Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - islam Öncesi Araplar
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 22.01.17, 13:07
SiLence SiLence isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 21.12.16
Mesajlar: 10,484
Etiketlendiği Mesaj: 1587 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Arrow islam Öncesi Araplar

İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN VE ARAPLAR

Arabistan İslâm Dini'nin beşiği ve İslâm devletlerinin menbaı olduğu için, bu ülkenin coğrafi yapısı ve buralarda yaşayan halkın İslâm'dan önceki dinî, ictimaî ve siyasî durumları hakkında bir miktar bilgi edinmemiz gerekir.

Eski Arap tarihi, iki sebepten dolayı neredeyse gizli kalmıştır: Siyasî birliğin olmayışı ve okuma-yazmanın bilinmemesi.

Arapların ekserisi, muhtelif bölgelerde, birbirinden ayrı, karşılıklı nefret ve düşmanlık duyguları içinde, bedevî ve göçebe olarak yaşarlardı. Onları birleştiren bir vahdet ve kuvvetli bir hükümdar yoktu.

Ayrıca Arapların ekserisi ümmî (okuma-yazma bilmez) idiler. Bu sebeple aralarında cereyan eden hadiseleri kayda geçirmediler. Tarihî hadiseleri kayda geçirme faaliyeti, ancak Emevîlerin son dönemlerinde başlamıştır. Araplar bu dönemden önce tarihî bilgilerinde kulaktan kulağa nakille iktifa ederlerdi. Ancak, haberleri, zamanımıza kadar ulaşan kitabelere kaydedilmiş olan Sebe ve Main gibi yarımadanın uç noktalarında kurulan bazı devletler bundan müstesnadır.

"Arab" kelimesini incelemiş olan Noeldeke şöyle diyor: "Arab kelimesinin lügat manası çöl demektir. Nitekim (Arabia) kelimesinin manası da, Arap Yarımadası sahrası ile Suriye ile Sina Yarımadası'nın tümünü ihata eder."

Yunanca eserlerde "Arab" ve "Arabia" kelimelerine rastlanılmaktadır. Heredot'un Arabistan ve Filistin ile Mısır arasında bulunan bölge hakkında geniş malumatı vardır. Sokrat'ın talebesi Xenophen gibi Heredot'un muasırı olan tarihçiler, "arab" lafzını inceleyip bu kelimenin özellikle Arap Yarımadası sahrası için kullanıldığını, "arab" kelimesinin de çok eskiden "bedevîler" karşılığı olarak kullanılmış olduğunu bildirmişlerdir.

Tarihçiler, Sâmîlerin anayurdu hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bunların ilk vatanı Arabistan mıdır; Yoksa Afrika'dan mı buraya göç etmişlerdir? Ya da Mezopotamya'dan mı gelmişlerdir? Tevrat ehli, "İnsanlığın beşiği iki nehir arasıdır (Mezopotamya). Yeryüzüne buradan yayılmışlardır. Sâmi kavimlerden Irak'ta Asurlular ve Bâbilliler; Şam bölgesinde Arâmîler, Suriye sahillerinde Fenikeliler; Filistin'de İbrânîler, Cezîretü'l-Arab'da Araplar ve Habeşistan'da da Etiyopyalılar yerleşmişlerdir" demektedir. Onlar bu hususta Tevrat'ın verdiği bilgilere dayanırlar. Asrımız âlimlerinden bu görüşü kabul edenler çok azdır.

Bazı müsteşrikler, Sâmîlerin ilk vatanının Afrika'da olduğunu kabul ederler. Bunlar, Arap ülkeleri ile Habeş ülkelerinin coğrafî yakınlığını ve bu bölgeler halklarının dillerinin birbirine benzemesini göz önünde bulundurarak Sâmîlerin beşiğinin Habeşistan olduğunu savunurlar. Diğer bir grup Sâmîlerin anayurdunun Arap Yarımadası olduğunu ve İslâm'ın ilk dönemlerinde olduğu gibi, yeryüzüne buradan yayıldıklarını kabul eder. Bir başka grup ise, Sâmîlerin Fırat'ın güneyinden diğer bölgelere dağıldıkları görüşündedirler. Bu görüşleri savunanların her birinin coğrafî, iktisadî, ırkî veya lügavî delilleri vardır. Yine müsteşriklerden Sâmîlerin ilk vatanlarının Bâdiyetü'ş-Şam'dan Necid'e doğru uzanan bölge olduğunu kabul edenler de bulunmaktadır.

İlim adamları, günümüze kadar Sâmîlerin anayurdu hakkında kesin bir görüşe varamamışlardır. Onlar bu konuda son kanaate ulaşmak için, Sâmî kavimlerin meydana getirdiği çeşitli medeniyetleri ve bu kavimlerin yaşadığı bölgeleri araştırmak, lisanların birini diğeriyle mukayese ve onların bıraktıkları tarihî eserleri incelemek suretiyle çaba ve gayret sarf etmektedirler.

Arap Yarımadası sâkinlerinin hayatını simgeleyen en önemli özellik, beldelerinde elde edemedikleri hayat imkânlarından faydalanmak için, Yarımada'nın verimli taraflarına devamlı göç halinde olmalarıdır. Bu bölgeleri yağmalamak maksadıyla savaş yaparlardı. Bu hususta Noeldeke şöyle diyor: "Arabistan'a komşu Bizans vilâyetlerinin halkı, yağma ve kavgada aşırılıkları sebebiyle veya onları kendilerine ağır bir yük kabul ettikleri için yağmacı Araplara (Saracens) adını vermişlerdir. Sonra bu tabir o bölgedeki bedevîler için, daha sonra ise Arapların tamamı hatta ayırım yapılmaksızın bütün Müslümanlar için, nihayet bu da aşılarak, istisnasız tüm doğulular için bir sıfat olarak kullanılmıştır.

Mesûdî, bu kelimenin kökü hakkındaki görüşünü, makul bir açıklama ile delillendirmiştir. Ö şöyle diyor: "İmparator Nikafor, Rumların, Sara'nın cariyesi olan Hacer ve oğlu İsmail'e kızgınlıklarından dolayı Arapları (Sârâkînus) olarak isimlendirmelerini (bu kelimenin manası, Sara'nın köleleri'dir) yakışıksız buldu. Ve "onların Sara'nın köleleri diye isimlendirilmesi doğru değildir" dedi. Rumlar, bu vakte kadar Arapları (Sârâkînûs) olarak isimlendirirlerdi.”

Mes'ûdî'nin verdiği "Sârâkînûs" lafzının Yunanca "Saraki¬nos" kelimesinden tahrif edilmiş olduğu görülmektedir. Mesai arkadaşım, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sabık Eski Araştırmalar Profesörü D. L. Drew, bu isimlendirme üzerinde Yunan ve Lâtin kaynaklarında geçtiği şekliyle güzel bir yorum ile bana yardımcı oldu ve şöyle yazdı:
1. Tarihçi Ammianus Marcellinus, "Scenitae, yani Araplar çadırlarda yaşayanlar veya göçebelerdir. Bu isim, (Sarraceni) şekline dönüşmüştür" demektedir.
2. Milâdî I. asır edebiyatında kullanılmış olan sarakinos kelimesini Yunan tarihçileri zikrederler. Buradan, bu kelimenin, Suriye ve Ürdün'ün doğu tarafları, ya da Sina Yarımadası'nda oturan halkın ismi olduğu anlaşılmaktadır. Sonra tarihçiler bu kelimenin kapsamını genişlettiler; hatta bütün doğulular için kullandılar. Ortaçağda ise, Sarakinos kelimesinin tahrif edilmiş şekli "Sarcens" bütün İslâm âlemine verilen isim oldu.

"Taits" lafzı da bu şekilde Arapların tümüne verilen bir isimdir. Bu isim onlara Bâbil ve Ruha (Edessa) halkından Süryanîler vermiştir. Muhtemelen bu lafızla, Necid'in kuzeybatısında, Medine'ye yakın Selmâ ve Ecâ isimli iki dağda ikamet eden Tayy kabilesi kasdedilmiştir. Sonra onlar değişik istikametlerde, memleketlerini terkederek etrafa dağılmışlardır.

Arabistan, Asya kıt'asının güneybatı kısmında olup, üç yönden su ile çevrilmiş bir yarımadadır. Bu sular Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve Fars Körfezi'dir. Araplar ülkelerini "Cezîretü'l-Arab" diye isimlendirirler.

Arabistan bütünüyle çöllüktür. Lâkin ziraata elverişli olmayan ve hiç su bulunmayan çöller gibi değildir. Yarımadada yer yer kum yığını tepeler, büyük ve küçük dağlar, derin çukurlar ve yüksek bölgeler olmak üzere birbirlerinden farklı tabîî konumlar görülür.

Eski coğrafyacılar, Arapların oturduğu bölgeleri üçe ayırırlar:
1-Arabia Petrix (veya Batlamyus'un isimlendirdiği gibi Petraea): Bâdiyetü'ş-Şam'ın güneybatısında kalan ve merkezi Petra olan bölgedir.

2-Arabia Deserta: Bu isim sadece Bâdiyetü'ş-Şam, sonra da genellikle kurak olduğu için, bazılarınca tüm Arabistan için kullanılmıştır.

3-Arabia Felix: Burası da Sebe ve Ma'în medeniyetlerinin kurulduğu bölgeler olan (el-Bilâdü's-Sa'îde = Mutlu ülkeler) veya (el-Ardu'l-Hadrâ= Yeşil yurt) diye isimlendirilen Yemen ve civarıdır

__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim..
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147