Epifiz bezi Mucizesi
EPİFİZ BEZİ MUCİZESİ
Epifiz bezi beynimizin içinde, sağ ve sol beyin çizgisi üzerinde ve beynin, tam ortasında bezelye büyüklüğünde yaklaşık 6,5mm çapında, çam kozasına benzeyen bir organımızdır. Bu benzerlikten dolayı da bilim adamları buna İngilizcede çam kozası anlamına gelen ‘pineal gland’ adını takmışlardır. Epifiz bezi beynin içindeki duruşu itibari ile gözün şeklini andırması nedeniyle ve diğer mistik sebeplerden dolayı antik dönemlerden beri ‘üçüncü göz’ olarak da anılmaktadır.
Beyin içerisindeki konumu itibari ile, alında iki gözümüzün tam ortasından birazcık yukarıda bulunan altıncı enerji kapımız (çakramız) ile aynı hizadadır. Bu organ üzerinde yapılan tetkiklerde, Epifiz bezinin sinirlerle gözlerimizin retinasına ve alındaki yedinci çakraya bağlı olduğu görülmüştür. Üstelik bu bez kesilip incelendiğinde, iç yapısının da gözün retinasına benzediği ve benzer sıvıları taşıdıkları tespit edilmiştir. Yani beynin kapkaranlık mekanına yerleştirilmiş gerçekten de üçüncü bir gözdür. “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı” kitabının yazarı Drunvalo Melchizedek’in ifadesine göre antik zamanlarda Epifiz bezi çok yoğun bir şekilde kullanıldığı dönemlerde pinpon topu büyüklüğünde idi. Daha sonra insanlar onu nasıl kullanacağını unuttuğu ve melekesini kaybettiği için, şimdi kurumuş bezelye boyutuna inmiştir demektir.
Yine yazarın ifadesine göre, “Hinduların Prana ismini verdiği, evrenin yaşam gücü enerjisi, Epifiz salgı bezinin merkezinden akardı. Şekli gözümüz gibi yuvarlaktır. Bir tarafı açık olan bu organın içinde ışığın odaklanmasına yarayan bir mercek vardır. İçi boştur ve içinde renk alıcıları vardır. Her ne kadar henüz bilimsel olarak ispat edilememişse de, öncelikli görüş alanı yukarıya, göklere doğrudur. Epifiz bezi hep evrene yukarıya bakmakta olup, yere, dünyaya doğru bakmaz. Epifiz bezinin bu ufacık hacminin içinde tüm kutsal geometri ve tam olarak gerçeğin nasıl yaratıldığı ile ilgili anlayış gizlidir. Hepsi orada, her bir insanın içindedir”.
Eski zamanlarda inisiye kişiler Epifiz bezini etkin bir şekilde, uzmanlık derecesinde kullanabildikleri için farklı boyutlarla ilişki kurabildikleri gibi, evreni de çok doğru bir şekilde anlayabiliyor ve algılayabiliyordu. Bugüne gelindiğinde insanlık bir psişik düşüş dönemi yaşamakta, tamamen maddesel bilimlere odaklandığı ve mistisizmi bilim dışı kabul ettiği için, geçmişteki insanların sahip olduğu bu özellikleri benimseyerek Epifiz bezini tam kullanamıyorlar.
Eski insanlar evreni ve evrende olup biteni, bugünün insanlarına göre daha iyi kavradıkları için, Epifiz bezini Ruh ve Beden arasındaki bir köprü gibi kullanmışlar; kullandıkça da Epifiz bezi hacmi hep büyük kalmış ve ona göre de daha çok salgıda bulunmuş. Kullanımı yavaş yavaş değerini kaybettikçe, bu bez de tembelleşmiş, son yıllardaki sulara karıştırılan sodyum florür, diş macunlarına ve çeşitli gıdalara karıştırılan flor kimyasalları ile kireçlenerek çok ufalmış ve fonksiyonunu yitirir hale gelmiştir. Bilindiği üzere Epifiz bezi floru bir mıknatıs gibi üzerine çekmekte ve florda Epifiz bezini süratle kireçlendirerek orijininde yumuşak ve elastik olan bu organı kemikleştirmekte ve fonksiyonunu icra edemez hale getirmektedir.
Bugün insanların çoğunluğu Epifiz bezini kullanamadıkları için eski insanların sahip olduğu mistik güçlere sahip olamamakta ve başka boyutları algılayamamaktadırlar. Bugün bile Epifiz bezinin ruhumuzun evi, evrene ve daha yüksek boyutlara açılan kapı olduğuna inanılmaktadır. Yapısı itibari ile göz yuvarlağına çok benzediği için aynı zamanda “Üçüncü Göz” yada “Akıl Gözü” denilmektedir. İç yapısı retina ile benzerlik arz etmektedir. Bu nedenle Epifiz bezine “her şeyi gören göz” adını verdiler ve bunu 1 Amerikan Doları’nın üstünde resmettiler. Aynı göz resmini mason amblemlerinde, Antik Mısır’ın duvar resimlerinde ve Horos’un kafasının resimlerinde de görebiliriz.
Epifiz bezi beynin en karanlık bir noktasında olmasına rağmen kendiliğinden ışığa duyarlıdır. Gözlerimizin retinasına ve alın çakramıza bağlı sinirler vasıtası ile ışıkla beslenmektedir. Fiziksel dünya ile manevi alemler ve yüksek frekanslar arasında bağlantı görevi yapmaktadır. Eğer Epifiz bezi uyandırılabilirse, öğrenme ve hafıza yeteneklerimizi güçlendirir. Sezgimizi, ilmimizi ve yaratıcılığımızı geliştirebilir. Şifa verme yeteneklerini tetikleyebilir ve mutluluğu artırır. Daha üst boyutlarla irtibatımızı sağlayarak insanların spiritüel yeteneklerini güçlendirir. Bu hususlar tıbbi deneylerle de tespit edilmiştir.
Epifiz bezinin bu özelliklerini ve bizim güç kaynağımız olduğu gerçeğini bilen ve yönetimi ellerinde tutan bazı siyasiler, İlluminati gibi aileler, mason dernekleri, Vatikan ve eski inisiye kişiler bunu biliyorlardı. Bu nedenle de bu gruplar hep Epifiz gerçeğine sahip çıktılar ve çıkmaktadırlar.
Bu elit tabaka halen Epifiz bezinin güç kaynağına sahip çıkarak, kendi yeteneklerini korurken, insanlığın çok büyük bir kısmının bu yeteneklere sahip olmasının önüne geçen ve bu insanların Epifiz bezini körelten kimyasalların üretim ve geniş bir yelpazede kullanılmasını teşvik ettiler. Bugün şehirlerimizin su şebekelerinde, yediğimiz tüm paketlenmiş gıda maddelerinde ve diş macunlarımızda kullanılan bu kimyasalları, bizler zaruri ihtiyaçlarımız içerisinde tüketmekteyiz. Bu tüketim çarkından da kendimizi kurtaramadığımız için, Epifiz bezimizi körleştirmiş bulunuyoruz. Bu elit tabakanın istediği de zaten böyle olması. Zira toplumun çok büyük bir kısmının uyanışa geçmesi istenmiyor. Çünkü uyanmış bir toplumu yönetmek çok zor olacağı gibi kendi güçlerini de paylaşmak istemiyorlar. Epifiz bezinin yarattığı gücü sadece kendileri kullanmak istiyorlar. Halkın Epifiz bezini körleştirirken, kendilerininkini daima uyanık tutuyorlar. Böylece de toplumları daha kolay yönetmeyi umuyorlar. Uyanmış ve uyanık bir toplum istemiyorlar.
Bu Epifiz bezi gücü ta Sümerlerden bu yana biliniyor ve bu bezin sembolü olan çam kozası figürü, bu toplumlar tarafından muhtelif şekillerde resimlendiriliyordu. Bu resimleri Buda’nın Kalpağında, Mısır duvar resimlerinde, Sümer Tanrılarının kalpağında, Asur Krallıklarında, Yunan Tanrılarında, Vatikan’ın önünde ve Papa’nın asasının başında, Mason Localarında hatta Hitlerin masasında ve Güney Amerika yerlilerinde görüyoruz. Kadim Uygarlıklar tarafından çok iyi bilinen ve çok verimli kullanılan Epifiz bezi için 17.yüzyılda Feylesof Descartes “Bedenle-Ruh arasında bir geçiş kapısıdır” demiştir. Zamanla maddesel bilim ilerledikçe Epifiz bezi gerçeği göz ardı edilmeye başlanmış, bu konuya bilim ilgisiz kalmıştır. 1958 yılında Amerikalı dermatolog Aaron Bunsen Lerner, Epifiz bezinden Melatonin hormonunu ayırınca, Epifiz bezi bilimin gündemine girdi ve o yıldan sonra, özellikle 1960’lı yıllarda, bu bez üzerinde yoğun çalışmalar başlatıldı.
Epifiz bezinin salgıladığı Melatonin, Serotonin ve DMT (Dimetiltriptamin) hormonlarının etkinlikleri bilindiğinde, bazı bilim adamlarınca “Bu bezi tam kapasite ile kullanmayı başaranların önsezileriyle her şeyi görebileceği, hatta astral seyahat yapabilecekleri” iddia edilmiştir.Halen dünyanın muhtelif bölgelerinde özellikle Uzak Doğu’da, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerde bu organın aktifleştirilmesi ve verimli kullanımı için çeşitli uyandırma metotları kullanılmaktadır.
Beyinde her bölüm simetrik yapıdadır. Bu nedenle beyindeki tüm bölümlerden beyin içinde iki tane vardır, yani her şey çifttir. Epifiz bezi ise bir istisna teşkil eder. Beyin içinde başka bir benzeri, yani ikizi yoktur tektir. Bu nedenle de beyin içerisinde bağımsız çalışan bir organdır. Beynin parçası değildir.
EPİFİZ BEZİNİN ÇALIŞMA ŞEKLİ
Epifiz bezi insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde bulunur. İnsanlarda, çocuk doğmadan evvel başlayıp, iki yaşına gelene kadar oluşur. Eğer iyi korunmazsa 12 yaşına geldiğinde kireçlenir ve sertleşir. Yetişkinlerde ise uyku durumuna geçip pasifleşmiş haldedir. Kullanılmadığı için de körleşmiştir. Bu körleşmeye sebep olan en büyük unsur, yukarıda belirttiğimiz gibi şehir sularına katılan ve diş macunlarında bulunan florürdür. Keza diş dolgularında kullanılan cıva, paketlenmiş hazır gıdalar ve fazla tüketilen şekerler de bu suçlular arasındadır. Bu madde ve kimyasallar Epifiz bezinde hızla kireçlenmeye sebep olarak bu organımızı çalışmaz hale getirmektedir.
Epifiz bezini aktif hale geçirmenin yolları, yukarıda sayılanlardan uzak durmak ve trans meditasyon ve Uzak Doğu’da olduğu gibi ayinlerdir. Epifiz bezi deniz seviyesinde aktif değildir. Daha ziyade yüksek rakımlı yerlerde ve uykuda, karanlıkta aktiftir. Bu nedenle pek çok dini mabetler ve tapınaklar çoğunlukla yüksek rakımlı yerlerde inşa edilmişlerdir.
Epifiz bezi gündüz çalışmaz, fakat enerjisini iki gözün retinasına ve alnın ortasındaki 6. çakramıza bağlı sinir uçları vasıtasıyla ışıktan alır ve ışığı direk görmemesine rağmen ışığa karşı fazla duyarlıdır. Hatta bu bezin kapasitesini artırmak için, güneşin doğuşu ve batışı esnasında, güneşe bakılabilir hale gelindiğinde 15 dakika süreyle güneşe bakılması tavsiye edilir.
Epifiz bezi geceleyin karanlıkta aktif olur ve aşağıda izah edeceğim yararlı hormonları karanlıkta, özellikle uyku esnasında salgılar. En yoğun salgılama zamanı doğum anı, ölüm anı ve gece saat 03:00 sıralarıdır.
Epifiz bezinin salgıladığı 6 hormon içindeki başlıca hormonlar,
- Melatonin
- Serotonin
- DMT (Dimetiltriptamin) dir.
1-Melatonin Hormonu
Bazı kurbağaların ve balıkların çevrelerinde değişen ışık şartlarına, öfke ve korku gibi duygusal durumlarına tepki vermek için renk değişimi yapmalarını sağlar.
• Ergenliği başlatır ve cinsel gelişimi sağlar.
• Uyku düzeninde etkili olur.
• Üreme üzerinde etkili bir hormondur.
• Vücudun biyolojik saatini ve ritmini ayarlar.
• Hücrelerin yenilenmesinde etkilidir.
• Göz retinasını korur.
• Kanser engelleyicidir.
2-Serotonin Hormonu
• Beyin hücreleri arasında elektrik ve kimyasal sinyallerini taşır.
• Mutluluk hormonu olarak tanınır.
3-DMT (Dimetiltriptamin) (RUH MOLEKÜLÜ)
Epifiz bezinin salgıladığı hormonlar içinde, üzerinde en çok konuşulan ve Epifiz bezine en çok kutsallık veren hormon DMT hormonudur. Bu hormon da diğerleri gibi geceleyin uyku sırasında, doğum ve ölüm anında salgılanan ve bir çeşit halüsinojen olan kimyasal maddedir. Esasında çok basit bir moleküldür. DMT geceleyin, rüyaların görüldüğü esnada salgılanır. Salgılanan hormon çok düşük miktardadır. Eğer salgılanan DMT miktarı fazla olursa beyinde algı değişimine yol açar.
Peygamber hastalığı olarak da bilinen ‘Temporal Lob Epilepsisi’, beyinde yüksek miktarda DMT salgılanmasına sebep olduğu için farklı boyutlara kapılar açıyor ve bir takım şizofrenik halüsinasyonlara sebep oluyor.
Doğum ve ölüm esnasında salgılanan DMT miktarı, normal zamanlarda salgılananlardan daha fazladır. Doğumda DMT’nin daha çok salgılanması ile anne ve bebekte bir trans ve mutluluk hali gerçekleşir. Bu durumda anne doğum sancısına daha rahat katlanır, bebek de uyku halinde olduğu için yeni bir hayata sıkıntısız bir geçiş yapar. Araştırmalara göre bebek dünyaya geldiğinde, beyin omurilik sıvısında çok miktarda DMT bulunduğu tespit edilmiştir. Bebeklik ve küçük çocukluk döneminde beynin %40 daha aktif olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle de öğrenmeye ve spiritüel ilişkilere daha açıktırlar. Çocuklarda 2 yaşına kadar gelişimini tamamlayan Epifiz bezi, 12 yaşına geldiğinde oldukça küçülür ve kireçlenmeye başlar.
Epifiz bezinin küçük çocuklarda daha büyük ve daha aktif olması ve bu bezden salgılanan DMT ve diğer hormonların ergin kişilere nazaran daha fazla olması sonucu, onların zihnini manevi ve ruhani boyutlara daha açık hale getirir. Salgılanan hormonların miktarına göre de beyin ve zihin sistemlerinin ruhani ve metafizik boyutlara açıklık oranı, salgılanan hormonun miktarına bağlı olarak değişir. Eğer salgılanan hormon miktarı yüksekse metafizik boyutlara açıklık oranı da yüksek olur. Bu nedenle de bu çocuklar hayali varlıkları kolayca görebilirler, ergen hale geldiklerinde Epifiz bezleri küçülüp DMT salgıları azalacağından artık hayali varlıklar görmeyeceklerdir. Çocuklar buluğ çağına girdiklerinde şehvet duyguları artacağından, Epifiz bezi aktiviteleri yavaşlayıp, küçülecek ve daha az hormon salgılayacağından, diğer boyutlarla ilişkisi oldukça azalacaktır. Küçük çocuklarda yaşanan bu durum sadece DMT salgılanma oranıyla ilgilidir.
DMT insan bilinci üzerinde çok etkilidir. Bu hormon beyin içerisindeki Epifiz bezi ile salgılanmakla beraber, doğada bulunan basit bir bileşiktir. Bunun dışardan ağız yoluyla kontrolsüz bir şekilde alınması insan bilinci üzerinde büyük tahribat yapacağı gibi ölümlere de sebep olabilir.
DMT sadece insanlarda ve canlılarda değil, bitkilerde de bulunmaktadır. Bitkiler doğadaki organizmalarla olan bağlantılarını DMT ile sağlamaktadırlar. Bir anlamda bitkilerin dili vazifesini görüyor.
30-40 yıl öncesine kadar DMT; işlevi olmayan bir fizyolojik gürültü olarak tanımlanıyordu. 1960’lı yıllarda Epifiz bezi üzerinde yapılan yoğun çalışmalar, DMT kullanılarak yapılan psikedelik (hayal gördüren) deneyler sonucunda, Epifiz bezi ve DMT pek çok ezoterik otoriteler ve bilim adamları tarafından ciddiye alınarak önemli bir organ olarak kabul gördü. Mevcut haliyle DMT yahut diğer adıyla Ruh Molekülü bir bilmece halini aldı.
Ezoterik olarak düşünüldüğünde Ruh iç dünyadır, molekül ise dış dünyadır. DMT ise bizi bilimden Ruh’a taşıyan bir uyarıcıdır. İnsanların çeşitli egzersizlerle veya doğal yapıları gereği Epifiz bezinin DMT salınımını artırmaları sonucu yaşadıkları deneyimler ile DMT’yi dışardan ağız yoluyla alarak yaşadıkları deneyimler arasında birçok benzerlikler vardır. Bu deneyleri yaşayanlarla, ölüme yakın deneyleri yaşayanların gördükleri ve söyledikleri şeyler de birbirine yakındır.
Epifiz bezinin ürettiği fazla miktarda DMT’nin etkisiyle veya dışardan ağız yoluyla alınan DMT’nin etkisiyle transa girenlerin anlattıklarına göre; bu kişilerin bilinçleri vücutlarını terk edip başka boyutlara geçiyor.
Hepsi de bu geçiş esnasında bir tünelden geçtiklerini, daha sonra çok değişik renklerdeki ışık alemine girdiklerini, sonra kendilerini beyaz bir ışığın içinde bulduklarını, orada farklı yapılarla, farklı bedenlerle karşılaştıklarını, büyük bir huzur içinde olduklarını, sonunda her şeyin bir olduğunu kavradıklarını ufak tefek nüanslarla anlatıyorlar. Yani ölmeden, ölümden sonrasını yaşadıklarını ifade ediyorlar. İşin enteresan tarafı, bu deneyimi yaşayan insanlarda çoğunlukla eski hallerine göre farklılıklar görünüyor. Daha uysal ve daha sevecen oldukları, öğrenme yeteneklerinin arttığı söyleniyor.
DMT deneyimleyenler ile yoğun meditasyon sonundaki deneyimler arasında da bir çok benzerlikler bulunduğu söylenmektedir. Sonuçta mistik deneyimlerin açığa çıkmasına neden olan şey, beyindeki Epifiz bezinin ürettiği DMT’dir. Çok fazla DMT psikedelik (hayal gördüren) bir etki yaratırken, yetersiz DMT ise dünyayı donuk, sönük ve gri görmemize yol açar. Bu nedenle DMT’ye ‘Ruh Molekülü’ deniyor. Diğer bir deyimle de ‘gerçeklik molekülü’ deniliyor.
DMT molekülünü doğadaki bazı bitkilerden elde etmek mümkün. Bu işi Amazon yerlileri 3000 yıldan fazla süredir yapıyorlar. Bu yerliler yazılı bir kimya bilgileri olmaksızın, ya tesadüfen ya da bir karışım yaparak DMT içeren bir bitki, bir de ayrıca enzim görevini yapan diğer bir bitki bularak ve bu karışımı kaynatarak, bunun suyunda DMT’yi içilebilir hale getiriyorlar. Bu işi yaparken de Ayahuasca denen bir bitkiyi bazı ağaç kökleri ile karıştırıp kaynatarak, Ayahuasca bitkisinin bünyesinde bulunan DMT’yi açığa çıkararak içilebilir bir sıvı haline getiriyorlar. Elde edilen bu sıvı fincandan büyük kaplara konarak, içildikten yarım saat sonra etkinleşiyor. Etkisi de 3-4 saat sürüyor. Bu 3-4 saat içerisinde kişi ölü gibi hareketsiz kalıyor. Fakat bu sıvıyı içen kişinin bilinci göklere tırmanıyor, yukarıda anlatılan mistik görselleri yaşıyor, temizlenmiş olarak vücuduna dönüyor. Tabii bu deneyimlerin sonunda, deneyimleri yaşayanlar şiddetli kusma dahil çok rahatsızlık verici anlar yaşıyor. Dozajın iyi ayarlanmaması halinde ölümle biten deneyimler de yaşanıyor. Amazon yerlileri artık bunu bir dini ritüel haline getirmişler ve binlerce yıldır uyguluyorlar. Son yıllarda bu deneyimler öyle yaygınlaşmış durumda ki, bu deneyimleri yaşamak için binlerce turist Amazonlara akın ediyor, bu uygulamalarla ilgili bir sürü filimler çekiliyor, belgeseller hazırlanıyor.
Amazon yerlilerinin binlerce yıldır deneyimleyip geliştirdiği, dini ve spiritüel çalışmalarının sonucu olan Ayahuasca, mevcut enerji yapılarının en güçlüsüdür. Bu ilkel bir saçmalık ve batıl inanç olarak değerlendirilip görmezden gelinmemelidir. Zira denenmekte ve sonuçları görülmektedir. Şamanlıkta da Ayahuasca ve benzer bitkiler kullanılarak Şamanların binlerce yıldan beri farklı boyutlarla temasa geçtikleri bilinmektedir.
Halen Güney Amerika’da, özellikle Peru’da, DMT içeren meşrubatlar üretilip satılmaktadır. 1950’den bu yana da bazı yerlerde Ayahuasca kiliseleri açılmaya başlanmıştır. Ayin sırasında kişilere Ayahuasca meşrubatı sunulmaktadır.
DMT çeşitli bitkilerden üretildiği üzere, kamıştan da üretilmektedir. Mevlânâ ayinlerinde sadece kamıştan üretilmiş flütlerin kullanılmasını, Mevlânâ’nın da DMT gerçeğini bildiği ve bu nedenle kamış flütler kullandıkları rivayet edilmektedir.
Netice, DMT etkisi, vücuttan ayrılmış bir bilincin mümkün olduğunu açıkça göstermektedir. Bu durum bilimsel deneylerle de kanıtlanmıştır.
|