Ruhun özgürlüğü, ihtiyaç duyduğunca gelişebilmesi demektir. Oysa biz, ruhlarımızı hapsederiz.
Biçimi, rengi, cismi, ölçüsü önceden belirlenmiş türlü çeşit kalıpların içinde tutarız tüm varlığımızı. -Meli, -malı'lardan örülü, olması gerekenlerle bezenmiş duvarların içine tıkıştırıveririz adeta. Ve sonunda bir gün, kendimizi yeterince karanlıkta, ışıksız, nefessiz bıraktıktan sonra ‘Neden?’ diye sormaya başlarız.
‘Neden? Neden bir damla umut yok? Neden yaşamım böylesine mutsuz? Neden Tanrı bana biraz olsun mutluluk vermiyor?’
Oysa bu bizim elimizde. Bizim seçimlerimizde. Çünkü biz, neyi seçersek oyuz. Seçimlerimizden ibaretiz. Tanrı bizim kurtuluşumuzu diler. Biz de, bu dilek sayesinde yolda yürürüz. Ama yolu ne kadar sürede yürüyeceğimizi, biz belirleriz. Yürürüz ve seçimler yaparız dilediğimizce.
Biz seçtikçe, bir kapı açılır. Açılan her kapının ardında O’ndan bir iz mutlaka vardır. Çünkü dileği bizimledir. Mutluluk için engeller konmaz önümüze. Zaten bizim yeterince engellerimiz vardır kendimize. Hiç bitmeyen, doymayan isteklerimizdir onlar. Zaten seçimlerimizi de o istekler belirlemez mi? Sonra bir gün ve nihayet isteklerimiz sakinleşince, engellerimiz de kalkar. Çünkü artık dışarı değil, içeri bakmaya başlarız. Ruhumuzu hapsettiğimiz yerden çıkarırız. Ve onu gerçek mutluluğa doğru özgür bırakırız… Gelişmeye ve kendini gerçekleştirmeye doğru kanatlanmasına izin veririz…
|