Cehennem yer altında değildir. Cennet de...
Cennet ve cehennem yedi kat semanın daha da üzerinde, arş-ı âlâ'da... Şu anda mevcutlar. Varlar. Ama ölenler cennete de cehenneme de gitmiyorlar. Kabir alemini yaşıyorlar.
Kabir alemi (Alem-i berzah) da yer altında değil. Sadece bedenler, dört ana unsurdan meydana gelmiş olan, ateş, hava, su, topraktan ibaret olan, madde olan bedenler toprak altında kalıp çürüyor. Lakin madde olmayan, dört ana unsurdan meydana gelmemiş olan ruhlar, maddesel olarak ulaşılamayacak ve idrak sınırlarımızın anlamaya yetmeyeceği bir hızla, görevli meleklerin hızı ile, geçici bir süre için, yine yedi kat göğün üzerindeki bir katta (Alem-i kürs'ün de üzerindeki arş-ı âlâda, yani 9. kat gökte) olan Illiyyin ve Siccin denen iki farklı yere götürülüyor.
Illıyyin'de kabir azabı bile çekmeden doğrudan cennete girecek olan mü'minlerin, Siccin'de ise kabir azabı ya da cehennem azabı çekecek olan müminlerin ruhları ile bir de ebedi azap çekecek olan kafirlerin ruhları bulunuyor. Illiyyin cennet misali bir yer. Siccin ise cehennem misali bir yer... Illiyyin'de ya da Siccin'de olan ruhlar ile, dünyamızda kabrinde olan bedenler arasındaki bağlar da tam anlamı ile kopmuyor. Ruhla bedenin 12 bağı var ve ölümle birlikte bunlardan sadece üçü, hareket, konuşma ve ısı bağı kopuyor. Ölüp Illiyyin'e ya da Siccin'e götürülmüş bile olsa ruh, dünyadaki cesedinin başına ya da kabrinin başına gelen kişileri görüyor, duyuyor, anlıyor ama cevap verme hakkı kendisine verilmiyor.
Belki de kırk bin yıldır Illiyyin'de ya da Siccin'de kıyametin kopmasını bekleyen ruhlar var. Adem aleyhisselamdan bu güne, vefat eden hiç kimse cennete ya da cehenneme gitmedi. Hepsi kıyameti ve hesap gününü, bedenleri toprağın altında, ruhları Illiyyin'de ya da Siccin'de olmak üzere bekliyorlar. Kimi azap içinde kimi nimetler ve zevkler içinde bekliyor. Bedenleri çoktan çürümüş toprağa karışmış olanların bile kuyruk sokumundaki nohut tanesi kadar bir kemikleri çürümedi ve kıyamet koptuktan sonra, ikinci sur üfürülünce hepsi bu kemiklerindeki atomlardan başlamak sureti ile tekrar bir araya getirilecekler. Atomu olan hiçbir şey tam anlamı ile kaybolmuyor.
Kıyamet kopup hesaplar görüldükten sonra, o ana kadar Illiyyin'de ya da Siccin'de bulunanlar, hesaptan sonra cennete ya da cehenneme girecekler. İmanını kurtaran ama günahkar olan mü'minler cehenneme geçici bir süre için girecekler. Hak ettikleri azabı çekip sonra sonsuz olarak cennete konulacaklar. Kafirler ise sonsuz kalmak üzere doğrudan girecekler.
Kiminin kabri cennet bahçelerinden bir bahçe misali, kiminin kabri cehennem çukurlarından bir çukur misali ama hiç biri cennette ya da cehennemde değil... Peki Cennet ve cehennem şu anda fiilen varsa neden kıyamete kadar da, cennette ya da cehennemde değiller, öyle ise cennet ve cehennem neden var?
Çünkü kainatta daha önce de pek çok defa kıyamet koptu ve bizim Ademimizden önce başka ademler ve nesilleri de yaratıldı. Bunlar da dünya hayatlarını yaşayıp imtihan olup cennetlik ya da cehennemlik oldular. Bizden önceki Ademlerin nesillerinden sonsuz azaba müstahak olanlar, an itibari ile cehennemde bir dakikasına bile tahammül edilemeyecek azabı sonsuz olarak çekmeye devam ediyorlar. Cennettekiler de tahmin bile edemeyeceğimiz güzellikte bir cennette zevk içinde hiç bir sıkıntı duymadan, gönüllerinin istediği her şey kendilerine verilerek, sonsuz olarak bulunuyorlar.
Dünyamızda yaklaşık 3 milyar yıl önce nanoteknoloji ile üretilmiş aletler, günümüzdeki kazılarda bulunmuş iken ve bizden önce de başka ademler, belki bir milyon başka adem yaratıldığına dair dini deliller de var iken, daha önce de Ademler yaratıldığını ve kıyametler koptuğunu en büyük İslam alimleri bile kabul etmişken, şu tahminde bulunmak yerinde olur ki belki de aralarında yüz milyarlarca yıldır cennette ya da cehennemde olan ruhlar bile vardır.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
"Hayır (o kâfirler gibi olmayın). Çünkü itâatkâr olan iyilerin kitâbları (amelleri), hiç şüphesiz İlliyyîn'dedir." (Mutaffifîn sûresi: 18)
"İnsanı, şehvetler, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin arzû ve istekleri kaplamıştır. O, bunlarla mücâdele etmekle vazîfelidir. Şehvetlerin düşkünü oldukça, esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına, hayvanların ve şeytanların seviyesine) iner. Şehvetlerini yendikçe, İlliyyîn'e ve meleklerin derecesine yükselir." (İmâm-ı Gazâlî)
"Mü'min ölüm döşeğine yattığı vakit, melekler çeşitli misk kokulu ipek mendil ile gelip, yağdan kıl çeker gibi, rûhunu bedeninden ayırırlarken; "Ey mutmainne (Hakîkate ermiş, bu sebeble kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüt kalmamış) nefs, sen Rabbinden, Rabbin de senden râzı olduğu hâlde, Allah'ın rahmet ve keremine dön!" derler. Rûh çıktığı vakit, o kokular arasına konur, ipek mendil üzerine bağlanır ve İlliyyîn'e götürülür..." (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)
"Mü'min ölenlerin, İlliyyîn'deki rûhları, arasıra yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlardaki cesedlerine red olunurlar (gönderilirler). En çok Cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşur, konuşurlar. Rûhlar İlliyyîn'de iken, cesed olmaksızın da, nîmetlenir, lezzetlenir." (İmâm-ı Yâfiî)
"Hafaza (koruyucu melekler) yâni Kirâmen kâtibîn, bir kişinin amel defterini Allahü teâlâya arz ettiklerinde; "Siz kullarımın üzerine hafazasınız. Kalbini bilen benim. Amelini hâlis ettiğinden (yâni amellerini ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığından), onun defterini İlliyyîn'e koyun. Çünkü onu af ve mağfiret ettim" diye Allahü teâlâ vahyeder (bildirir)."
__________________
Ne senle yaşanıyor
Ne de sensiz oluyor
Şu garip bomboş dünyada..
|