Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Uri Galler Röportajı
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 30.01.17, 18:56
☆Tuana Tuana isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Güvenilir
 
Üyelik tarihi: 07.01.15
Bulunduğu yer: Adana
Mesajlar: 4,685
Etiketlendiği Mesaj: 131 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Uri Galler Röportajı

Babam saat hastası. Bizim Adana’daki evde her boydan, her türden duvar saati var. Saat başı hepsi ötüyor. Bir de babamın denemesine rağmen yapamadığı bozuk saatler var, onlar da bir yerlerde duruyor.



Annem, bir gün, Alman kanallarından birinde Uri Geller’in programına denk geliyor, o sırada Uri Geller, "Evde çalışmayan saatlerinizi ekranın önüne getirin" diyor. Mami hepsini topluyor, televizyonun önüne diziyor. O da ne Uri Geller bir şeyler yapıyor, evdeki bütün çalışmayan saatler birden çalışmaya başlıyor! Annem hayretler içinde "Nasıl oldu bu şimdi!" diye, babam da şaşırıyor ama daha cool takıldığı için çaktırmıyor. Bana anlattığında, küçük bir yazı yazdım, "Ah ahhhh!" şimdi Uri Geller’le röportaj yapmak vardı diye. Tamamen laf olsun diye.



Bakar mısın kadere, bilmem kaç ay sonra adam karşımda. Almanya’da, Hollanda’da, Macaristan’da, Rusya’da ve ABD’de olay yaratan yarışma programını Sinan Çetin şimdi "Fenomen" adı altında Türkiye’ye getiriyor. Bundan böyle Uri Geller de her hafta İstanbul’da olacak. Size ilk intibamı söyleyeyim: İnsan, kaşıkların önce boynunun, sonra belinin büküldüğünü görünce küçük dilini yutuyor! "Allah Allah nasıl olur?" oluyorsun. Elini filan araya sokmak istiyorsun, elektrik akımı filan hissetmek için. Nitekim soktum, hiçbir şey hissedemedim. Ama acayip heyecanlandım. Sonra durduk yerde, ortada makul bir sebep yokken bana, "Anneniz nasıl?" demesin mi? Desin. Bir tuhaf oldum, şimdi bu da nereden çıktı diye. "Arar mısınız annenizle konuşmak istiyorum" dedi. Uri Geller’i kıracak halim yok ya, aradım. Mami inanamadı, dalga geçiyorum zannetti, gerçek olduğunu anlayınca mutluluktan öldü. Bir süre konuştular...



Sonra bana döndü, "O elindeki deftere bana göstermeden bir şekil çizsene" dedi ve arkasını döndü. "Tamam mı? Bitti mi?" diye sordu. "Tamam" deyince bir süre suratıma baktı ve "Çok tuhaf" dedi, "İnsanlar genellikle ev, ağaç, daire, üçgen, yıldız ya da kalp çizerler, sen soru işareti çizdin" dedi. O da elindeki kağıda benim çizdiğim soru işaretinin aynısını çizmişti. Gösterdi. Milimetrik olarak aynı ölçülerdeydi. Oturduğum sandalyeden düşecektim! Özel yetenekleri olduğu kesin. Siz de gözlerinizle göreceksiniz zaten. Çok çok acayip bir adam. Ben çok etkilendim. Sıra sizde...



1946’da Yahudi bir çocuk olarak doğmak nasıl bir şey?



- Benim için normal. Tel Aviv’de doğdum, etrafımdaki herkes zaten Yahudi’ydi ama annem ve babam için durum aynı değil. İkisi de, 2. Dünya Savaşı’nın vahşetini dibine kadar yaşamış. Bütün akrabaları Naziler tarafından öldürülüyor, onlar ise İsrail’e kaçmayı başarıyor.



Anneniz Avusturyalı, babanız Macar asıllıydı öyle değil mi?



- Evet. Annem Sigmund Freud ile kuzen oluyor. Berlin’de doğuyor, bir yaşındayken Macaristan’a geliyor, 19 yaşındayken de babamla Budapeşte’de evleniyor. 2. Dünya Savaşı sırasında malum sebeplerle terk etmek zorunda kalıyorlar orayı. İkisi farklı gemilere binip kaçıyor ve Filistin’de buluşuyorlar. Hayatta kalmaları bile mucize. Sonra Hayfa’ya yerleşiyorlar ve ben doğuyorum.



Savaş sona erince her şey yoluna giriyor ve sonunda mutlu aileye kavuşuyoruz. Öyle mi?



- Keşke öyle olsa. Çok fakirdik ama mesele o değildi. Babamın korkunç bir kusuru vardı.



Neymiş o?



- İnanılmaz çekici bir adamdı. Çok çok yakışıklıydı.



Bu bir kusur mu?



- Ne yazık ki öyle. Çünkü kendimi bildim bileli, kadınlar babamın peşindeydi. Onun da kadınlara karşı müthiş bir zaafı vardı. Bu da evde huzursuzluk demek. Babamla birlikteyken annemi hep üzgün gördüm. Sürekli aldatan bir adamla birlikte olmak bir kadın için çok ağır bir şey.



Hep mi aşıkları vardı?



- Evet. 7 yaşındaydım, babam beni Tel Aviv’in en meşhur kafelerinden birine götürdü. Saat 5 filan, tam çay saati, içeride bir sürü kişi sohbet ediyor, bardak ve fincan sesleri duyuluyor. Hiç unutmuyorum, babam içeri girince herkes birdenbire sustu. O kadar acayip bir karizması vardı ki, insanlar onu görünce donup kalırdı ya da gözlerini ondan alamazdı. Babam o zamanlar bana tanrıymış gibi gelirdi. Ama tabii bu durum, evliliklerinin sonu oldu. Annem dayanamadı ve babamı boşadı.



Kaç yaşındaydınız?



- 10 civarı. Hayatımın en kötü zamanları. Annem beni bir kibbutza bıraktı, her şeyi yoluna koyunca beni geri alacaktı. Onu o kadar özlerdim ki, geceleri aya bakardım, annemin de aynı aya baktığını hayal ederek. Gençken anneme bir söz verdim: "Senden hiç ayrılmayacağım!" Sözümü de tuttum: Annem hep bizimle birlikte yaşadı, üç sene önce 92 yaşında öldü, her zaman da çok iyi bir ilişkimiz oldu.



Tek çocuk musunuz?



- Bu da hayatımın başka bir travması! Evet, annemin doğurduğu tek çocuğum ama meğer annem, benden önce 8 kere daha hamile kalmış. Babam çocuk istemediği için onu her seferinde kürtaja zorlamış. Dokuzuncuda annem ona rağmen beni doğurmuş. Ben de hayatım boyunca o doğmamış kardeşlerimi etrafımda hissettim ve onlar için çok üzüldüm. Gerçi babam kötü bir adam değildi, askerdi, düzenli, disiplinli bir adam. Ayakkabılarını öyle gelişigüzel çıkaramazsın, aynı hizada duracaklar. Ama işte genellikle evde değildi ya görevdeydi ya da kadınlarlaydı. Annem, babamdan ayrıldıktan sonra başka bir Macar Yahudisi’yle tanıştı ve hayatımızda güneş açtı. Güney Kıbrıs’a taşındık, Lefkoşa’ya...



Vayyyyyyyyyyyyyyy!



- Evet, birden ada çocuğu oluverdim. Üvey babam bir dansçıydı, aynı zamanda piyanist. Lefkoşa’da küçük bir müzik dükkanı vardı. Üç piyanomuz vardı, kiraya veriyorduk. 12 yaşındaydım, görevim piyanolara nezaret etmekti. Arada gidip kontrol ediyordum, akorda ihtiyaçları var mı, çizik mizik var mı? Piyanoların bir tanesi de Lefkoşa’nın Türk kesimindeydi. İşte bir gün oraya gittiğimde bir Türk imamıyla karşılaştım. Ve o hayatımı değiştirdi.



Nasıl yani?



- Aval aval piyanonun olduğu mekana giderken, birden o camiyi fark ettim, minaresi beni büyüledi. Kapı açıktı, farkına varmadan merdivenleri çıkmaya başlamışım, tepeye kadar çıktım ve birden karşımda yaşlı bir imam gördüm. Göz göze geldik. "Burada ne arıyorsun?" dedi. "Bilmiyorum" dedim. Ama tuhafıma da gitti, çünkü imam mükemmel bir İngilizce konuşuyordu. Sonra arkadaş olduk. Ben 12 yaşındaydım, o 70. Bir gün dedim ki "Sana bir şey göstereceğim" ve ona cebimden çıkardığım kaşığı sana yaptığım gibi eğdim. Çok coşku gösterecek zannettim ama nedense kılı bile kıpırdamadı. "Bu normal" dedi. İşte o imam, hayatıma farklı bir yön verdi, kendime inanmayı öğretti, pozitif düşünmeyi öğretti, hayal ettiğim şeyleri hayata nasıl geçirebileceğimi öğretti. Bana dedi ki "Hayal ettiğin her şey gerçek olabilir!" Bunu ilk ondan duydum. "Nasıl olabilir ki?" dedim, "Hayal, aklımın içinde. Gerçek değil ki" O da dedi ki "Öyle deme, dünyadaki en büyük güç, hayal etmektir!" Üç yıl düzenli aralıklarla onu ziyaret ettim. Ve ne öğrendiysem ondan öğrendim. Sonra maaile İsrail’e döndük.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147