Nefs-i Aşk
Nefs: “Benimsin!” dedi.
Ve aşk cevap verdi: “Seninleyim…”
Nefs: “Güçlüyüm!” dedi.
Ve aşk cevap verdi: “Birlikte güçleniyoruz…”
Nefs: “Biliyorum!” dedi.
Ve aşk cevap verdi: “Birlikte öğreniyoruz…”
—–
Asırlardır süregiden en güzel karşılaşmasıydı bu aşkla nefsin. Bitmek bilmeyen bir mücadeleydi insan kalbiyle nefsinin arasındaki bu dünyada. İkisine de dokunamazdı insan elleriyle, ve zihniyle anlayamazdı.
Peki neydi nefs-i aşk?
Bitmek bilmeyen bir kavganın tam orta yerinde nefes almak için durmaktı yaşamda.
Nefs, hep daha fazlasını istemekti. İnsan olmanın gerekliliklerinin farkına varmaktı aşk oysa.
Nefs, “daha fazlası”nı arzulayandı bolluğun içinde bile; aşksa, “daha iyi”ye doğru istemsizce çekilen ruhların titreşimiydi… Bu ruhların bu alemde birbirine dokunuşlarıydı en umulmadık anlarda…
Büyük bir kavganın tam orta yerinde, nefs “ben haklıyım” diye tüm doğru bildiklerine sıkı sıkıya tutunan, aşksa, “sen de haklı olabilirsin ama kalbim kırıldı” diyen taraftı insanın ikileminde.
Nefs, kıskanmaktı delice. Öfkeyle, hırçınlıkla, dalgalı bir denizin hoyratlığında boğuşup durmaktı, en çok da kendinle.
Aşk, teslimiyetle ait olmaktı… Ait olduğunu bildiğin bir ruhun, ve hatta daha büyük bir gücün bir parçasının o en güzel suretine, damla damla akmaktı aşk.
Eli yüzü kirli bir çocuğun yüzünde renkleri görebilmek gecenin karanlığında, nefsi öldürebilmekti aşkla bazen. Geçit vermemekti yalana, ve affetmekti aşk.
Kırılırız ya bazen hani her birimiz bu dünyadan geçip gittiğimiz yolculuğun yokuşlarında, tökezleriz, hatta bazen yuvarlanırız. Bazen bir aşka takılarak, bazen bir kariyerin zirvesinden yere çakılarak, bazen paranın tuzağına düşerek, bazense yalnızca kendi ruhumuzun pençelerine yuvarlanarak geçtiğimiz bu sınavlar; işte hepsi, nefsin sınavlarıdır aslında.
Ruhun her uyandığı gün aynaya bakmasını hatırlamak üzere programlanmıştır bedenlerimiz.
İnsan bedeni konuşur. Bundandır acı çekerken kalbimizin, öfkeliyken midemizin, kıskanırken zihnimizin ve göğüs kafesimizin acıması.
Matrix’te bir sahne vardır hani, kahin mutfaktan çıkan adama tam arkasını döneceği sırada “Dikkat et!” der. Adam “Ne için?” diye cevap verirken arkada ki vazoya çarpar ve vazo kırılır. Adam şaşkınlık içinde kalakalırken, kahin konuşmaya devam eder: “Şimdi sen merak edeceksin, ben sana ‘dikkat et’ dedim diye mi vazoyu kırdın, yoksa zaten kıracaktın da ben bunu mu hissettim”…
İşte nefs ve aşk arasındaki ilişki de, Matrix’dekikahinin sözlerine benzer. İstediğimiz için mi severiz, yoksa sevdiğimiz için mi isteriz sahip olmayı? Bu iki soru arasındaki incecik çizgideki yanıtta saklıdır sırrı insan olmanın.
Sevdiğimiz için sahip olmayı istemediğimizde, sahip olamasak da koşulsuzca ve şevkatle sevebildiğimizde, öfkelendiğimiz her ne varsa kalbimizdeki o en sıcak duyguyla iyileştirebildiğimizde galip gelir aşk nefse.
Bu yüzdendir en büyük tövbelerin, en büyük günahlardan sonra dile gelmesi. Çünkü nefsine yenik düşen bir insan ancak en büyük günahlara gebe durabilir yaşamda. Ve ancak, kalbindeki aşkın gücü nefsinden büyük olabilen bir insan tüm kalbiyle tövbe edebilir.
Bir Kızılderili atasözü der ki, “Neden ben insanlara güvenmemeyi öğrenip ruhumukirleteyim? İnsanlar güvenmeyi öğrensinler.”
İnsan yaşamla, yaşam aşkla birdir. O nedenle herşeybirbiryle bağlı, içiçedir. Tasavvuf felsefesinde ve Melamilikteki en yüce mertebe ve makamsa, düşünmek suretiyle Allah’a teslimiyettir. O teslimiyet ki, her çabanın karşılığını güzelliklerle ödüllendirir. İşte nefs-i aşk, düşünmek suretiyle Allah’a ve onun mucizelerine teslim olmayı başarabilmek üzere yürüdüğümüz bu yolda, değiştirip dönüştürebildiğimiz tüm duyguların yüzümüzde yarattığı gülümsemenin ışığıdır.
Nefs-i aşk, aşkla dengeleyebilmektir bedeni, nefsi, acıyı, öfkeyi. Ruhun özünden gelen o ilahi aydınlıkta beslenmektir sonsuz sevgiyle.
Karanlığın en koyu anında, bir kibrit çakmaktır yaşama.
Savaşın en şiddetli olduğu anda, barış dalını çekip uzatabilmektir.
Hz. Ali düşmana kılıcı çekmiş, onu öldürmek üzereyken düşmanı yüzüne tükürür. Hz. Ali kılıcını yerine koyar ve arkasını döner. Düşmanı şaşkınlık içerisinde sorar:
“Beni öldürsene! Güç sendeydi neden beni öldürmüyorsun? Deli misin sen?”
Hz. Ali cevap verir: “Yüzüme tükürmeden önce seni kendimizi savunmak için öldürecektim. Ama sen yüzüme tükürdükten sonra seni öldürürsem bu nefsimden dolayı olacaktı. Buna yenik düşmem.”
İşte nefs-i aşk, aklın önderliğinde terbiye edilen ruhumuzun aydınlattığı karanlıkların güneşe yüzünü dönmesidir bu dünyada.
—-
Nefs sordu: “Öğrendin mi?”
Ve aşk cevap verdi: “Birlikte öğreniyoruz…”
|