Büyü ve Falcılık
Büyü Nedir?
Büyü, metafizik güçleri kullanarak bir kimseyi etki altında bırakmak demektir. Büyü simya ilmiyle, cinlerle, çeşitli maddelerle ve çeşitli yazılarla yapılabilmektedir. Rabbimiz (cc) büyü yapmayı kesin olarak yasaklamış; Bakara Suresi 102. ayette büyü yapanın ve yaptıranın ebediyen cehennemlik olacağını bildirmiştir.
Cinler Büyücülere Nasıl Yardım Ederler?
Okuyan şahıs kuvvetli bir radyo istasyonuna benzer. Bu istasyon şiddetli dalgalarını atmosfere yayar ve bu kuvvetli dalgalar, daha zayıf ve küçük radyo istasyonun dalgalarını siler. Aynı şekilde bu işi yapan şahıstan yayılan elektro manyetik dalgalar bu cinlerin ölmesine yol açar. Dolayısıyla bazı cinler bu işleri yapan şahısların emirleri altına girerler. Onlara, yani emir altına girmiş olan cinlere sihir yapmalarını emrederler. Ve bu tip cinleri emri altına almaya çalışan veya almaya muvaffak olabilen şahıslar genellikle bir yerde inzivaya çekilirler. Kendi duaları ile oluşturdukları şifrelerle uğraşırlar.
Cinlerin Büyücülerden İstekleri Nelerdir?
Büyücü aşağıdaki belirtilen fiilleri yapmak suretiyle şeytanın yardımını alabilir: Kuran ayetlerini ayaklarının altına yazmak; Kuran ayetlerini pislikle yazmak; Kuran’ı ayakaltına alıp, sıkıca bağlayarak tuvalete gitmek; besmele çekmeden şeytan için kurban kesmek ve kesilen hayvanı şeytanın belirttiği yere bırakmak; ateşle konuşmak, ona secde etmek veya tapmak; annesi veya kızı yahut kız kardeşiyle yatmak… Büyücünün küfrü ne kadar fazla olursa şeytanın itaati de o derece fazladır.
Büyü Yapılırken Cinlerden İstifade Edilir mi? Nasıl?
Büyü (magic), gizli metotlarla elde edilen olağanüstü kuvvetleri olan bir sanattır. Sihir, eski İran rahiplerinin bilgeliğin araştırılması yolunda kullandıkları bir metottur. Maj (mage) kelimesi Zerdüşt dini rahiplerinin diğer bir adıdır. Mirabeau’ya göre sihir barbar ve cahil kavimlerde olduğu gibi, medeni topluluklarda da beşeri bir gaye uğruna çalışmak yerine olan üstü hadiseleri meydana getirmek yolunda bir gayret olarak ortaya çıkmıştır.
12. asır okültistlerinden Hugese de Saint Victor’a göre sihri beş esaslı kısma ayrılır: 1. Kehanet 2. Matematik 3. Efsun, Teshir (Sortillege) 4. Gazibe, mucize, prodige 5. Meş’um Tesir (Malifice) (Ergün Arıkdal, Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1971)
Bu bölümlerden “kehanet”le, “meşhum tesir” tamamen cinlerle yapılan, gerçekleştirilen büyülerdir.
Huges de Saint - Victor kehaneti de ayırmıştır:
· Ölülerle haberleşme
· Yer cinleri ile gaibden haber alma (geomancie)
· Su perileri ile gaibden haber alma (Hydromanici)
· Hara perileri ile gaibden haber alma (Aeromancie) Fire_Demon.jpg
· Ateş perileri ile gaibden haber alma (Pyramancie)
Meş’um Tesir (Malefice) ise gizli ve tabiatüstü vasıtalar kullanarak insan hayvan ve bitkilerle yapılan kötü tesirdir. Üçe ayrılır;
· Şeytani yakarma (incantation de-moniaque)
· Ak büyü (Magic Blanche)
· Kara büyü (Magie noire)
Bu terim, şeytan ve yeri ruhların yardımı ile yapılan kötü tesirleri ihtiva ettiği için, böyle “kara” sıfatı ile adlandırılmıştır. (Ergün Arıkdal, Metapsişik Terimler Sözlüğü, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1971)
Az çok Spritüalizm de büyünün genellikle cinlerle yapıldığı, ama bunun yanında simya ilminin veya büyücünün beyin gücünün de tesirinin olduğu vurgulanmaktadır ki bu çok doğru burada yapacağımız tek ilave veya hatırlatma, büyünün, “dinden çıkmadan” yapılamayacak olması. O yüzden ak büyü diye bir şey yoktur. Hepsi şirktir, yapanda, yaptıranda, yol gösterende ebedi cehennemdeki yerini hazırlamalıdır… Yüce rabbimiz büyü yapanın ahiretten nasibi olmadığını şu şekilde belirtmiştir:
Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihir)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah'ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi. (Bakara Suresi, 102)
Rabbim (cc) nasip ederse çıkaracağımız ikinci kitabın konusu ”büyü” olacak ve o kitapta derinlemesine bu konuları açıklamaya çalışacağız.
Cin’e, Büyüye ve Nazara Karşı Kuran’ın Tedavi Edici Fonksiyonu Nasıl Gerçekleşir?
Tıbb-ı nebevi’nin en bariz hususiyetlerinden biri tedavide Kuran-ı Kerim’e müstesna bir yer vermiş olmasıdır. Mezkûr mevahib-i ledünniye mütercimi bu hususu “Hak Teala Hazretleri izale-i emrazda (hastalıkların tedavisinde) Kuran-ı Azim’den eam ve enfal (bütün hastalıklarda geçerli daha müessir) Bir deva inzal etmemiştir. Kuran-ı Azim marazlara şifa ve ayine-i kulüba ciladır” diyerek ifade eder. Yani hem maddi ve hem de manevi hastalıkların en faydalı bir ilacıdır.
Kuran’ın bu yönünü tespit eden ayetler vardır: “Biz Kuran’dan müminler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz” (İsra Suresi, 82). Fahreddin-i Razi Hazretleri “Kuran” kelimesinin başında geçen tebiz için değil, cins için Olduğunu belirtir. Böyle olunca ayeti şöyle anlamak muvafıktır: “Kuran olarak indirdiğimiz ayetlerin hepsi müminlerin maddi ve manevi her çeşit hastalıkları için şifadır.” Kuran’ın. Manevi hastalıklarla ilgili tedavisi iki suretle olmaktadır. Zira manevi hastalıklar ikidir: Bir kısmı batıl itikatlardır. Bunlar yaratılış, insanın bidayeti, akıbeti, kader, ulûhiyet, nübüvvet gibi iman esaslarına giren meselelerdir. Bu hususlarda İslam’ın tebligatına uymayan her inanış tarzı manevi bir hastalıktır. Şu halde bu meselelerde Kuran gerçek olanı delilleriyle birlikte zikrederek batıl mezhepleri ibtal etmiş, müminlerini sapıklıklardan korumuştur.
İkinci kısım manevi marazları kötü ahlaklar teşkil eder. Kuran-ı Kerim onları da açıklayarak müminleri ahlaksızlıklara düşmemeleri için uyarmış, Resullullah’ın “Mekarim-i ahlak’ı tamamlamaya geldim” derken kastettiği mekarim Kurani ahlaktır.
Kuran-ı Kerim’in maddi hastalıklara şifa olmasına gelince, bu da inkârı mümkün olmayan bir durumdur. Bizzat Resulullah Kuran’la rukyede bulunmuş maddi hastalıkların tedavisinde Kuran’ı Kerim’den istifade etmeleri için Ashab-ı Güzin’i teşvik etmiştir. Hatta bazı hadislerinde Kuran’dan şifa aramamayı eksiklik ilan etmiştir: “Kim Kuran’la şifa talep etmezse, Allah ona şifa vermez.” buyurmuştur. Bu hadis şu şekilde de anlaşılmıştır: “Kuran’la şifa talep etmeyene Allah şifa vermesin.”
Volkan Kemal Ergenekon'dan alıntıdır
|