden uzak olsunlar†denir. Onları ürkütecek, kızdırıp korkutacak hareketlerden kaçınılır. Bu varlıkların yaşadığı düşünülen yerleri kirletmemeli, bulaşık sularını veya sıcak suyu akşam saatlerinde açığa ya da kapı önlerine dökmemeli, açık yerlerde tuvalet ihtiyacını gidermemeli, karanlık ve pis yerlere girer-ken, “Bismillah, destur, tu tu tu†demelidir. Bu sözlerle oranın sahiplerin-den izin istenmiş, gönülleri hoş edilmiş olur (Kalafat 1993: 50, 57). Özel-likle çocuklar bunları söylemeye çok dikkat etmelidir. Bazen sokağa kirli su dökmek gerekirse “ destur ya ahd-i Süleyman†denir. Cinler Süleyman Peygambere “senin adını anan kişiye dokunmayacağız†dedikleri için, bu sözlerle o sözleşme hatırlatılmış olur (Boratav 1984: 87). Küplere veya dolaplara yiyecekler konurken, yeni kıyafetler alınınca, kızların eşyaları çeyiz sandığına konurken “Besmele†çekilmezse, bunların bir kısmını cinlerin götüreceğine veya zarar vereceğine inanılır. Sandıklarda uzun zaman bekleyen beyaz kumaşlarda sarı bir leke oluşmuşsa “burada, şeytan doğurmuş, Besmelesiz koymuşuz†denir. Köpeklere ekmek vermek, yedi mahalledeki cinleri kaçırmak için ak horoz beslemek de yapılan uygulamalardandır (Tanyu 1967: 93).
Alıntı: İnternet
Renk terapisi...
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|