inhiraf
İnhiraf
I.
Birbirimizden bu kadar çok uzaklaşmışken, araya yıllar ve mesafeler girmişken, yollarımızın bir şekilde kesişip çözülemez bir düğüme dönüşmesi hiç şüphesiz bir takdirin neticesiydi. Senden kaçtığım her şehirde ve her odada yine sana hapistim...
Çok sonraları, kaybettiğimi anladığım büyük bir imtihanın parçasıydık sen ve ben... Şimdi her gün kaybettiğim senli imtihanı hatırlatan yeni imtihanlardayım...
Hayat kendi değişkenleri içerisinde akıp giderken iki insanın birbirinin imtihanı olduğunu farketmesi ve doğru kararlarla yarınını inşaa etmesi ne kadar da zor. En çok da kararsızlık ve iradesizlik, suda boğulmak gibi, çırpınıp durduğun, nefes alamadığın bir hal âdeta...
Kimisi umutsuzluğu süsler durur ömrü boyunca, kimisi de hep umuda boyar elinin değdiği gözünün gördüğü ne varsa...
Ben sürekli güçsüzlük ve korku üzerine dikenli cümleler kuruyorken, sen en hüzünlü anında dahi mimiklerinle bir adım daha atabilecek güce işaret ediyor ve "cesaret kalbim" diyordun. Cesaret!
Ben ellerini bırakmaya heveslendikçe, sen parmaklarını daha da sıkı kenetliyordun parmaklarıma. Ben aynalardan sordukça seni, sen gözlerimin içine bakıyordun hesapsızca...
İsteksiz, âdeta ölü bir bedeni bir ömür peşinden sürüklemeye kimin gücü yetebilir ki? Böyle bir isteksizlikte boğuluyordum. İsteksizliğim tonlarca ağır bir yük kadar taşınamaz hale geldi. Ve sen de gevşettin parmaklarını, elin elimden kayıp gitti. Ruhun ruhumdan, gölgen gönlümden uzaklaştı...
Bakışlarındaki titreyişle hangi şehir olsa yıkılırdı oysa, kirpiklerinde birikip taşan gözyaşlarıyla hangi engel olsa karşı duramaz sele kapılırdı...
Seni sevmediğime karar verişim, hem kendi ruhumu hem de senin ruhunu idama mahkum etmekten başka bir şey değildi. Kalbinden merhameti kovmuş birinin üstlenebileceği bir canilikti ruhlarımızı birbirinden ayırmak. Bu ne büyük bir haksızlıktı!..
Suretperest bahanelerin mürekkebiyle yazdım ayrılığımızın fermanını, cehaletin kalemine sarıldım sımsıkı. Kalemim yalnızca sevdalı elemler istifledi satırlara...
Bu kadar kaybolmamalıydım anılarımda, bu kadar hırpalamamalıydım. Hele de dilimde hep dinlediğim o ezgiden dilime dolanan o cümle varken. "Ben Leylama gidiyorum, çekil önümden leyla!.."
II.
Birine meyletmek, ona doğru sapmak, aşk diyorlar adına, ne kadar derin oyuklar açar insanın ruhunda, kalbi kaç parçaya ayrırır darmadağın? Helal dairenin erafında zigzaglar çizen bir aşkın bıraktığı yaralara hangi hekim el vurabilir, hangi merhem ilaç olur?..
Zaman geçer, aynalar kırılır, suretler eskir ve aslolanın ruh olduğu anlaşılırdı. Ve ben geçip giden onlarca yılın sonunda anlıyordum bunu...
Yalancı şahitler taşır insan içinde, saklar en görünmez yanlarında. Nefis ve şeytandır adları, hiç değişmez. Fısıldayıp dururlar her adımda, her tercihte. Her dönemeçte pişmanlıklar hediye ederler amel defterimize...
Suretler peşinde koştukça tercihler şaşar, acıtır. Olmamız ve durmamız gereken yerden uzaklara savruluruz...
Manevi uyanışın, kulluk bilincine ermenin ve istikamet üzere tutarlı ilerleyişlerin çaresi gönül dünyamızda yıkıntılara müsade etmemektir. Bir güzelin güzelliğiyle içimizde yıkılan ne kadar bina varsa onarmak, geçilmemesi gerekirken geçilen ve çiğnenen ne kadar sınır varsa geriye çekilmek, tevbe etmek, helal olanı tercihlerimizin mihengi yapmak buhranlardan kurtuluşumuzun da reçetesidir.
Kalbimizi koruyamadıkça, güzelin güzelliğine düşkünlüğümüzü o güzelliği ona verenin rengine boyamadıkça, tercihlerimizde nefse ve şeytana kulak verdikçe, neticesiz hüzünlerin ağrılarıyla kıvranmaya hatta bundan zevk almaya devam edicez...
Cesaret kalbim!..
|