Teoride;
Vahdeti vücudun esas olduğu, hiçliği, Birliği, Allah'ta kaybolmayı, nefs terbiyesini/tezkiyesini amaçlayan, ilk öğretisi sorgulamadan teslimiyet ve tevazu ehli olunması gerektiğini öğütleyen bir öğretinin
Pratikte ise ;
birden bire "herkese nasip olmaz." "hakikati biz görüyoruz." "kuran cevizin dışı, biz içini yiyoruz." "havas, avam" "siz kavrayamıyorsunuz." "herkese açık değildir yalnızca seçkinler anlar." "umuma şamil değildir." (umuma rabıta yaptırıyorsunuz ama?) vs gibi daha aklıma gelmeyen bir çok kibir dolu söyleme ve fiile dönüşmesi tuhaf değil mi?
Hz. Ali yada Ebubekir efendilerimizin rabıta yaptığına dair bir delil var mı? Yada tövbe aldıklarına dair? Yok. Çünkü töbe Allah ile kul arasında ki özel bir mesele olduğundan yalnız Allah'a yapılan/verilen bir söz hükmü taşıdığından kulların bir cübbenin ucunu tutturup yaptırmasını bir kenara bırakın şahit olunmaması gereken bir hal olarak adledilirdi. Ben sanıyorum ki herhangi biri tövbe yaptırsaydı eğer recm edilirdi. Sünnette ve fıkıhta örnekleri mevcut.
Allah efendimize "seni vahiy ve hikmetle rızıklandırdık." buyurmuştur. Hikmetten sonra vahiy sözcüğünün gelmesi tesadüfi değildir. Vahiyi anlama, tatbik etme yetisi/yetkisi anlamındadır hikmet. Müstesna bir kişilik olması açısından bu efendimizin rızıklandırılması normaldir hikmet ile. Fakat gördüğüm kadarıyla Allah Azze ve Celle mutasavvufları da resulü Ekrem efendimiz düzeyinde rızıklandırmış. Hatta daha ileri gidecek olursak Allah Azze ve Celle efendimize bir melek vasıtası ile emirlerini bildirirken bir çok mutasavvuf ilham yada rüya vasıtası ile görüşmek suretiyle bizzati Allah Azze ve Celle ile muhatap olmuşlardır. Bu bağlamda bakarsak herkese nasip olamayacağı çok açık.
|