Arap coğrafyacılar ise Arabistan Yarımadası'nı tabîî durumuna göre beş bölgeye ayırırlar.
1-Tihame: Yenbu’dan, Yemen’de Necran'a kadar, Kızıldeniz'e paralel uzanan basık bölgedir. Sıcaklarının şiddetli, rüzgârının ise sâkin olması sebebiyle bu ismi almıştır. Bu kelime havaların çok sıcaklığı ve rüzgârın durgunluğunu belirten "et-tehem" kökündendir.
Arazisinin Necid'den daha alçak olması sebebiyle buraya aynı zamanda "el-Ğavr" ismi de verilir.
2-Hicaz: Yemen'in kuzeyinde, Tihâme'nin doğusunda yer alan Hicaz bölgesi, Şam'dan, Yemen bölgesinde Necran'a kadar uzanan Serat sıradağlarını yer yer kesen birkaç vadiden meydana gelir.
Gustaw Le Bon bu bölgeyi şöyle tanıtır: "Kızıldeniz paralelinde kuzeydeki düzlük bölgenin orta kısmında yer alan kumluk ve dağlık arazidir. Burada Mekke ve Medine mukaddes şehirleri yer almaktadır. Necid ve Tihâme'yi birbirinden ayırdığı için Hicâz adını alır.
3-Necid: Yüksek bir bölge olduğu için Necid (yüksek yer) adı verilmiştir. Güneyde Yemen, kuzeyde Bâdiyetü's-Semâve ve Arûd ile Irak sınırlarına kadar uzanan kesimdir.
4-Yemen: Necid bölgesinden, güneyde Hint Okyanusu, batıda Kızıldeniz'e kadar uzanır. Doğusunda Hadramevt, Şihr ve Umman yer alır. Güney Arabistan'da, Yemen ve Hadramevt bölgeleri sık sık iç savaşlar ve iktidar kavgalarına sahne olmuştur. Me'rib şehrini kuran, Gumdân ve Zafer saraylarını inşa eden, Mısır'daki Assuan barajına benzeyen Me'rib seddini yapan Tebabia sülalesi bu savaşlar yüzünden yok olup gitmiştir.
5-Arûd: Yemâme, Umman ve Bahreyn'i içine alır. Yemen, Necid ve Irak bölgelerinin ortasında yükseldiği için buraya "Arûd" denilmiştir.
Umman ve Bahreyn, iki sebeple, diğer Arap ülkelerinden ayrılır. Birinci sebep tabîî yapısıdır ki, burada iki ülkeyi diğer Arap ülkelerinden ayıran çöllerin, geniş çorak arazilerin ve ıssız kurak sahraların mevcudiyetidir. İkinci sebep ise siyasîdir. Bu da, bölge halkının Fars egemenliğine boyun eğmiş olmasıdır.
Hell şöyle der: "Arap ülkelerinin ekinsiz, susuz ve bitkisiz çöllerden ibaret olduğunu iddia eden görüşün tahrik ettiği yanlış anlayış zail olmuştur. Zira Arap ülkelerini fizikî bakımdan incelediğimizde, onların sadece bitki ve ekin vermeyen çöllerden ibaret olmadıklarını görürüz. Arap yarımadası binlerce seneden beri ziraat yapılan ve son derece bol ürün veren arazi parçalarını ihtiva etmektedir. Bu arazilerde, oturanlarla şenlenmiş, mâmûr köy ve şehirler vardır.”
Bu bereketli topraklar, genellikle Arap Yarımadası'nın sahilleri boyunca uzanmaktadır. Güney batıda bulunan Yemen'e, yukarıda geçtiği gibi, eskiler yeşil yurt "el-Ardu'l-Hadrâ" derlerdi. Güneyde ise, geçmiş zamanlarda çok kullanılan buhurun vatanı Hadramevt bulunuyor. Doğuda, Fars körfezi kıyılarında "Ahsâ" denilen bereketli bölge vardır ki, az bir miktarı hariç, arazisinin tümü ziraata elverişlidir. Batı sahillerine gelince, burası çeşitli tepeler ve kum yığınları tarafından kesilen sert arazi parçalarından meydana gelir; ancak vadi ve meralarıyla temayüz eder. Buranın durumu geçmiş zamanlarda bugünkünden daha iyi idi. Arabistan'ın ortasındaki yüksek arazi kesimi ise, Necid ile bu yüksek bölgeyi yer yer kesip geçen yüksek dağlar, uzun vadiler, cins Arap atlarının yetiştirildiği geniş düzlükler ve güney doğuda bulunan Yemâme'den meydana gelmektedir. Bu bölgeler milâdî altıncı ve yedinci asırlarda bolluk ve bereket bakımından Avrupa'nın bugünkü bereketli topraklarından daha az verimli değildi. Bilâkis birçok bölgede verim oranı bu miktardan daha fazlaydı.
Sédillot, Hicaz bölgesini tanıtırken şöyle der: "Hicaz bölgesi Arap şehirlerinin çoğunu ve sonradan Medine diye isimlendirilen Yesrib şehrini içine aldığı için, insanları diğer bölgelerden daha fazla cezbetmiş ve kendisine çekmiştir. Hicaz bölgesinde yer yer kum tepeleri ve kabilelerin yerleşme merkezleri olan bitkisi bol yüksek yaylalar vardır. Bu yüksek tepelerin çevresinde köy ve kasabalar yer alır. Bu tepeler düşman hücumlarına karşı onları koruyan sağlam kalelerdir. Alçak bölgelerde hububat ve hayvan yemi olarak kullanılan bazı bitkiler yetişmektedir. Burada birçok su kaynağı da mevcuttur. Bu yüksek yaylaların batı tarafında Mekkelilerin bahçesi ve sayfiye yeri sayılan Taif şehri yer almaktadır.
Arap Yarımadası'nın orta kesimi ise, güneyde kurak, kumsal ovalar, kuzeyde taşlık araziden meydana gelmektedir. Kurak bölgelerin dağlık kesimlerinde halkın ziraatla uğraşmasına elverişli, sulak yerler de vardır. Afrika çölünde olduğu gibi, buralarda da köy ve şehirler mevcuttur.
Avrupalılardan Arap Yarımadası'nın durumunu ilk defa inceleyen ve onu tam olarak tanıtan, 18621863 yıllarında Arap Yarımadası'nı dolaşmış olan İngiliz seyyahı Palgrave'dir. Girişinde, bölgenin en büyük yerleşim merkezi Riyad'ın bulunduğu Necid'i, ıssız ve geniş bir ova olarak tanıtan ve Riyad şehrini ilk defa ziyaret eden İngiliz seyyahı da yine Palgrave olmuştur. O'na göre Riyad, kare plânlı olup, yüksek burçlarıyla sağlam savunma surları, şehri bir taç gibi çevrelemiştir. Burada Faysal Köşkü diye bilinen, muhteşem krallık sarayı bütün azametiyle görülmektedir.
Palgrave'nin ziyaret ettiği bölgelerden biri de Fars Körfezi sahilinde bulunan Ahsâ'dır. Burayı da Riyad gibi çok beğenmiş ve bölgenin cazibeli tabîî manzarası onu büyülemiştir. Arap ülkeleri içerisinde en iyi hurma ağacının burada olduğunu zikretmiş ve meşhur, "Hecer'e hurma götürülmez" Arap darbımeseli ile de övmüştür. Palgrave ayrıca Kuveyt ile Katif'i de tanıtmıştır.
Arabistan'da çeşitli yükseklik ve özellikte çok sayıda dağlar mevcuttur. Volkanik dağlar, uçsuz bucaksız geniş kum çölleri vardır. Sellerin meydana getirdiği vadiler, bu dağları yer yer kesmektedir. Bu vadilere yakın olan arazilerin toprağı bereketli olup, arazilerin ürünlerine bağlı olarak hayatlarını devam ettiren halkın yerleşmesine elverişlidir. Bu verimli topraklarda su ihtiyaçlarını karşılarlar, meralarda ise hayvanlarını otlatırlardı. Bu vadilerden uzak olan bölgeler ise, ıssız, su ve bitkiden mahrum olup yerleşmeye elverişli değildir. Arabistan'daki vadilerin en büyüğü, verimi bol olduğu yıllarda Araplara bereket getiren Dehnâ vadisidir. Ne var ki buranın sularından tam olarak istifade etmek kolay değildir. Zira, bölge kumluk olduğu için, suların çoğu kumlarda yok olup gider. Hayatlarını yağmura bağlı olarak sürdüren kabilelerin durumları da yağmur yağmayınca fenalaşırdı. Bununla beraber Araplar, devamlı olarak su bulunan bölgelere göç ettikleri için, bir yerde karar kılıp kaldıkları çok az olmuştur.
Bir de Arabistan'da Arapların "Ahsâ" diye isimlendirdikleri sular vardır. "Ahsâ" kelimesi, "hasa", kelimesinin çoğulu olup, üstü kumluk, altı sert olan yere denilir. Yağmur yağdığında, bu sert tabaka, suların yerin derinliklerine çekilmesini engeller.
Bu vâdîlerin suları yarımadanın ihtiyacını karşılamadığı için, ülkede genellikle kuraklık hakimdir. Zira suların çoğu toprağın derinliklerine çekilir. Bu sulardan ancak teknikle faydalanmak mümkündür ki, Arapların da bu hususta bilgileri yoktu. Ancak Yemen bölgesinin halkı, bu hususta maharet sahibi olup vadilerin sularını koruyabiliyorlardı. Onlar, su biriktirip ihtiyaç ânında faydalanmak için meşhur Me'rib seddini (barajını) yaptılar. Bu set, Kur'ân-ı Kerîm'in Sebe' sûresinde zikredilen "Arim" seddidir.
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
|