CahCahi Nickli Üyeden Alıntı
BU KONUYU BAŞKA YERE TAŞIMAK KUL HAKKI VE TARTIŞMALARI DESTEKLEMEKTIR.
Bu bölüme bu konuyu açmak hem şart hem elzem oldu. Soru değil bilgilerle ders alalım amaçlı acmusim. Isteyen istediğini yazabilir 2 şartla. İlmin edebini muhafaza etmek. Ve 2 ayrı yerden yaptığım bu alintiyi okumak şartıyla.
Münâkaşa; kısaca ölçüsüz ve mîzânsız tartışmaktır. Aynı zamanda da sert tartışma ve ağız kavgasıdır.
Bir konu hakkında, hep kendini haklı göstermek için karşısında konuşan kimsenin kalbini kıracak şekilde sözü uzatmak ve gönül incitmektir.
Elhâsıl kötü bir huydur. Münâkaşada devrede hisler ve nefisler vardır. Hak, hakîkat ve insâf münâkaşada devre dışıdır. Çünkü akıl, kalb ve rûh münâkaşa meydanında his, nefis ve şeytana mağlûp durumdadır. Neticede kârlı çıkacak olan nefis ve şeytandır. Çünkü münâkaşa hak namına değil his ve nefis hesabına neticelenir. Bu sebeple olsa gerek İmam-ı Şâfiî Hazretleri “Münâkaşa câiz değildir,” demiştir. Çünkü münâkaşada kişinin nefsi ve enesi devreye girip netice menfî olarak sonuçlanacaktır. Böylece münâkaşa bütün mübâhese ve fayda kapılarını kapatmaktadır.
Münâkaşa dostlukları öldürür ve kalbleri kırar. Hiçbir kimse münâkaşa ile müsbet bir sonuç alamamıştır. Zâhiren aldım sanmıştır, ancak zımnî bir kin ve adâvete sebep olmuştur. Bunun sonucu bir gün mutlaka karşısına çok daha şiddetli olarak çıkacaktır. Allah muhâfaza, belki de telâfîsi mümkün olmayan neticeler olacaktır.
Müzâhame (sıkıntı ve zahmet verme) ve münâkaşa, yalnız nev-i beşerde olur 1. Zirâ yiyecek, içecek ve sâire şeylerde münâkaşa olur.2 Ancak istifâdede müzâhemet (zahmet verme) ve münâkaşa yoktur. Hatta meşrebimiz münâkaşa ve münâzara olmadığından ve umûr-u uhrevîyede (ahiret işlerinde) hased ve müzâhemet (zahmet verme) ve münâkaşât (tartışma) olmadığından, bu cemiyetlerden hangisi münâkaşa ve rekabete kalkışsa, ibâdette riyâ ve nifâk etmiş gibidir.3
Münâkaşa, husûsan şu zamanda yanlıştır. Medâr-ı münâkaşa bîçare avâm-ı nâsın zihninde sû-i tesir eder. Ehli iman, teferruattaki ihtilâfı bırakmaya ve medâr-ı münâkaşa etmemeye mecbûrdur. Gâyet ihtiyât ve dikkat ve metânet ile mu’terizlere aldırmamak ve münâkaşa etmemek en ehemmiyetli vazîfeleridir.
4 Hem münâkaşa, münâzaa (ağız kavgası) ve mesâil-i dîniyede damarlara dokunacak tarafgîrâne mübâhese (bahse girişme) etmemek lâzımdır. 5 Çünkü mesâil-i îmâniyenin münâkaşa sûretinde bahsi caiz değildir. 6 Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, inşikâka (bölünmeye) ve iftirâka (ayrılığa) sebebiyet veren münâkaşa etmesinler. Yalnız müdâvele-i efkâr (karşılıklı fikir alış verişinde bulunma) sûretinde, nizâsız mübahaseye (bahse girişmeye) alışsınlar.” 7 demektedir.
Zirâ, münâkaşa ya gıpta ve hasetten (kıskançlık, çekememezlikten) gelir. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. 8 Fakat bu zamanda ehl-i îmân mutlaka muârız-muvâfık, dost ve düşman ne olursa olsun münâkaşa zamanı değildir. Mü’min olan muârızların kusûrlarına ehemmiyet verilmesin ve bakılmasın. “Vel âfîne ani’n-nâs (İnsanların hatalarını affederler)” 9 düstûrumuzdur.10
İslâmî mesâili münâkaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir sûrette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzâkeresi caiz olabilir. O müzâkere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi; belki gurûra düşmek ihtimâli var.11
Onun içindir ki İslâmî meseleleri başta Eimme-i Erbaa (dört mezhep imamı) ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer (on iki imamı) olarak Ehl-i Sünnet, medar-ı bahis ve münâkaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.
Ehl-i Hak, yalnız hak için bahse girişmeli. Hak için bahse girişen izhâr-ı fazl etmez (fazîletini, üstünlüğünü ortaya koymaz). Yalnız hakkı arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemal-i şevk ile alır. Hatta hak, hasım tarafında olsa, hâlis bir hakperest dahâ ziyâde sever. Çünki, istifâde eder. Eğer hak onun sözünde olsa, bir istifâdesi olmaz. Gurûra girmek de ihtimâli var. Fakat hasmın elinden çıksa, hem istifâde eder. Hem teslimiyetle hakka inkiyâdını gösterir. Bir fazîlet dahi kazanır.
Hakîkat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakta ve ulemada hakperestlik nâmı altında, nefisperestlik işe çok karışıyor.
En mühim ve kudsî bir mes’eleyi, satranç oyunu gibi izhâr-ı fazl yolunda ve müzâkere-i ilmiyeyi, münâkaşa derecesine çıkarılıp, onunla oynuyorlar. Her iki taraf kendini haklı zanneder. Her iki taraf, madem münâkaşa sûretini alıyor, haksızdırlar. Zaten kemmiyeten az olan ehl-i dalâlet, kesretli olan ehl-i hakkın şu hâlinden istifâde ederek, mağlûp edip, perişan ediyorlar.
Hem münâkaşacı iki kısım, o mes’elede hakkı göremezler. Çünkü: Nazar-ı insâf ile bakılmadığı için, tenkîd nazarı hasmının yalnız çürük taraflarını ve taraftarlık cihetiyle kendi nefsinin yalnız iyilik tarafını görür, iyiliklerini onun çürükleriyle müvâzene eder. Elbette bu nazar hakkı göremez, görse de tanımaz! 12
Bir meselede haklı olmak kadar, o meseleyi anlatma zemin ve şartlarımızın da haklı olması gerekir. Hiçbir kimse haklı dâvâsını haksız metodlarla neticeye ulaştıramamıştır. Eğer bir meselede kendimizi haklı addediyor ve hak aramaya başlayacaksak o meseleyi neticeye götürecek olan vasıtalarımız ve metodumuzun da haklı olması gerekir. Meşrû’ zeminlerde meşrû’ dâvâmızı savunmalı ve hakkımızı meşrû’ yerlerde ve zeminlerde aramalıyız. Yoksa haklı iken haksız ve neticesiz bir sonuca ulaşırız. Münâkaşaya sebep olabilecek ve dahâ ileri hak ve hukûka girebilecek söz ve fiillerden kaçınmalı. Meselelerini ise müzâkere yaparken “insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan” devam ettirmeli ve zarar vermeden neticelenmesine gayret göstermelidir.
Dipnotlar:
1- İşaratü’l İ’caz, 2006, s: 378.
2- İşaratü’l İ’caz, 2006, s: 389.
3- Hutbe-i Şamiye, 1996, s: 104.
4- Şuâlar, 2006, s: 508, 13. Şuâ: Denizli Hapsi Mektupları.
5- Emirdağ Lâhikası-I, 2006, s: 468.
6- Mektubat, 2005, s: 69.
7- Lem’alar, 2005, s: 273.
8- Sözler, 2004, s: 1041.
9- Âl-i İmrân Sûresi, 134.
10- Emirdağ Lâhikası-2 (Gayr-ı Münteşir).
11- Mektubat, 2005, s: 586.
12- Barla Mektupları (Gayr-ı Münteşir).
13- Emirdağ Lâhikası-1, 2006, s: 166.
Dipnittaki kısımlar geniş bilgi için araştırılabikir.
DİNİMİZ İSLAM
Bütün Dini Konular Ahlak bilgileriİnat ve Münakaşa
İnat ve Münakaşa
Sual: Tartışmanın zararları nelerdir?
CEVAP
Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için yapılan tartışmalar zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. Tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere sebebiyet verir.
Münakaşanın zararları
İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Mesela, biri, (Havanın sıcaklığı 25 derece) dese, buna, (Hayır 30 dan aşağı değil) demek, onun sözüne itirazdır. Çünkü böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle hususlarda başkasının hatasını söylemek gerekmez. Susmak ise imanın kemalini gösterir. Malik bin Enes hazretleri, (Tartışmanın dinde yeri yoktur. Tartışma kalbleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur) buyurdu. (Çok sevdiğin sadık bir dostunu, tartışarak bir defacık kızdır, ondan sonra başına gelecek felaketi gör) demişlerdir.
Bir insanın hiç günahı olmasa, insanları doğru yola davet ediyorum diye tartışmaya girse, bu hareketi günah olarak ona yeter. İtirazı, tartışmayı huy edinen kimse mürüvvetsiz olur.
İmam-ı Gazali hazretleri, (Ancak şöhret için uğraşan, tartışmayı sever. Şöhret ise afettir) buyurdu. Münakaşa, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. Salih mümin kibirli olmaz, vakar sahibidir, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hiç münakaşa etmez!
Kötü ile münakaşa etme, seni üzer.
Halim ile münakaşa etme, sana küser.
Enes bin Malik hazretleri bildiriyor: Biz bir gün dini bir konuda tartışırken, Resulullah efendimiz yanımıza geldi. Bize öyle öfkelenmişti ki, hiç böylesini görmemiştik. Buyurdu ki:
(Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem.) [Taberani]
Haklı olduğu halde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu halde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Bu bakımdan haklı olduğu halde münakaşayı terk etmek daha çok sevaptır.
Dostlar arasındaki kin ateşini körükleyen münakaşadır. Münakaşa, karşıdaki insanı cahil yerine koymak, sen bilmezsin, ben bilirim demektir. Cahillikle suçlanan herkes az veya çok kızar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en çok buğzettiği kul, tartışmada ileri gidendir) buyurulmaktadır. Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmektir. Bu da düpedüz düşmanlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer.) [Tirmizi]
(Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]
(Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari]
(Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz.) [Taberani]
Dört grup insan vardır
Bilgi yönünden insanlar dört gruba ayrılır:
1- Bildiğini bilen,
2- Bildiğini bilmeyen,
3- Bilmediğini bilen,
4- Bilmediğini bilmeyen.
Bildiğini bilen: Böyle kimseler makbuldür. Kendinden emindir. Cesurdur, bir çok işi başarır. Bir arkadaş var. Bilgisayar dahil, “Her aleti çalıştırabilirim, çünkü bunu da benim gibi bir insan yapmıştır” diyor ve kendinden emin olduğu için de başarabiliyor.
Bildiğini bilmeyen: Böyle kimseler ikaza muhtaçtır. Çekingendir. Ben bu işi başaramam diye korkar. Gerekli ikaz yapıldığında o işi rahat başarır. Mesela yine bir arkadaşım var. Bilgisayardan anlamam, o bana konuşmaz dedi. Yanına bir otur dedim, patlar, çatlar diye cesaret edemedi. Israr ettim, “Bunun bilgi ile, kültür ile ilgisi yok. Azıcık cesaret yeter” dedim. Şimdi bilgisayarı rahat kullanıyor.
Bilmediğini bilen: Böyle kimseler haddini bilir. Her şeye burnunu sokmaz. Kendi işi ile meşgul olur. Böyle kimseler her zaman takdir görür.
Bilmediğini bilmeyen: Böyle kimseler hem kendine, hem topluma zarar verir. Hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez. Yani hem kel, hem foduldur. Her şeye burnunu sokar. Burnu da pislikten kurtulmaz.
Hakkı kabul etmekte inat etmemeli
Sual: Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?
CEVAP
Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]
Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin vakarlı ve yumuşak olur.) [Beyheki]
Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!
(Allahü teâlâ, mücadelede ısrar edeni sevmez.) [Buhari]
(Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberani]
(Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.) [Beyheki]
Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur. Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlakın zıddıdır. Halbuki müslüman güzel ahlaklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]
İyi insanın vasıfları
İyi insan, kimseyle münakaşaya girmeyen, herkesle iyi geçinen kimsedir. İyi insan, yani müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hâfız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uyar. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Af dileyeni affeder. Hiç kimse ile münakaşa etmez. Bilir ki, münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir. Kimsenin sözüne karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Hadis-i şerifte, (Mümin vakarlı ve yumuşak olur) buyuruldu. Münakaşa edenlerin yanında oturmaz!
İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. Hadis-i şerifte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan kitap, gazete, radyo ve TV’den sakınmalıdır.
Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur. Hadis-i şerifte, (Dünyada, yolcu gibi yaşa, öleceğini unutma) buyuruldu. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. Evliyadan bir zat, (Bir kimsenin veli olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır) buyurmuştur.
İbni Abbas hazretleri buyurdu ki:
(Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek, kendinden aşağıda görünene tevazu göstermek, düşündükten sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır. Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara iyilik eden ve belalara sabredenin akıllı olduğunu bildirmiştir.
Hakkı kabul etmek
Sual: Bazen bir hususta çocuğumla konuşurken, yanıldığımı anladığımda hatamı kabul edemiyorum. Uygun mu?
CEVAP
Hakkı söyleyen kim olursa olsun kabul etmelidir.! Çocuğumuz da söylese, cahil biri de söylese, itiraz etmeden kabul etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet!) [Deylemi]
Bir hususta körü körüne inat etmek çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gadap eder.) [İ.Ebiddünya]
.
|