Ruh ve Bilinç
Ruh bizim aslolan varlığımızın ta kendisidir. Düşünceler ruhun bilinç vasıtasıyla aktardığı bilgilerdir. Lakin biz aslen ruh olsak da, içinde yaşadığımız beden hapsi içerisinde sınırlandırılmış durumda “kim olduğumuzu” unutmuş bir vaziyette yaşamaktayız. Bu yüzden ruhumuzun yani kendimizin sırlarına erişmekte zorluk çekeriz. Ruh ve Bilinç arasında çok sıkı bir ilişki vardır lakin bilinci bilinçaltı, dış etmenler veya ego gibi unsurlarda yakından etkiler. Öyleyse bilinç safi bir şekilde ruhun tesirlerini içermez, diğer unsurların da karmaşasına sahiptir.
Bizim nihai amacımız dünyevi bilinçten kurtulduğumuzda geriye safi ruhsal bilinç kalır ki bu doğrudan ruhun kendi bilincidir. Bu durumda mutlak huzur hüküm sürer. Bu ruhsal bilince ancak meditasyon, zikir, riyazat, tefekkür gibi ruhsal disiplinlerle ulaşılabilir. Meditasyon anında entelektüel zihin yani dünyevi bilinç ortadan kalkar, zihin susar zira zihin beynin bir fonksiyondur. Geriye salt ruhsal bilinç yani ruhun ta kendisi kalır, işte o an kişi kendi benliğinin idrakine varmaya başlar. Bu yüzden meditasyon çok önemlidir.
Şimdi bilinci bir kenara bırakalım ve ruhun ne olduğunu idrak etmeye çalışalım.
Biz bir şeyleri anlatırken benzetmeler kullanırız ama ruhu benzetebileceğimiz dolasııyla anlatabileceğimiz bir vasıta veya örnek yoktur. Ruh, ışık ve daha naif enerjilerden çok daha süptil (manevi) yapıda yüksek titreşimli tanrısal bir özdür. Ruhun yapısını hayal etmemiz pek mümkün değildir. Lakin bizi var eden ruhun ta kendisidir. Eğer bu beden arabaysa, arabayı süren ruhtur.
Ruhun dünyada varoluş amacı tekamül etmek yani gelişmektir. Ruh geliştikçe titreşimi yani tesiri artar ve tanrısallığa yaklaşır. Tam tanrısallaştığında aydınlanma ya da vahdeti vücud meydana gelir ki kişi mükemmel insan yani insani kamil seviyesine ulaşmış olur. Ruhun yükselmesini ışığa benzetebiliriz. Güneş ışığının farklı frekanslarda farklı renkleri vardır, mor ötesi, kızılötesi ışınlar gibi. Bizler Dünya’da düşük frekanstan yüksek frekansa doğru yükseliriz en nihayetinde ışığın ta kendisi oluruz ve yaratıcı Kaynak’a geri döneriz. Bu insanın ruhsal yolculuğudur
Bilimadamları ruhun varlığına “gözlemci” olarak isimlendirir. Bu “bilinçli gözlemci” her şeyi gözlemliyor, yargılıyor ve değerlendiriyor. Bilim adamlarının ilk sordukları soru şu olmuştur: “Bu gözlemci kim ve beynin neresinde?”. Bu konuda en iyi açıklamaları “Ne biliyoruz ki?” adlı yarı belgesel yarı kurgu filmde buluyoruz. “Ne biliyoruz ki?” isimli belgeselde gözlemci hakkındaki düşünceler şu şekilde belirtiliyor;
Kuantum fiziği açısından bir gözlemcinin ne yaptığını biliyoruz. Fakat gözlemcinin aslında kim veya ne olduğunu bilmiyoruz. Sanmayın ki bir yanıt bulmaya çalışmadık. Baktık. Kafanızın içine girdik. Ne kadar delik varsa hepsine baktık, gözlemci denen şeyi bulmak için, ama hiç kimse yoktu. Beyinde kimse yok. Kortikal bölgelerde kimse yok. Alt – kortikal bölgelerde, limbik bölgelerde hiç kimse yok. Gözlemci diye biri yok oralarda. Yine de, hepimiz, dışarıdaki dünyayı gözlemleyerek gözlemcilik yapmışızdır.
|