Nereden geldin? Neredesin? Nereye gidiyorsun?
Hz Ali r.anh, kendimizi bilmemiz ve varlığı anlamlandırmamız için şu üç soruyu kendimize sormamızı bizlere öğütlüyor;
Nereden geldin?
Neredesin?
Nereye gidiyorsun?
Öyle ya nereden geldiğini sorgulamayan, mana açlığına ve doyumsuzluğa mahkumdur. Nereye gideceğini bilmeyen de, hedefsizlikle sarhoş ve hüsrandadır. Ama bu sorulardan bizi en çok ilgilendireni belki de "Neredesin?" sorusudur. Cevabını bilsek bile dün geçti, yarın henüz gelmedi, ama şimdi taptaze yanıbaşımızda az ötede duruyor. Ve şimdi, nerede ve ne halde olduğumuzdan daha önemli bir bilgi yok bizim için...
Şu an evde, işyerinde, camide, kafede ya da başka bir adreste olmamızdan bahsetmiyor. Bulunduğumuz mekan da yerine göre önemlidir elbette. Ama Firavun sarayındasındır, adın Musa'dır. Mekanlar değişir, içinde taşıdığındır önemli olan...
Cennet değildir kıymetli olan, sensin! Mükafat olarak verilen şey, mükafatı alan kişiden önemli olabilir mi? Cennet seni özlüyorken, özlenendir kıymetli olan! Senin nerede olduğunla doğru orantılıdır kıymetin ya da kıymetsizliğin! Demek ki mekandan öte bir anlamı var "Neredesin?" sorusunun...
Acaba, ecdadın bir çok kitabeye yazdığı "Ah istikamet!" yazısında ifade edilen şey olabilir mi olunması gereken yer?
Fatiha suresinde "dosdoğru yoluna ilet" diye dua ettiğimiz, ya da şeytanın kıyamete kadar mühlet istediği ve "dosdoğru yolunun üzerine oturacağım" dediği o "yol" olabilir mi olmamız gereken yer?
Kendimize soralım öyleyse, vakit kaybetmeden, oyalanmadan, araya başka işler sokuşturmadan, unutmadan, bir an önce soralım!
Neredeyim?
Neredesin?
|