Ruhaniyet-i Resulullahın Hakiki Mümine iltifatı
Hüsnü Dede; Ruhaniyet-i Resûlullah'ın Hakîkî Mümine İltifatı
Bundan 26 sene evvel, küçük bir kasabada devlet hizmetinde doktorluk yapıyordum. Kasabaya gelişimden 6 ay sonra; 80 yaşlarında, beş evlâdını harb meydanlarında şehid olarak bırakmış, hayatta ancak ellibeş yaşında çocuksuz dul kalmış kızının çamaşır yıkayarak temin ettiği nafaka ile geçinebilen Hüsnü Dede isminde zaif, fersiz gözlü, nûranî yüzlü bir ihtiyarı kazanın müftüsü bana gösterdi:
“Doktor Bey! Bu zât, Kur'ân'dan bir iki küçük sûre ve Elham'dan başka bir şey bilmez. Para verirsin almaz, bulursa ekmeği suya batırarak yer; garip olduğu kadar hoş, sessiz, hakîkî bir mü'mindir.”
Bir gün, Müftü efendi “Kasabamız zenginlerinin, nedendir bilmem, şefkat ve yardım kolları kısadır. Kızılaydan bu zavallı ihtiyara yardım yapabilir miyiz?” diyerek hükümetteki daireme gelmişti.
Ben : “Müftü efendi, bu adamcağıza ben bir fırın göstereyim oradan her gün iki ekmek alsın, haftada da beş lira cebimden yardım yapayım. Amma kendisi bunu şahıstan değil Kızılaydan aldığını bilsin.” dedim. Böyle yapmamın sebebi o küçük kazada Kızılay teşkilâtı olmamasındandı.
Müftü memnun oldu ve bu düşündüğümüz işi tatbike başladık. Bu hâl dört sene sessizce devâm etti. Hüsnü Dede bâzan câmiden çıkarken değneğine dayanarak daima yaşlı olan gözlerini silerek bana dua ederdi.
Bir gün: “Doktor bey, ben ölürsem gazhânenin yukarısındaki mezarlık var ya, onun en tepesine beni gömdürür müsün?” demişti. Aradan birkaç ay geçmiş, bugünkü gibi hatırlıyorum, Eylül ayı 22 nci günü, hava soğuk, Bir rüya görmüştüm: Yemyeşil bir üzüm bahçesinde dolaşıyordum. Karşıdan Hüsnü Dede bana: “Doktor Bey, bana üzüm verir misin?” dedi. Uyandım; Eylül 23, evimden çıktım. Rüzgârsız bir hava, hafif hafif kar başladı. Hükümete gidiyordum. Sağ tarafta küçük bir meydanlığın dibinde büyük bir kahve vardı. Kahvenin önünde bir ağız münakaşası işittim, oraya yanaştım. Dinç, sakallı, iriyarı bir adam orta cesamette bir sepetin içinde siyah üzümler getirmiş, bir manav da bunu almak istiyor. Kilosuna 60 kuruş istiyor.
Manav: “Baba sen delirdin mi, bundan bir ay evvel 10 kuruşa üzüm satıyorduk”.
Üzümcü : “Oğlum bu son üzümdür. Son üzüm, ben sakladım bunu, şimdi getirdim; ister alırsın, ister almazsın.” diyordu.
Üzümcüye yanaştım: “Amca iki kilo üzüm ver.” dedim. Tarttı. Kahvenin yanındaki bakkaldan bir kesekâğıdı alarak üzümleri koydum. Daireye, geldim. Kar devâm ediyordu. Dairenin alt katında Müftülük dairesi vardı. Müftüyü aldım yanıma, bir de sağlık memuru alarak kasabanın son evlerinden başlıyan küçük bir tepenin yamacında bulunan kulübe şeklindeki Hüsnü Dede'nin evine gittik. Sağlık memurum evin kapısına yanaştı, seslendi: “Hüsnü Dede! Doktor Bey geldi. Müftü Efendi de var!”. Yaşlı kızı kapıyı açtı, biz hemen odanın içindeydik. Ben: “Hüsnü Dede, sana üzüm getirdim!” deyince: “Doktor Bey! Ben bu gece seni üzüm bağında gördüm, üzüm de istemiştim. Bunu nereden biliyorsun?” dedi. Titrek elleriyle üzümden üçbeş tane yedi. Hüsnü Dedeyi muayene ettim. Senelerin erittiği vücudda artık öteki tarafa niyetli olduğunu belirten emareler görülmeğe başlamıştı. Yarım saat sonra yanından ayrıldık.
Ertesi günü Müftü Efendi, ben, sağlık memuru tekrar Hüsnü Dedeyi erken saatte görmeğe gittik. Hüsnü Dede zâten 26 günden beri yerinden kıpırdıyamıyor. Bana: “Doktor Bey! Gazhanenin Üstünü unutmadın değil mi?” dedi. “Ben artık yolcuyum. Bana hemen şimdi Kur'ân oku.” dedi.
Okumağa başladım. Aşağı yukarı 6-7 âyet okudum. Birdenbire Hüsnü Dede ağlamağa başladı: “Beni kaldırın! Kaldırın!..” Müftü efendi, ben, sağlık memuru yatağından Hüsnü Dede'yi ayağa kaldırdık. Koltuk altlarından tutuyorduk. Bütün vucudu kollarımızdaydı.
Birden: “La İlâhe İllaALLAH Muhammedu’r-Resûlullah” dedi. Gözlerini küçük kulübesindeki pencereye doğru dikti. Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle: “NiÇiN ZAHMET BUYURDUNUZ YÂ RESÛLULLAH!” derken Hüsnü Dede kollarımızın arasında ruhunu teslim etti.
Bir anda odayı hiçbir kokuya benzetemiyeceğim ve kelimelerin belâgatiyle bile ifâdesi gayr-i mümkün hoş bir koku kapladı. Bugün rahmetli olan Müftü Efendi yüksek sesle tekbir getiriyordu. İkinci günü Hüsnü Dedeyi bana söylediği Gazhanenin üstündeki toprağa vermiştik.
Bu canlı hâtırayı okuyasınız diye sizlere anlatmamın sebebi, Hüsnü Dedeyi geçende rüyamda gördüm. Bana dedi ki: “Doktor Bey! Beni unuttun mu?” Sebep budur. Nûr içinde yatsın Hüsnü Dede!
Rahmetli Dr.Münir Derman'ın aktardigi anilarindan Sayin Sami Melih beyin yaptigi bir alıntıdır.
Birden: “La İlâhe İllaALLAH Muhammedu’r-Resûlullah” dedi. Gözlerini küçük kulübesindeki pencereye doğru dikti. Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle: “NiÇiN ZAHMET BUYURDUNUZ YÂ RESÛLULLAH!” derken Hüsnü Dede kollarımızın arasında ruhunu teslim etti.
Bu satırlar sabahın saat 06.15 inde beni ağlattı.Sizlerle paylaşma gereği duydum...
|